Bilmediğiniz türden bir bayram yazısı

İsmail Kılıçarslan

VAN 16.06.2018 09:17:57 0
 Bilmediğiniz türden bir bayram yazısı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bilmediğiniz türden bir bayram yazısı
Sabah saat 08:12. Ankara’da, dedemin kalabalık sofrasında “bayram ekmeği” yendi. Bayramlaşıldı. Bebelere harçlıklar dağıtıldı. Bilgisayarı alıp dede evinin karşısındaki çardakta işte bu yazıyı yazmaya doğru yürürken amcazadem “ne yazacaksın abi” diye sordu, “kahvaltıda yediğimiz börekten bahsetmeyeceksin herhalde.” Gülümsedim ve şöyle dedim ona: “Ondan da bahsedebilirim. Zira böyle yazılarda ne yazdığından çok nasıl yazdığın önemlidir ve bayram ekmeği için yapılan ebesüt böreğimiz de bayram yazısına dahil bir meseledir.”


Son birkaç bayramdır yaşlandığımı hissediyorum artık. O kalabalık sofra kalabalığını hep koruyor elbette ama bir farkla: Öptüğüm el sayısı azalıyor, elimi öpen sayısı artıyor. Hayat, devir daimini acımasızca sürdürüyor çünkü.

Aslında hiç hoşlanmadığım bir duyguyla, nostalji duygusuyla da boğuşmak zorunda kalıyorum son birkaç bayramdır. Çocukluğumun uzak bayram günleri burnumun direğini sızlatan bir anıya dönüşüyor her seferinde. Sonra kızıma bakıyor ve şöyle geçiriyorum içimden: Şimdi benim yerime o coşkuyu o yaşıyor ve bu da hayatın doğal akışına dahil bir şey.

Bilen bilir, bilmeyene de ben söyleyeyim. Benim orucum ağır geçer. Hiç öyle “mübarek ay da bitiverdi” diyebilen biri olmadım. Son yıllardaki favori oruç şakam “yahu bir yıldır oruç tutuyoruz daha sekizinci gündeyiz” cümlesi mesela. O manada bayram bana muazzam bir ferahlıkla da geliyor. İşte şimdi bu yazımı yazarken olması gerektiği gibi bir çay var bilgisayarımın yanında. Yazmaktan içmeyi unutup soğutsam da o çayın orada öylece duruyor olması bir çeşit “güvenlik alanı” sağlıyor bana.

Eh, seçimler yakın olunca bayram sohbetlerinin favori konusu da siyaset oluyor. Aile ve konu komşu arasında gördüğüm şu. İnsanlar en çok seçimin ikinci tura kalıp kalmayacağını merak ediyor. Ben “kalmayacak, öyle görünüyor” cevabını verdiğimde oylarını verecekleri partiden bağımsız olarak belirgin bir rahatlama hissediliyor yüzlerinde. Seçimin ikinci tura kalma ihtimali kimsenin beğendiği bir ihtimal değil. İkinci mesele ise HDP’nin barajı aşıp aşmayacağı. Hele Suruç’tan gelen hain saldırı haberinden sonra bu hususta yaklaşım çok net. “Bunlar Meclis’e girmemeli” diyor herkes. Fakat peşine de hemen ekliyorlar: “Gerçi CHP o işi ayarladı. HDP’yi Meclis’e taşıyacak.” Doğrusu, memleketin ana muhalefet partisinin böyle bir cümleye mahkum edilmesi CHP adına büyük bir utanç kaynağı. İnsanlar zihinlerinde CHP ile HDP’yi özdeşleştirmiş görünüyor. En azından benim Ankara’da, eşte dostta gördüğüm budur.

Eh, madem siyaset dedik bir de Ankara yereline girelim. Çiçeği burnunda Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Tuna’nın gayretlerinden çok memnun gördüğüm herkes. Fakat bir ortak cümlede de buluşmuşlar: “Çok tanıyamadık daha başkanı. Nasıl biri anlayamadık.” Doğrusu ben buna iki farklı açıdan bakıyorum. Birincisi belki de artık “personasını da bildiğimiz siyasetçi” döneminin sonuna gelmişizdir. İstanbul’da Uysal’ı, Ankara’da Tuna’yı sadece hizmetleriyle tanıyacağımız günlere erişmişizdir. Buysa iyi. Ancak diğer yandan her iki başkan için de şunu söylemek lazım tabii. Halkla temas ve halka kendini anlatma konusunda bir zaafları varsa bu iyi değil. Dedim ya, benim de kafam karışık bu meselede.

Hay Allah, bayram dedik ama siyaset konuştuk yine. Oysa başka şeyler yazmak, başka gündemlerde var olmak istiyor insan hele böyle günlerde. Ancak Türkiye öyle bir ülke ki bir türlü kabil olamıyor siyasetten gayrısını konuşabilmek. Oysa bizi siyaset dışı alanlar rahatlatır. “Ortak iyi” ancak siyaset dışı alanlarda temayüz eder. Fakat gelin görün amcazadem “FED’in son kararları” diye bir başlığı konuşmaya çalışıyor benimle. Oysa ben, babaannemin mezarı başında bir yılda şımarıveren çamın kokusunu anlatmak istiyorum. Hem amcazademe hem de herkese. Oysa FED ve diğer Allah’ın belaları bir türlü çamların kokusunu almamıza müsaade etmiyorlar. Her seferinde gelip gelip Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Türkiye, evlatlarının kendisinden başka bir şeyle meşgul olmasına izin vermiyor” sözüne çarpıyoruz.

Dedemin evinin alt katında oturan Telaferli Türkmen çocuklar geldi şimdi yanıma. Elimi öpüp iyi bayramlar dilediler o güzelim Türkçeleri ile. Nebe, Sebe, Ömer ve Ali. Kendi yörelerine uygun olarak kınalar yakmışlar ellerine, kurdeleler sarkıtmışlar elbiselerinden. Başlarını okşayıp harçlıklarını verirken bir kez daha tosluyorum Tanpınar’a. Nasıl toslamayacaksın ki? “Dünyanın iyiliği için Türkiye” fikri ince bir sızı gibi gelip oturdu kalbime çünkü. Ve şunu da ekledim Türkiye için geliştirmeye çabaladığım literatüre: “Türkiye bizim ince sızımızdır, tüm yaralarımızı iyileştirme kudreti olan bir sızı.”

Hayırlı bayramlarınız olsun böylece. Çocukları, yaşlıları, garipleri, yetimleri, vatanından ayrı düşmüş mültecileri sevindirmeyi unutmayalım inşallah.