Beyaz Türklerin demokrasiyle imtihanı

VEDAT BİLGİN

VAN 21.09.2015 10:53:20 0
Beyaz Türklerin demokrasiyle imtihanı
Tarih: 01.01.0001 00:00

Birisi kalkıp Türkiye’nin yarıya yakını, hatta oran vererek yüzde şu kadarı ‘AK Parti’ye oy veriyorsa onlar geri kalmıştır’ diyorsa, hızını alamayıp ‘bu toplum uygar olamaz’ diye ekleyerek, bunu getirip Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlıyorsa, gerekçeleri, iddiaları ne olursa olsun, burada ciddi bir zihniyet sorunu, ciddi bir iktidar kaybı sendromu sorunu var demektir. 

Milli Mücadele’den sonra halkla bürokratik kadroların arasındaki ittifakın kopmasının ilk göstergelerinden biri ‘Takrir-i Sükun Kanunu’ ve onunla ilgili düzenlemelerdir ki, bu uygulamaların ‘Tek Parti Yönetiminin’ kurulmasına uzandığı biliniyor. 
“Burada birkaç mesele vardır. Birincisi, Tanzimat’tan itibaren, devlet içinde özerk bir konum elde eden bürokratik kadroların, tekrar devlet üzerinde halka karşı güç kazanmaları; ikincisi Batı’yla Milli Mücadele sürecinde bozulan ilişkinin Lozan’da tekrar yoluna konulmuş olması, bir başka ifadeyle ‘Batı’yla vesayet ilişkisine’ dönük yolun yeniden açılmış olması; üçüncüsü de konjonktürün getirdiği fırsatla, demokratikleşmeye doğru atılan ilk adım olan çok partili hayatın, 27 Mayıs’ta kanlı bir darbeyle durdurulup, rejimin militarist bir tarzda şekillendirilmesidir.” 

Kim bu beyazlar? 

Türkiye’nin beyaz Türkleri diye ifade edilenler, aslında bu ülkede feodal/aristokratik bir gelenek olmadığına göre, Tanzimat bürokrasisi geleneğinin Cumhuriyet dönemine aktarılmasıyla ortaya çıkan kadrolardır. Bu kadroların zihinsel özelliklerini; ideolojik olarak Batıcı olmaları, Cumhuriyet döneminde bürokratik otoriter yapıyla halka karşı konumlanmaları; çok partili hayata geçiş sürecinde anti-demokrat bir siyasi tutum takınmaları; 27 Mayıs darbesinden sonra ise açıkça militarist rejimi savunmalarından kalkarak tanımlamak mümkündür. 
Bu ‘Beyaz Türk kadroların’ sadece bürokratlardan, militarist unsurlardan oluştuğunu zannetmek yanıltıcıdır, bunlar toplumun muhtelif sınıf ve zümrelerinin oluşturduğu bir tabakadır. Aralarında devletçi ekonominin oluşturduğu kapitalistler olduğu gibi, yazar-çizer, akademisyen ve muhtelif aydınlar ve gençlik gruplarının da bulunduğu bir topluluktur. 
Onları birleştiren temel unsur, yerli olan her şeyden nefret etmeleri, devlet eliyle zorla değiştirip Batılılaştırmak (çağdaşlaşma diyorlar) istedikleri halkın ‘demokrasi yoluyla’ ellerinden kurtulmuş yani kendi hayat tarzına, kimliğine, kendi geleneğine sahip çıkmış olmasıdır. 
Üstelik bu insanlar demokrasinin gücünü kullanarak, toplumun değişim dinamiklerini harekete geçirmişler, değişimi yönetip ülkenin siyasal yapısını değiştirmeye, sivilleştirmeye de girişmişlerdir. 

Demokrasi nefreti-halk düşmanlığı 

“İşte esas mesele burasıdır. Bu ülkede yüzyılı aşan bir bürokratik tahakküm geleneği yıkılmaya başlamıştır. Her askeri darbeyle tahkim edilmeye çalışılan militarist ideolojinin koruması altında bulunan anti-demokratik rejim çatırdamakta, arka arkaya gelen reformlarla kökten bir dönüşüme uğrayarak, o çokça sözü edilen ‘demokratikleşme süreci’ gerçekten ilerlemektedir. Böylece ‘Beyaz Türklerin’ yüz yılı aşan iktidarı yıkılmaktadır.” 
‘Hiç dağdaki çobanla üniversitedeki profesörün, eli kalem tutan bir yazarla cahil bir yurttaşın, doğru dürüst okuması olmayan bir vatandaşla bilmem ne kolejinden mezun olan seçkin birisinin, bir erle bir generalin oyu bir olabilir mi?’ Bu tür tartışmaları yapan zihniyet bugün karşımıza ‘AK Parti’ye %40 oy veren toplum uygar değildir ’ diyerek çıkıyor. İktidar kaybı sendromu işte böyle şeyler söyletir. 
Beyaz Türkler bu ülkeyi yüzyıldır nasıl sömürdüler, nasıl yoksul bıraktılar, nasıl çaldılar çırptılar, nasıl Batı’nın güdümüne soktular, önce bunun hesabını versinler. Sonra, sadece on yılı aşan kısa bir sürede bu ülkenin nasıl harekete geçtiğini, az-gelişmişlikten nasıl kurtulduğunu anlamaya çalışsınlar. O zaman nefret ettikleri demokrasinin ve demokratikleşme sürecinin arkasındaki iradenin bu ülke için neyi ifade ettiğini belki kavrayabilirler. 

vedat.bilgin@aksam.com.tr