BATI İLE İMTİHANIMIZ

Ömer Naci YILMAZ

VAN 28.03.2017 09:59:00 0
BATI İLE İMTİHANIMIZ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Genelde Batı, özelde ise Avrupa işi gücü bırakmış Türkiye’deki referandumla doğrudan ilgilenmekteler. Gören ve duyan referandumun Türkiye’de değil de Avrupa’da yapıldığını zanneder. Bu referandumla Türkiye’de nelerin değişeceğini -öyle anlaşılıyor ki- Avrupa bizden daha iyi biliyor. Bizden daha iyi bildikleri için mevcut düzeni korumak adına her türlü terör örgütü ve Türkiye düşmanı tek cephede birleşmiş durumdalar. Hep bir ağızdan ‘hayır’ diye bağırmaktalar.
Bütün bu gayretlerden anlaşılıyor ki batı için I. Dünya Savaşı bitmemiş, Çanakkale Savaşları bitmemiş, İstiklal Savaşı bitmemiş. Dünyanın terbiyesi adına üstlendikleri Yalta Konferansı kararları halen uygulanmaya çalışılmaktadır. İnsan Hakları, Kopenhang Kriterleri, Demokrasi, Dünya Kadınlar Günü vs. hepsinin uydurmaca, hepsinin bir maske ve makyaj olduğu oltaya çıktı. Bizimkiler beğense de beğenmese de Reis Batının façasını indirdi, yüzlerindeki sentetik boyaları döktü ve gerçek yüzlerini ortaya koydu. Amerika’daki yerlilere kıyım uygulayan Batı ne ise bugünkü de aynıdır. Avustralya’daki Aborjinleri katleden Batının zihniyeti ile bugünkü Batının zihniyeti aynıdır. Milyonlarca Afrikalıyı köle yapan zihniyet ne ise bugünkü Batı aynı zihniyettedir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı coğrafyasını parçalayan, darmadağınık eden Batı ne ise Osmanlının bakiye Türkiye Cumhuriyeti’ne de aynı muameleyi yapmak isteyen yine aynı Batıdır.

Batının tıynetinin, zihniyetinin ne olduğunu anlamak için çok şey bilmeye veya tarih bilmeye de gerek yoktur. Bizim I. Dünya Savaşı’nda mücadele ettiklerimiz, Çanakkale’den geçirmediklerimiz, İstiklal Savaşı’nda denize döktüklerimiz bugün neden ‘hayır’ cephesinde yerlerini aldılar? Bunların cevaplarını düşündüğümüzde veya vaziyeti anlamaya çalıştığımızda sorular yeni soruları beraberinde getirmektedir. Lozan’da ne dediyseler eyvallah dedik, hiçbir talebimizi kabul ettiremedik. Musul’un elimizden çıkmasını sadece seyrettik. Bizim 1923’te rejimin adını Cumhuriyet olarak belirlememiz onları memnun etmiş; fakat kesmemişti. Halifeliği ilga etmemizi istediler, ona da tamamdır dedik. Ardından Osmanlı ailesini pes perişan bir vaziyette sınır dışı ettik yine olmadı. Kanunlarımızı da alacaksınız dediler, onu da yaptık yine yakamızı kurtaramadık. İki binli yıllara kadar bu coğrafyada istemedikleri hiçbir şey olmadı. Ne yaparsak yapalım bizi kendimizle baş başa bırakmıyorlar.

1960’lara gelindiğinde kendilerinin belirlediği kırmızı çizgiyi aşan Türkiye’de darbe yaptılar,  Menderes ve iki bakanını idam ettiler. 1971 ve 1980’de askeri darbe yaparak ülkeye ayar verdiler. 1997’de merhum Erbakan’a postmodern darbe yaparak yine ülkeye ayar verdiler. 1960’tan önce olmayan Anayasa Mahkemesi ve Senato’yu getirerek ülkenin belirledikleri çizginin dışına taşmasına müsaade etmediler. Sen ne kadar seçimle gelirsen gel, ne kadar oy alırsan al, onlar için fark etmez. Zira ipler daima puştun elindedir. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Demirel’in bana anlattığı bir anekdot vardı, onu paylaşmak isterim. 10 Ekim 1965 seçimlerinde Demirel’in başında bulunduğu Adalet Partisi %52.87 oy almış, askerin biri: “Sen buraya nasıl geldin?” diye sormuş. Demirel sandıkla geldim deyince: “Ha şu sandıksal demokrasiyle geldin öyle mi?” demiş. “Nasıl gelirsen gel, hangi oranda oy alırsan al, seni sana bırakmıyorlar.” demişti. İşte bunu kurdukları, oluşturdukları vesayet kurumları eliyle yapıyorlardı. Öncelikle tüm kurumlara kendileri yerleşmişti, çünkü racon böyle işliyordu. Daha sonra ihaleyi Feto’ya verdiler, o her yere sızdı. Burada söylenecek çok mesele var; ancak bu kadarıyla yetinelim.

İşte 16 Nisan 2017 referandumuyla millet siyasal egemenliğini eline alıyor. Ölçü veya ölçüt çok basittir. Dün Osmanlıyı yok edenler bugün bakiyesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ni yok etmek istiyorlar, onun için ‘hayır’ silahlarıyla saldırıyorlar. Bizim evet dememiz için dışarıdaki hainlerin ne dediğine bakmak yeterlidir. Bizim insanımızın ‘hayır’ diyenlerine takılmamak lazım. İdeolojik sebepleri vardır, özel ve siyasal kinleri vardır, on beş yıldır yıkamamanın verdiği hırçınlık vardır. Vatan haini olan ‘hayırcılar’ vardır, vatanlarını seven ‘hayırcılar’ vardır. Vatanlarını seven ‘hayırcılar’ bizim insanımızdır. Yarın biz o insanlarla omuz omuza, sırt sırta bu ülke ve geleceği için yine birlikte çalışacağız. Vatanımıza tasallut etmek isteyen hainlere karşı yine birlikte mücadele edeceğiz. Bizim meselemiz vatan hainleri ve düşmanlarıyladır. Onların yapmak istedikleri bizim nerede durmamız gerektiğini göstermektedir. 
Yerimizden de, yurdumuzdan da Reisimizden de içerden ve dışarıdan bilumum gâvura karşı verdiği mücadeleden de memnunuz. Allah başımızdan eksik etmesin.
Parlamenter sistemle 15 yıldır ülkeyi yöneten ve girdiği her seçimi kazanan Reis’e diktatör dediniz. Bu seçimleri siz kazansaydınız diktatör mü olacaktınız? Yalan söylüyorsunuz. Dünyanın neresinde bir diktatöre diktatör denilebilir ki? İşte bizim insanımız bu. Diktatör olmadığını ve olmayacağını bal gibi biliyorlar. Peki, niye böyle diyorlar? Yenememenin, yıkamamanın verdiği hırçınlıktan dolayı böyle söylüyorlar. Reis’in diktatör olmadığını en iyi onlar biliyorlar, zira dünyanın neresinde diktatörün anasına, ailesine ve çocuklarına küfür edilebilir ki? Türkiye’nin demokrasi seviyesini göstermesi bakımından bu bile yeterlidir.

Batı ne mal olduğunu hem bize, hem de bütün dünyaya gösterdi. Sentetik maskeleri döküldü, gerçek niyetleri ve asırlardır gizledikleri yüzleri ortaya çıktı. Onlar zaten böyleydi, bilenler biliyordu. Bizimkiler, batı hayranları batının ne olduğunu umarım görmüş ve anlamışlardır. Bunca iki yüzlülükten sonra hala batı diyorsanız, hâlâ çağdaş medeniyet diyorsanız biz de diyoruz ki yeter artık bu komplekslerinizden kurtulun ve kendinize gelin.