Batı Medeniyetinin Arka Planı

Nuri Celepci

VAN 20.01.2018 12:19:43 0
Batı Medeniyetinin Arka Planı
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Modern dünyanın (!) dünü bilinmeden bu gününü doğru değerlendirmenin imkanı yoktur. Bu gün kendisi dışındaki dünyanın ‘geri’ kendisini ise ‘ileri’ olarak niteleyen bu kendini beğenmiş, küstah uygarlığın, bu refahı elde etmek için dünyanın gözü yaşlı insanlarına ödettiği bedeli hepimizin bilmesi insanlık adına bir borçtur.

 

Hemen belirtelim ki, Avrupa’nın kalkındığı şartlarda kalkınmak bir medeniyet için yüz kızartıcı olduğa kadar utanç verici bir insanlık suçudur da aynı zamanda. Bu yargıya nasıl vardığımızı biraz sonra örnekleri ile göreceğiz.

 

Avrupa uygarlığının Afrika insanının kanı üzerinde yükseldiğini söyleyenler haksız değil. Çünkü Afrika’dan taşınan köle sayısı bir hesaba göre 150 milyona yaklaşmaktadır. Köle ticareti sırasında yalnızca yolda telef olan insan sayısı 19 milyondur. Bununla da yetinmeyen Batı, bu insanların torunlarını savaşlarda yem olarak kullanmıştır. Yalnızca I. Dünya Savaş’ında Fransa’nın cephelerinde Afrika’daki sömürgelerden getirilerek ölüme sürülen insan sayısı 845.000’dir.( Mustafa İslamoğlu, Yürek Fethi, Denge Yay. İst. 1988,s.63-64)

 

İsterseniz konuya büyük bir kandırmaca sonucu Amerika’yı keşfeden ‘kaşif’ adıyla bizlere lanse edilen Kristof Kolomb’un seyahat günlüğünden alınan bir alıntı ile başlayalım.

 

“Aravak yerlileri silah taşımıyorlardı. Hatta silahın ne olduğunu bile bilmyorlardı. Onlara bil kılıç gösterdim, keskin tarafından tuttular ve ellerini yaraladılar.”

 

Kolomb “ dünyanın en nazik insanları’ diye söz ettiği Amerika Kızılderilileri için şöyle diyor:

 

“Kötülüğün ne olduğunu bilmiyorlar, çalmıyorlar, öldürmüyorlar,komşularını kendileri kadar seviyorlar. Dünyanın en tatlı dilli insanları, hep gülüyorlar.”

 

Bu övgüleri sıraladıktan sonra batılı’nın ruh halini yansıtan sözlerini kulak verelim:

 

“Bunlardan çok iyi hizmetkar olur.Sadece elli adamla bütün yerlilerin hepsini kolayca boyun eğdire biliriz, ve her istediğimi yaptıra bilirim.”

 

Batı Afrika sahillerinden kandırarak getirdiği on binlerce mazlum siyah’ın kan ve göz yaşı üzerine kurduğu sanayi medeniyeti ile dünyanın efendisi olmuştur.Unutmayalım ki, bu kanlı medeniyet kurulurken sadece Afrika’dan gemilerle taşınan zencilerden telef olanların sayısının 19 milyon , her bir siyahi esiri yakalamak için de 10 kişi öldürülmüştür.

 

ABD’li tarihçi Samuel Eliot Morison şöyle diyor:

 

“ 1492’de bir yeryüzü cenneti olan ( yeni adıyla) İspanyol adasının bütün insanlarının yo edilmesi siyaseti ve o siyasetin uygulanması, tek sorumlusu olan Kolomb tarafından başlatıldı.Çağdaş bir etnoloğa göre 1492’de 300 000 olması gereken ada nüfusunun üçte biri 1494-1496 arasında öldürüldü.1508’ de sağ kalan yerlilerin sayısı 60 000 idi. 1548’de Oviedo ( İspanyolların resmi tarih kitabı) , adada yaşayan kızıl derililerin 500’ ü bulduğundan kuşkuluydu”

 

Bartolome de la casas ( 1474- 1566) bir piskopos Amerika kıtasına ilk çıkan Avrupalı ‘ kaşiflerin) yanında din adamı olarak bulunan arkadaşlarından dinlediği ve arkadaşlarının bizzat şahit olduğu zulum ve katliamların notunu tutan Casas’ın notlarından birkaç alıntı:

 

“ İspanyol adası adı verilen adaya ilk çıktığımızda 3 milyon yerli vardı, bu gün ise 200 den fazla kalmadı.”

 

Örneklerini daha önce de bunların ataları olan Romalı larda gördüğmüz arena dövüşlerindeki gladyatörlerin ve mahkumların birbirlerin parçalamaları; aç aslanlara parçalatmaları ,Roma sokaklarında yöneticilerin çocuklarının sırf zevkleri için sıradan insanları bıçaklayarak karınlarını deşerek öldürmelerini aratmayan bir sahneyi görelim:

 

“ Kimin tek bıçakla darbesiyle bir insanı ortadan ayıracağı veya tek mızrak atışıyla başını deleceği, ya da bağırsaklarını dökeceği üzerine bahse girişiyorlardı. Anne sütü emen bebekleri zorla alıyor, ayaklarından tutup başlarını kayalara çarpıyorlardı.Bazıları ise onları yüksekten ırmaklara atıyor, bir yandan da gülüşüyorlardı…”

 

“…. Bu kaptanın önceden boyun eymiş yerlileri diğerleriyle savaşsınlar diye beraberinde götürme alışkanlığı vardı.götürdüğü 15-20 bin yerli adama yemek vermediğinden yakaladıkları yerlileri yemelerine izin veriyordu. Ordugahında akıl almaz bir insan eti kasaplığı vardı.”

 

. Alınız, Batı uygarlığının hangi dünya mazlumlarının kan, emek ve gözyaşları üzerinde yükseldiğine dair şu örneklere bir göz atınız:

 

Krıstof kolomb’un ardından 1519’da Hernan Cortes adındaki bir İspanyol serüvencisi Güney Amerika’ya bir deniz seferi düzenler. O tarihte bu günkü Meksika topralarında Aztekk İmparatorluğu’nun sahibi olan Aztekler yaşamaktadır. İşin ilginci bir Aztek efsanesine göre selefleri Toltek uygarlığının üç yüzyıl önce önce rahip-kralı Quetzalcoatl yeniden dirilip 1519 yılında deniz yoluyla “kurtarıcı” olarak gelecektir. Bu hurafede yer alan kurtarıcı tipine Herman Cortes, adıyla ve yadıyla uymaktadır. Aztekler, hurafe itikatlarını etkisiyle Cortes’i büyük bir coşkuyla karşılarlar.Kral II. Montezuma (st.1502-1520), Cortes’i el üstünde tutar ve ona her türlü ikramı yapar. Cortes bu fırsatı ganimet bilerek kralı esir alır ve imparatorluk hazinesini yağmalar. Kendisine ve arkadaşlarına kucak açan bu insanlara karşı bir soykırıma girişir. Bu günlü Meksiko’’nun yerinde bulunan başkent Tenoshtitlan’da korkunç bir katliam gerçekleştirir. Koca Aztek uygarlığı, bir avuç Avrupalı serüvenci eliyle yok olur. (Mustafa İslamoğlu, Yürek Fethi,Denge Yay. İst. 1988,s.63-64)

 

“Bu katliamdan sonra İspanyol subayı Francisco Pizarro İnka İmparatorluğu’na saldırdı. İmparatorluğun içine düştüğü hanedan kavgasından yararlanarak kral Atahualpa’yı esir aldı. Halkın canını bağaşlama karşılığında imparatorlık hazinesini istedi. Hazineyi elde edince sözünü tutmayıp tüm halkı kılıçtan geçirdi.

 

“Batılılar aynı soygun ve katliamları Afrika sahillerinde ve Hind okyanusu kıyılarında da gerçekleştirdiler Vasco de Gama Hindistan sahilindeki Kalikut limanını ele geçirince hint ticaret filosuna ait gemilerdeki 800 tayfayı önce öldürmüş ardından da el ve ayaklarını kesmiş, paramparça edilmiş cesetleri bir mektıpla birlikte Kalikut kralına hediye olarak yollamıştı.” (Mustafa İslamoğlu, Yürek Fethi,Denge Yay. İst. 1988,s.63-64)

 

“Portekizli “ kaşifler”, katliam ve soygunda İspanyollardan hiç de geri kalmıyorlardı..İspanyollar Amerika yerlilerinin kökünü kurutup topraklarını yağmalarken Portekizliler de Hind kıyılarında yaşayan yerlileri kılıçtan geçirip ülkelerini yağmalıyorlardı. Portekizli “kaşifler” Hind okyanusunda yer alan Bete Adası’nı kuşatınca ada halkı anlaşarak teslim olmayı kabul etti. Anlaşmaya uymayan Portekizliler ada halkını tümden esir alıp Müslümanlara karşı savaşmalarını istediler. Bete emiri teklifi reddetti. Bunu üzerine Portekizli “kaşifler” bu masum sivil halkı tutuşturdukları ateşte son ferdine kadar yaktılar.” (Mustafa İslamoğlu, Yürek Fethi,Denge Yay. İst. 1988,s.63-64)

 

Ünlü Fransız yazar Michel Eyguem de Montaiğne ( 1533-1592) daha o tarihlerde Batı’nın giriştiği bu barbarlığı şöyle itiraf ediyordu:

 

“ Biz cehaletlerinden, görgüsüzlüklerinden yararlanıp onları bizdeki kötü örnekleriyle kalleşliğe, sefihliğe, her türlü insanlık dışı davranışlara, işkencelere alıştırdık. Kim, tarihin hangi döneminde ticareti böylesine bir sömürgeye dönüştürmüştür? Bunca şehir dibinden yıkılıyor, bunca milletin kökü kurutuluyor, milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor, dünyanın en güzel en zengin ülkesinin altı üstüne getiriliyor niçin? İnciler, biberler alıp satacağız diye mi? Makinenin aşağılık zaferi bunlar. Hiçbir zaman kazanç tutkusu, hatta hiçbir haksız sömürü dahi insanları böylesi korkunç bir kinle birbirine düşürmemiş, bu kadar yürekler acı kıyımlara yol açmamıştır.” ( Montaiğne, M; Denemeler, trc.Sabahaddin Eyüboğlu, Cem Yay. ist.,1970)

 

Amerikalı antropologlar, tarihte ilk defa kafa derisi yüzenlerin Avrupa’dan gelen beyazların olduğunu söylerler. 1978 yılında bir Japon gazetesinde ikinci dünya savaşı sırasında binlerce Japon askerinin kafasını Amerika’lı askerler keserek Amerika’ya hatıra olarak götürdüklerini, binden fazla askerin de kafasını keserek çukurlara attıklarını yazar.

 

Yıllardır bizlere seyrettirdikleri Kızılderili filmlerini düşünelim bir de ? Acımasız, vahşi, korkunç, ilkel, yamyam, saldırgan Kızılderili bunların karşısında ise; medeni ilerici, kahraman, gözü pek inek çobanı ( kovboy) İşte Avrupalının imaj bozması budur.

 

Durum böyle iken bizlere yıllardır yerlilerin insan eti yedikleri yalanını bu şekilde manipüle ederek yutturdular

 

“Saint François tarikatı papazı Marcos de Niza’nın Castilla kralına yolladığı mektuptan :

 

“ Yerliler İspanyollara hiçbir şey yapmadan, hiçbir şeye sebep olmadan yakıldılar. Oraya gelen Ocana isimli bir papaz adayı, yanan bir erkek çocuğu ateşten çekti. başka bir İspanyol gelerek çocuğu elinden alıp yeniden alevlerin ortasına attı. İspanyolların, yerlilerin ellerini,burunlarını ve kulaklarını hiç sebepsiz, sadece canları istediği için kestiklerini gözlerimle gördüğümü aynı şekilde doğrularım.”

 

Hindistan’da Fransızların yaptığı asimilasyon yetmezmiş gibi oradaki kumaş pazarını ele geçirmek için binlerce Hint kumaşçısının ellerini kestiğini dünya alem bilmektedir. Aynı Fransızlar 1994 yıllarında Uganda’da oradaki yerli kabileleri ( tutsiler, raunda ) birbirine düşürerek bazen direk bazen de dolaylı yollarla bu iki kabileye soykırım uygulatmıştır. Fransa’nın kanlı elleri ve kirli emelleri oraya ulaşmadan önce birleriyle kavga dahi etmeyen bu insanlar ;üç ayda bir milyon masum insanı katlede bilmişlerdir.

 

Bunların abartılı olduğunu zannetmeyelim. Bunların çok daha vahşi çok daha iğrençlerini gerçekleştirdiklerine yakın tarihimiz da şahittir. İkinci dünya savaşında Rusların ve Ermenilerin Anadolu’da yaptıkları katliamlar, yukarıda anlatılanları aratmayacak cinsten. Karnı deşilerek öldürülen hamile kadınlarımız, baltalarla kesilen başlar, yüzlerce toplu mezarlar vs.

 

Yakın zamandaki dünya tarihini hatırlayalım; Sırpların Arnavutluk’ta yaptıkları katliamlar medeni! Batının gözleri önünde yıllarca devam etti.

 

İsrail’in Filistin’de yıllardır sürdürdüğü devlet terörüne ne demeli? Dünya medyasının gözleri önünde bir babanın kolları arasında saklanıp bir köşeye pusan çocuğu ve babasını bilerek öldüren canilere kendilerinden olmalarına rağmen Filistinlilerin haklarını arayan ve İsrail tanklarının paletleri altında can veren gazeteci bayan muhabir (Rachel Corrie) hatırlayalım.

 

Temelleri diğer insanların kan ve gözyaşlarıyla atılan bu sahte medeniyetin bilinçaltı nasıl oluşmuştur? İşte bu sorunu cevabı her şeyi açıklığa kavuşturur niteliktedir.

 

Hırıstıyanlık’daki ilk günah teorisini hatırlayalım: Bu teori aynı zamanda Pavlos Hırıstiyanlığı’nın insan anlayışını da ele veriyor.

 

Buna göre İnsan daha anasının karnındayken günahkar olan insandır. Bu teze göre oğul babanın suçunu yüklenmektedir. İsa kendi bireyselliğinde günahsızdı ama İnsanoğlunun işlediği ( Adem ile Havva’nın) bu günah yüzünden tüm insanlık da bu günahı işlemiş gibidir. İşte günahsız İsa kendisini feda ederek insanlığın günahını affettirmeye çalışmıştır.

 

Peki bu öğretinin konuyla bağlantısı nedir? O da şu:

 

hırıstıyan inancına göre bu günahtan kurtulmanın bir yolu daha vardır ki, oda acı ve ıstırap çekmek. Onun için hırıstıyan dininde yeni doğan her çocuk vaftiz edilir. Böylece çarmıhta acı çekerek ölen İsa gibi acı çekerek günahlarını affettire bilirdi.

 

Bu korkunç öğreti gerçekte beraberinde de zumlu getiriyordu. Çünkü acı çekmek insanı masum ve günahsız kılmanın bir yolu ise, hırıstıyan olmayan ya da günahkar hırıstıyan bir insana acı çektirmek ona iyilik etmekti. Burada ünlü Engizisyon mahkemelerinin verdiği insan yakma cezaları her türlü işkence ve cinayeti yapan kilise tarafından bir arınma olarak görünüyordu. İşte batı tarihi boyunca görülen saldırganlığın ve cinayetlerin arka planında bu yanlış inanç yatıyordu. Böyle olmasaydı çeyrek yüzyıl içinde 60 milyon insanın ölümüyle sonuçlanan insanlık tarihinin en kanlı savaşları nasıl açıklana bilir?

 

Avrupalı sömürgecinin Afrika’dan 100, kuzey ve güney yerlilerinden 95 milyon insanın katletmesini neyle izah edile bilir? Orta doğuda ve Asya’da öldürdüğü masum insanların sayısı bilinmiyor.

 

Bertrand Russele’ın da ifade ettiği gibi İspanyollar Meksika ve Peru da bebekleri önce vaftiz edip hemen ardından beyinlerini dağıtıyorlardı. Böylece bu bebeklerin cennete girmelerini sağlamış oluyorlardı.

 

Zulüm medeniyetini Yahudi ayağına geldiğimizde ise; Biliyoruz ki, Yahudilere göre onlar tanrı tarafından seçilmiş Allah’ın en yakın dostları, günahları bağışlanmış, cenneti garantilemiş tek millet kendileri diğer bütün insanlar Allah tarafından bu seçilmiş kavme hizmet etmeleri için yaratılmıştır. Gerçekte bir Yahudi olmayanın yapacağı en güzel ibadet gerçek Yahudilere hizmet etmektir. Yahudiler ve hırıstıyanlar şuna inanırlar; Bir gün gelecek İsa gelip Tanrının krallığını kuracaktır. Bizler İsa gelmeden önce ‘Tanrı’nın kırallığı’nı kurmasına yardım etmeliyiz.

 

Yahudilerin diğer bir inancına göre ise; dünyayı kaos ve kargaşa kaplamadan kıyamet kopmayacaktır. Öyle ise kıyametin çabuk gelmesi için bizler dünyayı kaos ve kargaşaya sürüklemeliyiz. Peki bu inancın onlara sağlayacağı kazanç ne olabilir? Kazanımları şu : Bizler zaten cenneti garantilemiş Allah’ın seçilmiş ve sevilmiş kullarıyız bir an önce kıyamet kopsun da cennete gidelim.İşte Batı medeniyetinin vahşiliğinin koordinatlarını bütün bu yanlış inanç ve düşünceler vermektedir. Acımasızlıklarının altında yatan Saikler bunlardır.

 

Bir Yahudi olan ve ünlü Darwinizm teorisini geliştiren ve bizlere de yıllarca okutulan bu yalan ve yıkıcı teorinin kurucusu olan Charles Darwin, in aşağıdaki fikirlerini daha iyi anlıyoruz.

 

“İnsanlar aşağı ırklar ve medeni ırklar olmak üzere ikiye ayrılır. Aşağı ırklar gelişimini tam tamamlayamamış yarı insan yarı maymun canlılardır. Medeni ırklar bu aşağı ırkları yok etmelidirler Türk ırkı da aşağı ırklardandır. Ve onların da yok edilmesi gerekiyor”.

 

(THE LİFE AND LETTERS OF CHARLES DARWİN ,edited by his son ,Francis Darwin, new york 1888,sh..286)

 

Saint-Arnaud Mareşali Bageaud’un 14 Mayıs 1840’da, şu notu düştüğünü nakleder Garaudy: “Franklar’ın, Gotlar’ın yaptığına benziyen büyük bir işgal yapmak gerekiyor… Her tarafta bol su ve verimli topraklar olacak. Orada toprakların kime ait olduğu öğrenilmeksizin sömürgecileri yerleştirmek gerek.” Aynı Mereşal’in Mayıs 1951 günlüğü şöyle: “Geçtiğim yerlerde geniş geniş bir yangın bıraktım.Yaklaşık ikiyüz köy bütünüyle ateşe verildi, bahçeler yağma edildi, zeytinlikler kesildi” Sömürgeci Fransız Albay Tontağnac 19 Ocak 1842’de Maskara’dan yazıyor: “ Düşmanı izliyoruz; kadınlar, çocuklar,hayvanlar,buğday,arpa…. Ele geçiriyoruz.” Cnte d’ Herison İnsan avı isimli eserinde faillerden birinin tanıklığıyla nakleder:

 

“Mahkumlardan çift çift toplanmış bir varil dolusu kulak getiriyoruz….. Yerlilerin kulakları yine de uzun süre çifti 10 frank yaptı ve kadınlar tam bir av hayvanı muamelesi gördü.” (XX. Y. Biyoğrafisi 225) ( Mustafa İslamoğlu, Yürek Fethi,Denge Yay. İst. 1988 S.64)

 

Bütün bu değerlendirmelerden sonra Avrupa birliği diye isimlendirilen; dünyanın dört biryanındaki masum insanların kanını emen vampirlerin oluşturduğu, kızılderililerin ‘çift dilli, çok yüzlü’ diye tanımladığı böyle bir birliğe girmek için nelerimizi feda ettiğimizi, hangi değerlerimize ihanet etmek üzere olduğumuzu lütfen bir düşünelim.

 

Sevgili kardeşlerim; unutmayalım ki, bizim köklerimizin dayandığı medeniyet bir Rahmet medeniyeti olarak temellerinde hiçbir milletin, ırkın kan ve göz yaşının bulaşmadığı saf ve berrak bir medeniyyettir. Buna delil olarak yüzlerce şey söyleyebiliriz. Şu kadarını söyleyelim ki, atalarımız fethettikleri yerlerin insanlarının önce gönüllerini fethederlerdi . Zaten diğer milletler ne zaman gelip bizi de topraklarına katacaklar diye sabırsızlıkla onların gelip kendilerini kuşatmaların ve kurtarmalarını isterlerdi. İnanmayanlar 600 yıllık Osmanlı tarihine bakabilirler.

 

Avrupa’da yaşayan değerli kardeşlerim, sizler böyle bir medeniyetin sahibinin torunları olarak anlınız ak, omuzunuz dik, göğsünüz ilerde olarak ve hiçbir komplekse kapılmadan bulunduğunuz yerin sokak ve caddelerinde kendinize güvenerek dolaşa bilirsiniz.

 

Sizleri Allah’ın selamıyla selamlarım.

 

Yararlanılan kaynaklar:

 

Kızılderililer nasıl yok edildi,şule yay.İst. 1997

 

Mustafa İSLAMOĞLU; Sözün gücü mü? Gücün sözü mü? , Yerliler ve Yersizler, Ayetlerin ışığında, Yürek Devleti

 

Ali BULAÇ , ‘İslam ve Fundamentalizm’,İzyayıncılık İstanbul,1997

HİLAL HABER