Bir devrimciden başkası Cumhurbaşkanı ya da Başbakan olamaz!

Ömer Altaş

VAN 10.04.2014 11:41:02 0
Bir devrimciden başkası Cumhurbaşkanı ya da Başbakan olamaz!
Tarih: 01.01.0001 00:00
Wicdanê xelkê tune

İnsan iki şeyi bilmiyor; hem başkasının kadir kıymetini hem kendi kıymetini bilmiyor.

İnsan dengeyi bulamayan bir varlık.

Bu nedenle dinler, kanunlar hatta atasözleri daima insana öğüt verir.

Bir Kürtçe atasözü yine kişiyi orta yolu bulmaya teşvik ediyor.

“Ger meriv xwe nepisine, ma wicdanê xelkê hey e? ”

“Eğer kişi kendini ifade etmezse başkasının vicdanı mı var bunu takdir etsin?”

İnsan; kimliğinin, elindekilerin ve kazanımlarının değerini bilmezse, kollamazsa ve savunmazsa kimden başkasına ait bir kıymeti bilmesini, alkışlamasını ve ayağa kaldırmasını bekler?

Üstüne bir de çatışma ortamı varsa, çelişkiler üzerine kurulu bir düzen kuruluysa.

Türkiye’nin sıcak gündemi bununla ilgili anlamlı bir fotoğraf veriyor.

“Vicdanı olmayanlar”; kadir kıymet bilmeseler, görmemezlikten gelseler hatta inkâr etseler de Türkiye’de sessiz bir devrim yaşanıyor.

Bundan böyle, onların fikri onlara bizim fikrimiz bize!

Türkiye toplumu bir süredir değişim iradesini pratize etti. Askeri vesayet geriletildi. Küresel hegemonya büyük darbe aldı. Batıcı, Batı tipi laik, totaliter Kemalist düzen yenildi. Sivilleşme yaşandı. Ülke normalliğe doğru yol almaya başladı. Demokratikleşme süreçleri devreye sokuldu. Barış süreci inanılmaz bir başarı elde etti. Ülke dünyaya açıldı. Plural sosyal bir yapı oluşmaya başladı. Ekonomik kalkınma ivme kazandı. Farklı sektörlerde sıra dışı iyileşmelere tanık olundu.

Ülkenin sağcı, solcu, liberal ve “dinci” gerici aydınları kör ideolojik yaklaşımlarla bunları en azından görmemezlikten geliyor.

Gelinen noktada şunu söylemek gerekiyor: Cehenneme kadar yolları var!

Artık kendi yolları kendilerine bizim yolumuz bize!

Özellikle ‘Türk’ ve ‘Kürt’ gençler,bu konuda tereddüde etmemeli, net ve kati tavır almalılar.

Devrimler tarihi içinde, “evresel” özelliği daha baskın olan Türkiye devrimine, milletin inkılâbına sahip çıkmalılar.

Karşı devrimciler şunu istiyor ama tersini yansıtıyorlar:

“Gelin, bu ülkede sanki hiçbir şey olmamış gibi yapın ve tekrar bizim entelektüel vesayetimiz altına girin, olanları unutalım, kaldığımız yerden devam edelim.”

Biz de diyoruz ki, “siz iflah olmazsınız. “Maraba takımı” olarak ağzımız ile kuş tuttuk bugüne kadar olduğu gibi yine bize itibar etmediniz. Demokrasi bizden çıktığı sürece kıskançlığınız ve nefs-i emmareniz sizi daima inkâra sürükleyecek.”

Türkiye’de sessiz, kansız, silahsız demokratik bir devrim olduğunu, bunu milletimizin yaptığını ve bunun öncü kadrolarının olduğunu biliyor, görüyor ve gösteriyoruz.

Onlar, bugüne kadar bunu anlamak, görmek, katılmak ya da en azından sessiz kalmak yerine savaştılar.

Onların düzeni onlara bizim düzenimiz bize, onlar kendi evrenlerinde yüksek idealarla yaşasınlar.

Bizden değişmemizi beklemesinler biz onlardan ümidimizi tamamen kestik, çünkü olar ısrarla böyle olsun istiyorlar.

Basiretleri kapalı belki göremiyorlar, sosyal, siyasal ve kültürel alanda, sanat, sinema, edebiyat ve müzikte büyük değişim yaşanıyor, yaşanacak ve sizler yavaş yavaş “geride kalacaklar.”

Pozitif gelişmeler karşısındaki şu anki tutum ve davranışlarıyla entelektüel ve felsefi düzeyde zaten “gericiler.”

Yanlış yazılmış sanabilirler diye bilinçle tekrar edilecek olursa, entelektüel ve felsefi anlamda net ve tartışmasız, gericiler.

Tarihin cilvesine bakar mısınız, tarih gözlerinin içine bak baka onları gericileştirdi.

Sadece entelektüel müstevada değil maddi değerler ölçüsü içinde de gericileşecekler, bunu içgüdüsel olarak aldıkları için “çılgınlar gibi” saldırıyorlar, hiçbir hukuk ve insani kural tanımıyorlar.

Onları; İslamcı gelenekten gelerek, onlardan daha dinamik, ateşli ve güçlü bir şekilde yanlarına yerleşip bizi kendi silahlarımızla ve terminolojilerimizle vurmaya çalışan İslam’ın kendisinden çok İslamcılık yapan gerici dindarlar, Ali Bulaçlar, Ahmet Kurucanlar da kurtaramayacak.

Onlarla birlikte milletin başına yerleşmiş bir avuç gerici yapılar.

Hepsinin arşivin tozlu raflarına kadar yolu var.

Bunu bir köşeye yazın ve izleyin.

Sosyoloji onları kenara, mucura bırakacak.

Determinizm onları alta, mazgal aralığına atacak.

Sünnetullah, had aşılmıyorsa eğer, onları, “dönün bakın kimler geldi geçti” metaforuna sokacak.

Onlar tarihe karşı savaştıkları için kaybedecekler, diğerleri dini kalkan yapıp gizli ajandalarını uygulayıp üstüne bir de fütursuzca savunup insanları kandırdıkları için kaybedecekler.

Onlar bilimsel verilerle, diğerleri din ruhuyla hüsrana uğrayacaklar.

Onlar kaybedecekler ama gençlerin ve öncü kadroların da kaybetmeye hiç niyetleri olmamalı.

Açıkça savaşanlarla açıkça ve cesaretle savaşarak.

Dine karşı din maskesi takanları deşifre ederek, kararlı ve metanetli olarak.

Kaderin cilvesi ile bir şekilde Yeni Türkiye vadisinde konumlanan ve hiçbir bedel ödemeyen bürokratlara, siyasetçilere, kanaat önderlerine prim vermeyerek.

Sessiz Devrim sürecinin; Cumhuriyet mitingli mobbing saldırıları, suikastları, komploları, Gezi Parkı üzerinden başlatılan karşı devrim hamleleri ve özellikle bir Cemaat figürü ile başlayan topyekün, kompakt kalkışmalar anında meydanlarda olmayan, tatlı sularda saklananlara itibar etmeyerek.

“Sentetik Yeni Türkiyeciler”, 30 Mart 2014 seçimlerinden sonra orta çıkan projeksiyonda süt dökmüş kedi gibi olmuyorlarsa onlara hadlerini bildirmek gerekir. Hala Yeni Türkiye’nin inşa sürecinde önemli ve etkin görevler bekliyorlarsa onlarla yazıklar olsun!

Bir kedi, süt döktüğünde sahibinde işittiği azardan dolayı meyus olmaz sadece, asıl olarak “bir kedi olarak bunu nasıl yaparım” güdüsü ile melankoli olur.

Görülüyor ki “içimizde bulunan” pişkinlerin bir kedi kadar bile arları kalmamış.

Özür dileyip kenara çekilmesi ve verilen göreve razı olup “buna da şükür” demesi gerekenleri öne çıkarırlarsa Yeni Türkiye’nin öncü kadrolarına da yazıklar olsun!

Devrim sürecine katılmayıp, ikili oynayan, her tarafı idare eden, gizli bagajları olduğu “düz duruşlarında” bile belli olanları Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık ve yüksek bürokrasi makamları için gündeme alanlara da yazıklar olsun!

İnsanoğlu bu güven olmaz, ihmalkârdır, bir hevesle ağaç altında çıkınının yanında uyur, sonra birisi gelip onu alır, uyanıp fark edince, “sağlık olsun, mala gelsin, cana gelmedi ya” der ve film bu senaryoyu kaldıramaz, kopar.

Açıkça yazmadan olmuyor: Devrim sürecine katılan, risk alan, savaşan, bedel ödeyen bir elin sayısı kadar siyasetçiden başkası ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan olabilir!

Öyle bir ortam oluşturulmalı ki, amansız çatışmada sinenler, munisler, niye kavga ediyorsunuz canımcılar, sessiz kalanlar, belki de çok anlaşılır mazereti olanlar ağızlarını açıp bir tek kelime dahi konuşamamalı, utangaç şekilde ellerini bacakları arasına alarak oturmalılar.

Bunu başarmak yerine tersi olursa ülkeye geçmiş olsun!

30 Mart 2014 seçimi sonrası sürecin en önemli çelişkisi bu olacak.

Siyasetin alacağı yönü bu strateji belirleyecek.

Düşman kartelası birleşip sadece bu projeye çalışacaklar.

Korkarız ki öncü kadrolar burada iyi bir sınav veremeyecekler.

“Kişi kendini savunmazsa başkasının vicdanı mı var ki takdir etsin?”

“Wicdanê xelkê tuna”, o vicdan yok.

Devrimine sahip çıkmayanlar başkasından empati bile beklemesin.

omeraltass@gmail.com

twitter.com/omraltas

www.facebook.com/Ömer Altaş