BEYANNAMELERDE ÇÖZÜM SÜRECİ

Malum, Şubat ve Mart aylarında

VAN 28.04.2015 10:43:45 0
BEYANNAMELERDE ÇÖZÜM SÜRECİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
AK Parti sürecin devam edeceğini çok güçlü olmayan bir biçimde vurgularken, nasıl devam edeceğine dair somut adımlardan söz etmiyor. CHP ise Kılıçdaroğlu liderliğinde geliştirdiği ‘karşı olmayan, ama dişe de dokunmayan’ Kürt meselesi ve çözüm süreci siyasetini aynen devam ettiriyor.
El-cezire/ Mesut Yeğen
Beklenmedik bir durumla karşı karşıya olduğumuz açık. Çok değil bir yıl önce Türkiye siyasetiyle yakından ilgilenen kime sorulsaydı 2015 seçimlerinin başat mevzularından birinin çözüm süreci olacağına kalıbını basardı. Oysa, seçim beyannameleri bambaşka bir şeyi gösteriyor. Belli ki, 2015 seçimlerinin başat mevzuu çözüm süreci değil, olacağa da benzemiyor.
AK Parti, CHP ve HDP seçim beyannamelerinin çözüm süreciyle ilgili kısımları şunu gösteriyor: Her üç partinin beyannamesinde de çözüm süreciyle ilgili bir şeyler var; lakin olanlar AK Parti’nin çözüm sürecini ‘beyanname baskıya giderken kaybedecek’ kadar ötelediğini, CHP’nin hiç peşine düşmediğini, HDP’nin ise gölgelik bir yere aldığını gösteriyor. Peki, neden? Çözüm süreci neden 2015 seçimlerinin başat mevzularından biri değil?
Esas neden aşikar: AK Parti’nin anayasa yapacak bir meclis çoğunluğuna erişip erişemeyeceği mevzuu 2015 seçimlerinin gündemini baştan sona kuşatan bir meta-mevzuya dönmüş olduğu için. Esas neden bu olmakla birlikte her partinin kendi özel nedenleri, kendi özel yatkınlıkları var çözüm sürecini ikincilleştirmek için. Bu özel nedenler her üç partinin çözüm sürecini kendi meşrebince ‘ikincilleştirmesine’ yol açmış görünüyor. Tek tek izah edeyim.
AK Parti: Kayboldu ve Bulundu
AK Parti seçim beyannamesinin çözüm süreciyle ilgili en önemli hususu tabii ki şu meşhur geçici yokluk durumu oldu. Malum beyanname ilk duyurulduğunda hayret uyandıracak bir şey oldu ve beyannamede çözüm süreci yer almadı. Bu duruma yol açan karar belli ki daha sonra ikinci bir karara yenik düştü ve çözüm süreciyle ilgili bir bölüm beyannameye eklendi. Bu durumun kendisi bile başlı başına çok şey anlatırken çözüm sürecinin beyannamede yer alma biçimi de epey bir şeyler anlatıyor. İkincisiyle başlayayım.
AK Parti beyannamesinin çözüm sürecine dair bölümünün üç özelliği var: Çözüm sürecinin yakın geçmişine övgü, geleceğine dair ihtiyatlılık ve çözüm sürecinin manâsını birlik ve kardeşlik temalarıyla çerçevelemek. Beyannamedeki birkaç sayfalık bölümün neredeyse tamamı AK Parti’nin çözüm sürecinde neler yapıp ettiğinin envanterinin çıkarılmasına hasredilmiş. Sürecin devam edeceği çok güçlü olmayan bir biçimde vurgulanırken, nasıl devam edeceğine dair somut adımlardan söz etmek yerine demokrasi ve insan hakları gibi genel ilkelere atıfla yetinilmiş. Bir de çözüm süreciyle amaçlananın milli birlik ve kardeşlik olduğu belirtilmek istenmiş.
Ancak, bunun şöyle, şunun böyle ifade edilmiş olmasından çok daha önemli bir şey var. AK Parti beyannamesinde: AK Parti çözüm sürecini öyle çok iftiharla vurgulamak istememiş. Kaybolan çözüm süreci beyannameye dönmüş. Lakin, AK Parti’nin bildik özgüvenli üslubuyla değil.
Çözüm sürecinin önce kaybolup ardından beyannameye niye döndüğünü, döndüğündeyse neden biraz düşük profille döndüğünü anlayabilmek için filmi biraz geriye sarmak gerekiyor.
Malum, Şubat ve Mart aylarında çözüm süreci epey bir ivme kazanmış ve PKK’yle devlet arasındaki müstakbel müzakerelerin zemini olacağı varsayılan 10 maddelik çerçeve metin ilan edilmiş, ardından da izleme heyetinde yer alacakların isimleri konuşulmaya başlamıştı. ‘Herkes’ “hah oldu, işler yoluna girdi” derken, birden Erdoğan’ın malum açıklamaları geldi. Erdoğan önce Kürt sorununun olmadığını duyurdu, ardından da izleme heyetine karşı çıkıp, Dolmabahçe toplantısını eleştirdi. Hükümetten verilen ilk yanıtlar hükümetle cumhurbaşkanı arasında çözüm sürecinin seyrine dair bir ayrışmaya işaret eder gibi olduysa da, Erdoğan hükümeti kendi pozisyonunun doğruluğuna ikna etti ki çözüm sürecindeki ivme devam etmedi.
Bunun niye böyle olduğunun galiba tek bir açıklaması var: Belli ki cumhurbaşkanı çözüm sürecinin Şubat ve Mart aylarında edinmeye başladığı seyrin seçimler öncesinde AK Parti’nin aleyhine çalıştığına kanaat getirdi ve hükümeti de buna ikna etti. Mart sonunda çözüm sürecindeki cari durum malum şuydu: Dolmabahçe toplantısıyla müzakerelerin sadece başlayacağı değil, Öcalan’ın önerdiği ve Kandil’in de onayladığı bir çerçevede yürütüleceği belli olmuş ve ancak ne silahsızlanma gerçekleşmiş ne de silahsızlanma kararı alınmıştı. Erdoğan ve ardından AK Parti çözüm sürecinin Mart ayı sonundaki bu halinin AK Parti’nin aleyhine olduğuna hükmettiğinden olsa gerek önce çözüm sürecindeki ivme durduruldu ardından da sürece dair müftehir tutum askıya alındı. Erdoğan ve AK Parti seçimlere çözüm sürecinin Mart ayı civarındaki resmiyle gitmenin AK Parti’dense HDP’nin (büyük ihtimalle MHP’nin de) lehine işlediğine kanaat getirmiş olsalar gerek ki bugünkü tutumlarına çekildiler.
Dolayısıyla, AK Parti beyannamesinde çözüm sürecinin önce kaybolması ardından yukarıda aktardığım biçimiyle yer alması, aktardığım durumla, çözüm sürecinin Mart ayı civarında edindiği çehreyi değiştirmek arzusuyla ilgili. AK Parti’nin çözüm sürecini kendi meşrebince ikincilleştirmesinin ardında çözüm sürecini HDP’nin lehine çalıştığına hükmedilen çehresinden arındırma niyeti var.
CHP: Hiç Olmadı
‘İkincilleştirme’ çözüm sürecinin CHP seçim bildirgesinde yer alma biçimini tarif etmek için yeterince kuvvetli bir terim değil. İki yüz sayfalık CHP bildirgesinin ana ve tali başlıklarında sürdürülebilir turizm stratejisinden KOBİ’lere neredeyse gök kubbenin altında her şeye yer bulunmuşken Kürt meselesine ya da çözüm sürecine yer bulunamamış. Yeni anayasaya dair CHP teklifi serdedilirken ‘Özgürlük, Hukuk Devleti ve Demokrasi’ başlığı altında yer verilmiş Kürt meselesine ve çözüm sürecine.
Bu bölümde yazılanların ilk elden işaret ettiği şu: CHP’nin sürece dair genel yaklaşımı ile seçim bildirgesi arasında devamlılık, tutarlılık var. CHP, son birkaç senedir olduğu gibi seçim bildirgesinde de Kürt meselesinin ve çözüm sürecinin Kürt hareketince şekillendirilen ana koordinatlarını tanımıyor, Kürt meselesini ve çözüm sürecini kendi koordinatlarınca tanımlamak istiyor. 10 maddelik Dolmabahçe deklarasyonunun gösterdiği üzere AK Parti/devlet tarafından bile ‘dönüştürülerek de olsa’ tanınan koordinatlar, belli ki CHP tarafından hazmedilebilir bulunmuyor.
Sözünü ettiğim koordinatlar da malum. Öcalan ve PKK’yle müzakere ederek PKK’yi silahsızlandırmak ve Kürt meselesini bir tür yetki devri ve Kürtçeyi eğitimin ve (yerel) bürokrasinin dili kılarak çözmeye çalışmak. 2015 bildirgesi CHP’nin bu her üç koordinatı da tanımadığını gösteriyor. Çözüm sürecini Öcalan ve PKK’yle müzakere etmek yerine Meclis’e taşımaktan ve Mecliste temsil olunan bütün partilerin mutabakatıyla sürdürmekten söz ediyor bildirge. Oysa 2009’dan beridir yürüyen süreç boyunca görüldü ki bu imkansız. Dolayısıyla, CHP zahirde doğru görünen ama fiiliyatta imkansız bir teklif yapmış olarak sürecin ilk koordinatını tanımadığını duyurmuş oluyor. Sürecin ikinci koordinatı olan Kürtçenin eğitim ve bürokrasi dili kılınması talebine dair CHP teklifi de bu partiden hep duyduğumuz teklifin aynısı: “Talep eden yurttaşlarımıza anadilini öğrenme olanağı sunmak”. CHP bildirgesini yazanlar farkında mı bilmem ama AK Parti’nin çözüm sürecindeki bütün sündüren tutumu ortada olmakla beraber bu sözü edilen olanak zaten var. Hatta bir iki özel okulda iyi kötü bir Kürtçe eğitim bile yapılabiliyor. CHP, Kürt meselesinin üçüncü koordinatına epey mesafeli. Kürt hareketi yerel/bölgesel meclislerden, HDP valilerin seçimle işbaşına gelmesinden söz ederken, CHP bildirgesi merkezi yönetim ve yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluk paylaşımının yeniden düzenlenmesine sınırlı bir yerel yönetim fikrini savunuyor.
Öte yandan, CHP’nin Kürt sorunu ve çözüm sürecinin ana koordinatlarına dair ‘muhafazakarlığının’ tali koordinatlarda devam etmediğini kaydetmek gerekiyor. Diyarbakır cezaevinin müze yapılması, mayınların temizlenmesi gibi Kürt meselesinin esasıyla ilgili olmayan mevzularda cevval bir CHP ve seçim bildirgesi olduğunu da teslim etmek lazım.
Son olarak CHP bildirgesini yazanlar yine farkında mı değiller, yoksa kabullenmekte mi güçlük çekiyorlar bilmiyorum lakin, Irak politikası başlığı altında zikrettikleri siyasi entitenin adı Kürdistan Bölgesel Yönetimi, Kürt Bölgesel Yönetimi değil.
Sonuç olarak, Kürt meselesinin CHP seçim bildirgesinde yer alma biçiminde bir sürpriz, bir tutarsızlık yok. CHP, Kılıçdaroğlu liderliğinde geliştirdiği ‘karşı olmayan, ama dişe de dokunmayan’ Kürt meselesi  ve çözüm süreci siyasetini 2015 beyannamesinde aynen devam ettirmeyi tercih etmiş belli ki.
Çözüm sürecinin CHP bildirgesinde ikincilleştirilmiş olmasının CHP’nin meşrebiyle ilgili olduğu ilk yer burası. Kürt meselesi, çözüm süreci CHP için öncesinde birincil bir mevzu değildi ki, 2015 seçimlerinde olsun. Ancak ikinci bir sebep daha var. Seçim bildirgesi, CHP’nin 2015 seçimlerine iki temel motifle gitmek istediğini gösteriyor: Erdoğan’ın keyfi ve otoriter başkanlık sistemi sevdasına karşı demokratik bir parlamenter sistem ve iyi düşünülmüş bir iktisat yönetimi. Diğer bir deyişle, çözüm sürecinin CHP bildirgesindeki ‘ikincil’ konumunun ardında CHP’nin mevzuya dair bildik siyaseti kadar CHP’nin 2015 seçimlerine bu iki motifi öne çıkararak gitmek arzusu var.
Yarın: HDP