Bilen bir fert, düşünen bir topluluk

Faruk Beşer

VAN 11.11.2016 11:19:29 0
 Bilen bir fert, düşünen bir topluluk
Tarih: 01.01.0001 00:00

İnsanın aklı da diğer kabiliyetleri de sınırlıdır. Tek başına hiç kimse her şeyi bilme ve anlayabilme gücüne sahip değil. Her şeyi değil tek bir şeyi bile insan aynen olduğu gibi anlayamayabilir. Bu sebeple mutlak anlamda objektif bilginin olmayacağı söylenir. Çünkü bilginin objektif olması demek, bilgiye konu olan nesneyi/objeyi her yönüyle tam ve olduğu gibi bilmek demektir. Oysa insan, yani zat/süje hiçbir şeyi her yönüyle göremez. Bunun için başkalarının başka açılardan bakışlarına da ihtiyacı vardır.

Ebu Zehra, her birine bir cilt ayırarak büyük imamları anlattığı sekiz ciltlik muhteşem ve her fıkıh talibinin okuması gereken eserinin bir cildini de İbn Teymiye'ye ayırmış. Orada onun bilahare eleştirilen hatalarının ilmi tek başına elde etmesinden kaynaklandığını söylüyor. Belki biraz şahsi mizacından, biraz da çok engin ilmi sebebiyle bölgesinde ona etki edebilecek, hatalarını düzeltebilecek âlim bulunmadığından ötürü yalnız kalmış ve bilahare eleştirilen bu hatalarını görüp düzeltebilme imkânı bulamamış.

Öğrencisi Rabî' bin Süleyman der ki, İmam Şafii'den Risale adlı kitabını otuz üç kez okudum. Her seferinde bazı düzeltmeler yaptı ve dedi ki: “Allah'ın kendi kitabından başka hiçbir kitabın tam ve eksiksiz olamayacağı konusunda kararlı olduğu anlaşılıyor”.

Kuranıkerim'de mesela müteşabih ayetler konusu gibi zor anlaşılır yerlerde “bunu ancak ulü'l-elbâb anlayabilir” buyrulur. Lüb, akıl demektir, çoğulu elbâb. Ancak lüb sıradan bir akıl değil saf, temiz, ön yargısız, gerekli doğru bilgilere sahip, yanlış bilgilerle ve inançlarla şartlanmamış akıldır. Buna aklıselim diyebiliriz. Bu kelime Kuranıkerim'de on yedi kez kullanıldığı halde hiç tekil/müfret olarak kullanılmamış, hep ulü'l-elbâb diye çoğul olarak kullanılmıştır. Bunda şöyle bir mana olabilir: Böyle zor anlaşılır konularda kişi tek başına onları anlayıp halledemez, aklıselim sahibi insanlarla beraber düşünmeli ve beraberce anlamaya çalışmalıdırlar. Buna ortak akıl da diyebiliriz. Mesele ancak o zaman doğru anlaşılabilir. Böylece fertler de kendi eksikliklerini görüp kibre ve ucba kapılma riskinden kurtulmuş olurlar. Çünkü ilim kadar insanı kibre ve ucba sevk eden ve tedbirini almazsa ilahlaşmaya kadar götürebilen bir başka güç yoktur.

Bu anlamda Kuranıkerim'de bazı meseleler zikredildikten sonra; “bunu ancak aklını kullanan bir kavim”, “bilen bir kavim”, “anlayan bir kavim”, “tefekkür eden bir kavim” anlayabilir gibi elliye yakın ayet vardır. Bunlarda da sanki bu konuları bilen, düşünen, aklını kullanan... bir topluluk olursanız ancak bunu anlayabilirsiniz gibi bir mana olabilir. Kavim, ancak beraber olmakla kendilerine yeterli olup ayakta durabilen/kıyam topluluk demektir. Demek ki insanların birbirlerine en muhtaç oldukları alan bilgi ve anlama alanıdır.

Meseleyi günümüze getirirsek bazı ehli ilmin yanlışlarında ısrar etmelerinin sebebi işte bu istibdattır. İstibdat aslında kendi görüşü dışında başka bir görüşe hak tanımamak, kendi görüşüyle baş başa kalmak demektir. Günümüzde çoğunlukla olan budur. Aslında akademik çalışmalar bunu bir ölçüde önler. Çünkü akademisyenlerin yaptığı çalışmalar her kademede başkaları tarafından okunup tashih edilmek zorundadır. Dolayısıyla her akademisyen yazdığı bir makaleyi ya da kitabı eleştiriye maruz kalmamak ve kabul görmek için önce kendisi defalarca okur. Sonra da aldığı eleştiriler doğrultusunda onu tekrar düzeltir. Oysa bu tenkit mekanizmasından uzak tek başına ilim yapan hocalar işte bu istibdada kolayca düşebilirler. Bununla birlikte akademik çalışmaların olumsuz tarafları olduğu gibi, bu bağımsız çalışmaların da olumlu tarafları vardır. Ayrıca akademyada profesör olduktan sonra kendini artık özgür ve olmuş hisseden hocalar, bir de medyanın tahriki ve uçurmasıyla, aynı havaya girebilir, aynı istibdadı yaşayabilirler.

Rasulüllah Efendimiz (sa) buyurur ki, “Üç şey insanı helak eder:Boyun eğilen bir ihtiras/cimrilik, peşine düşülen nefsi arzular ve kişinin kendi görüşünden başka görüş beğenmemesi” (Taberani, hasen).

İlim için, özellikle de dini ilimler için bu en tehlikeli olan istibdat, kendi görüşünde ısrar, hata edebileceği ihtimalini her an göz önünde bulundurmamak, başkalarını hep bilmez ve anlamaz sanmak gibi afetlerden kurtulmanın yollarını aramak gerekir. Bunun birinci basamağı, kişinin kendisini Allah'ın her şeyin en doğrusunu öğrettiği özel kulu olarak görmemesidir. Sonra çok iyi bir usul öğrenmesi ve vardığı ilmi sonuçları işin erbabına arz edip eleştiriler almasıdır. Tartışmalı sempozyumlar bu açıdan önemlidir. (Keşke sempozyum yerine bilgi şöleninden daha anlamlı bir kelime bilseydim).

Unutmamalı ki, 'ilim Allah'tandır' ve O bir hayvana dahi bizim asla ulaşamayacağımız bilgiler verebilir, vermiştir. Bu aynı zamanda hiç kimseyi hor görmememizi gerektirir.

 

YENİ ŞAFAK