'Başörtüleriyle Değil, Zenginlikleriyle Aynılaşıyorlar'

'Müslüman bir ülkede kadın olmak' adlı makalenin yazarı Sema Kaygusuz 'aslında' ne demek istediğini anlattı...

VAN 3.10.2012 14:59:37 0
Tarih: 01.01.0001 00:00

Fransa'nın Liberation gazetesinde geçen ay bir makale yayımlandı: "Müslüman bir ülkede kadın olmak".

Makale, edebiyatçı Sema Kaygusuz'a ait.

Kaygusuz, makalede, hem Batılı toplumları Müslüman addedilen ülkelere yaklaşımları nedeniyle eleştiriyor hem de Türkiye'de halen tartışmalı olan "başörtüsü özgürlüğü" gibi konularda görüşlerini dile getiriyordu.

Norwich Writers' Center ile British Council'ın ortaklaşa düzenledikleri program dahilinde 6 haftalığına İngiltere'ye gelen Sema Kaygusuz makale ve gündemde olan konular hakkında açıklamalarda bulundu. Neden "Taptıkları Tanrı sadece para kazanmayı öğütlüyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi yoksullar yoksullara, arsızlar arsızlara benziyor." dediğini anlattı.

"YEŞİL VE SEKÜLER DENİLEN SERMAYE ÇOKTAN BİRLEŞTİ!"

Neden Liberation'a "Müslüman bir ülkede kadın olmak" başlıklı bir makale yazdınız?

Liberation gazetesi, "Müslüman bir ülkede kadın olmak" konulu bir makale dizisi başlattı. Tunus'tan, Cezayir'den, İran'dan ve Türkiye'den kadın yazarlara bu soruyu yöneltti. Her Cuma bir ülkeden bir yazarın yazısı yayımlandı, halen yayımlanıyor. Çok açık ki "Müslüman bir ülkede kadın olmak" sorusu anti-laik, ayrımcı ve son derece oryantalist bir soru. Derin bir İslamofobi'ye isaret ediyor. Ama demek ki böyle bir zihinsel iklim de oluşmuş. O yüzden kaleme aldığım yazıda öncelikle bu sorunun kendisini eleştirdim.

"Başörtüsü özgürlüğü"ne dair bir tespitiniz var makalede, örneğin. Diyorsunuz ki: "Niyeyse kimse başörtüsünün bir kadının evden çıkma aracı olduğunu akla getirmez."

"Başörtüsüyle dışarı çıkabildiği için üniversiteye gidebilmiştir kızlar" dediğimde aslında bir genellemede bulunuyorum. Bazı başörtülü kadınları bu genelleme incitebilir. Fakat şu da bir gerçek ki 'kadınların başını inancından ötürü örtüyor oldukları' söylemi de bir genellemedir. Biz kimsenin kalbini bilemeyiz. Bazıları ilahi emir diye örtünür, bazıları da gelenekleri nedeniyle başını örtmezse dışarı çıkamayacağı için... Dışarı çıkmanın da bir aracıdır başörtüsü. Keşke şu başörtüsü özgürleşse de, keşke şu anda nedense sakinleşmiş olan bu tartışma yeniden alevlense de kadınlar başörtüsüyle kamuda görev alabilseler, üniversiteye gidebilseler, bu saçma yasakçı zihniyetten bir arınsak da başörtüsünü özgürce tartışabilsek. Özgür olmayan hiçbir şeyi kıyasıya irdeleyemeyiz, irdelediğimiz an yasakçı devletle aynı safa düşebiliriz çünkü.

Peki nasıl tartışılacak bu, sizin gibi düşünen başka insanlar da benzer kaygılardan ötürü bu gibi eleştirilerini dile getirmezse?

İşte bu tam Türkiye toplumunun bize yaşattığı zihinsel dayatma biçimi, bir kutuplaşma halidir. Doğal olarak yasakçı hiçbir zihniyetin bir parçası olarak görülmek istemem. Söz konusu edebi metin değilse, bazı düşünceleri kendime saklarım. Mesela derin bir kuşku duyuyorum başörtüsüyle ilgili. Antropolojik olarak, kültürel olarak, inançla ilişkisi, özgürlükle ilişkisi üzerinden henüz yanıtlanmamış sorularım var. Mesela başörtülü bir kadın hostes olmayı istemez mi, yüzücü olmayı, aktris olmayı istemez mi? Yani özgürlük dediğimiz çerçeve nedir, bunları sorgulamak istiyorum. Ama bunu merak etmeye başladığım andan itibaren zaten yaralı olan bir varoluşu daha da yaralamış olurum. Türkiye zihinsel tartışmalarını daima bekletiyor. Bazı konularda hep yüzeyde kalıyoruz. O yüzden en özgürleştirici düşünce yolu yine edebiyat. Edebiyatta her şeyi söyleyebiliriz.

Peki aynı makalede "Taptıkları Tanrı sadece para kazanmayı öğütlüyor. Dünyanın her yerinde olduğu gibi yoksullar yoksullara, arsızlar arsızlara benziyor." diyorsunuz. Hükümeti mi kast ediyorsunuz?

Hükümet ve yükselen yeni sermaye. Biz kendi aramızda laiklik, cumhuriyet tartışmaları yaparken, sermaye din iman tanımıyor. Yeşil sermayeyle seküler görünen sermaye çoktan birleşti. Türkiye aslında çok ciddi bir sınıfsal yarılma yaşıyor. Ben bu yazıyı sosyalist bir vurguyla bitirmek istedim. İnsanlar dinleriyle, başörtüleriyle değil, yoksulluklarıyla ve zenginlikleriyle aynılaşıyorlar.

"ERTAŞ'IN ÖLÜMÜ ACI CENAZESİ UTANÇ VERİCİYDİ!"

Türkiye, en önemli halk ozanlarından birini, Neşet Ertaş'ı daha yeni kaybetti. Cenazesinin camiden mi cemevinden mi kaldırılacağı tartışıldı. Bazı Alevi dernekleri, "Devlet sanatçılığını reddetmiş bir insana zorla devlet töreni yapılmak isteniyor. Neşet Ertaş ölümünde zorla Sünnileştirilmeye çalışılıyor" dedi. Siz de aynı şekilde mi düşünüyorsunuz?

Evet, tamamen öyle düşünüyorum. Çok yazık değil mi? Yani Bektaşi geleneğinden geliyorsun, cenaze namazın camide kılınıyor. Devlet erkanı bir cemevine gidip de orada bir abdalı uğurlayamadı. Bu tam bir nasipsizlik, medetsizlik hali. Halbuki her cemevi bir ibadethanedir, sosyal bir tesis değildir. Oradan cenaze kalkar. Ailesi "Hayır, o herkesin ozanı, camiden kalkması lâzım." dese bile Neşet Ertaş gibi bir kimlik artık temsil ettiği değerlere de aittir. Ne var ki bir abdalın cenazesini kaç kişi sömürdü? Şirketler sömürdü, Turkcell müzik sattı, Kırşehir Belediyesi reklam yaptı. Neşet Ertaş'ın ölümü zaten acıydı. Ama cenazesi bence utanç vericiydi. Türkiye toplumu onu layıkıyla uğurlayamadı.

(Kaynak:BBC Türkçe)