BİR UÇAKLANMA HİKAYESİ

Akif EMRE

VAN 19.12.2015 11:53:54 0
BİR UÇAKLANMA HİKAYESİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Putin bilinen anlamda Türkiye’yi tehdit ediyor gibi görünse de aslında iç politikaya, iç dengelere müdahil olmak istiyor. Başından beri Türkiye içindeki dostlarına vurgu yaparak hedefinin Türkiye’yi yönetenler olduğunu özellikle vurguluyor.
Yenişafak/ Akif EMRE
Putin’in Türkiye’ye dair yaptığı değerlendirmeler pek çok bakımdan diplomatik dile, teamüllere uygun bulunmayabilir. Hatta tehdit içeren konuşması Rusların kaba güce dayalı dış politika anlayışları özellikle de Putin’in tarzıyla ilişkilendirilebilir. Zaten Ruslar hep böyle kaba güç gösterisi ile dış politikalarını yürütürler!Bu üsluba bakarak, Rusların askeri güçlerine güvenerek kabalaştıkları, mesela Amerikalılar gibi incelmiş bir diplomatik dile sahip olmamalarına bağlayanlardan değilim. Hemen belirtmek gerekir ki, ister Ruslar gibi diplomatik dili zorlayan, hakarete varan dil kullanılsın, ister Amerikanvari her anlama çekilebilen kelimelerle aba altından sopa gösterilsin her iki durumda da bu tehditkâr sözlerin karşılığının olduğudur. Yani gerektiğinde kullanmaktan çekinmeyecekleri bir güç adına konuşuyor olmalarıdır. Türkiye’yi yönetenlerin alması gereken en önemli ders bu olsa gerek: Kişisel yetenek ve birikimden, heyecanlı temennilerden çok, bir sistem ve reel askeri-ekonomik güç adına konuşuluyor olması.
Rus tehditlerinin ne kadarının blöf ne kadarının reel tehdit olduğu meselesi bir yana satır aralarının iyi okunması gerekiyor. Rus uçağının düşürülmesi ile Putin’in gittikçe dozajı yükselen tehditlerine dikkatler yönelmişken önemli bir ayrıntının kaçırılmaması gerekiyor.
Doğu Avrupa’da, Ortadoğu’da, Amerika ve NATO için rakip güç olarak yeniden sahneye çıkan Rusya’nın Türkiye üzerinden verdiği mesajların daha öncekilerden muhteva ve şekil olarak farklılaştığını görmek durumundayız. Hatta dikkatlerin askeri tehdit ve ekonomik yaptırımlara çevrildiği ortamda Batılılarla ittifak ettiği ve bu ortak zemininden tehdit etmeyi yeğlediği hususlar önemlidir.
* Putin bilinen anlamda Türkiye’yi tehdit ediyor gibi görünse de aslında iç politikaya, iç dengelere müdahil olmak istiyor. Başından beri Türkiye içindeki dostlarına vurgu yaparak hedefinin Türkiye’yi yönetenler olduğunu özellikle vurguluyor. Hatta şu anki yöneticilerle ilişkilerin düzeltilmesinin imkânsızlığına gönderme yaparak muhtemel faturayı keseceği adresi belirlemiş oluyor.
* Türkiye ile yöneticileri arasında ayrım yaparken kullandığı argüman, geliştirdiği gerekçe ise hayli kullanışlı bir söylem: Türkiye’nin İslamlaşma politikaları. Böylece rakibi olduğu Batı ittifakı ile Türkiye arasına girerek ortak zemin oluşturmaya çalışıyor.
* Tıpkı Suriye’deki mevcudiyetini meşrulaştırma gerekçesi olarak kullandığı IŞİD türü söylemle Türkiye’yi özdeşleştirerek, Batı’da var olan Türkiye kaygılarını tetiklemeyi hedeflediği açık. Mevcut iktidar yönünde Batı’da var olan tedirginlik/düşmanlık üzerinden ortak zemin yoklaması yapmış oluyor. Kendini çağdaş değerler ailesinin mensubu sayarak Türkiye’yi özellikle de yönetenleri ötekileştirme, böylece stratejik hamlelerine Batı’dan destek arayışı…
* İç siyasete de müdahil olarak yeterince kamplaşmış olan siyasal ortamda siyasetin elini zayıflatacak dolayısıyla Türkiye üzerindeki manevralarına iç destek bulmayı ummaktadır. İslamlaşma söylemini de aşarak Atatürk’e yaptığı gönderme de belli kesimleri harekete geçirmek amaçlı özenle seçilmiş söylem olsa gerek.
* Hem iç siyaset hem uluslararası kamuoyu nezdinde Türkiye’yi adeta ‘IŞİD’leştirerek bölgedeki tüm felaketlerin sorumluluğunu yükleyeceği böylece elini rahatlatacak bir hamle arayışı…
Uzun vadede Putin iç siyasete müdahalesi ve Batı kamuoyundaki İslamofobik duyarlılığı harekete geçirme stratejisinin ne kadar sonuç alabileceğini şimdiden kestirmek zor. Ancak kısa vadede Türkiye’nin hareket alanını daraltan sonuçlar ortaya çıktı. Asıl önemlisi daralan her alanın hükümetin en iddialı söylemlerinden geri adım atması, söylemi ile çelişkiye düşmesi anlamında sonuçlarının altı çizilmelidir. Zira memleketi yönetenlerin kendileriyle çelişkiye düşüren sonuçlarla yüzleşmek zorunda kalmaları durumu siyaseten de önemli sonuçlara gebedir.
* Rus uçağının düşürülmesinden itibaren Türkiye’nin Suriye’deki muhtemel barış görüşmelerinde ağırlığı önemli ölçüde zarar görmüştür. Amerika’nın da IŞİD gerekçesi ile bastırdığı Suriye sınırının yalıtılması sonucunu doğuracak uygulamaların bir kısmı fiilen Rus tehdidi ile gerçekleşmiştir. Güvenli bölge başta olmak üzere desteklediği muhaliflerle ilişkisi ciddi biçimde hasar görmüştür.
* NATO ve ABD karşısında dengeleyici güç olarak Rus ittifakı şimdilik rafa kalkmış görünüyor. Rusya tehdidi stratejik olarak Türkiye’yi Batı’ya daha çok itecek aynı zamanda da pazarlık gücü elinden alınmış olacaktır.
* Suriye’deki sıkışmışlığın Musul hamlesi ile aşılma çabası da yine ABD duvarına çarpması bunun sonucudur
* Belki de en trajik sonuçlarından biri İsrail’le tekrar başlayan yakınlaşmadır. İsrail’in Türkiye’ye en fazla ihtiyaç hissettiği dönemde yapılacak bir anlaşmanın Rus baskısından bağımsız olduğu söylenemez. Bu anlaşmanın teknik şatlarından bağımsız olarak söylem düzeyindeki var olan hissiyata, imaja önemli ölçüde hasar vereceği muhakkaktır.
* İslamlaşma kaygıları üzerinden Batı’dan ve Rusya’dan gelecek baskıların bundan böyle iç politik düzlemde karşılık bulma arayışları artacaktır.
* Özellikle PKK üzerinden Rusya’dan yeni gelişmeler beklenebilir.
Tüm bu olup bitenlere karşısında Türkiye’nin eli kolu bağlı ve çaresiz olduğu söylenemez. Yahut Doğu’nun ve Batı’nın el birlik Türkiye’yi yok etmek istedikleri söylemine de itibar etmek gerekmez. Önemli olan imkân ve zaaflarını iyi tanıyıp ona göre söylem geliştirmek, beklentileri örgütlemektir. Türkiye’nin hayalleri ile imkânları karşısında söylem düzeyindeki orantısızlık hali hak etmediği baskılara maruz kalmaya itiyor.
Yaşanan sıkışmışlığı sadece dış faktörlere bağlamak, beklentiyi yükselten, kutsanmış söylemler yerine ideal olanı işaret eden ama gerçeklikten bağını koparmayan uygulamalara ihtiyaç var.