Başına Buyruk Bir Yargı, Zehirli Gaz ve ’Müstemleke Valisi’ Edâlı B.Elçi

Çünkü, yargı adeta, hiçi hata yapmaz, günah işlemezmiş gibi, onu yargılayan , bi rüst makam bulunmuyor ve kesin hüküm haline gelen kararları, zulmün taa kendisi bile olsa, şeklen adâlet olarak kabulleniliyor.

VAN 10.04.2014 11:20:02 0
Başına Buyruk Bir Yargı, Zehirli Gaz ve ’Müstemleke Valisi’ Edâlı B.Elçi
Tarih: 01.01.0001 00:00

Selahaddin E. Çakırgil

secakirgil@yahoo.com

Daha önce de, ’(İcra/ Yürütme organı) Hükûmet’in karar ve uygulamaları Danıştay tarafından; (teşrî’/ kanun koyma organı) Meclis’in karar/ kanun ve uygulamaları Anayasa Mahkemesi tarafından kontrol ediliyor; ancak, Yargı’nın karar ve uygulamaları kim tarafından ve nasıl yapılacak?’ diye bir soru sorulmuştu, bu sütundaki (ve 30 Aralık 2013 tarihli ve ’Yargıyı kim yargılayacak? Yoksa, ’juristokrasi’ sürecek mi?’ başlıklı) bir yazıda..

Çünkü, yargı adeta, hiçi hata yapmaz, günah işlemezmiş gibi, onu yargılayan , bi rüst makam bulunmuyor ve kesin hüküm haline gelen kararları, zulmün taa kendisi bile olsa, şeklen adâlet olarak kabulleniliyor.

Halbuki, en büyük zulümler de adâlet adına işlenenlerdir.

*

Bir önceki yazıda da, Anayasa Mahkemesi’nin de ’yargıçlar diktatöryası’na özendiği ifade edilmeye çalışılmıştı; Twitter ve Youtube gibi Amerikan şirketlerinin menfaatlerini korumak istercesine aldığı karar üzerine..

Ancak, kamuoyunca bilinmeyen bir acaib ve hukukî açıdan, ancak neredeyse birkaç kağıdçılıkla nitelenebilecek bir yol da izlenmiş..

Çünkü, Hükûmet Sözcüsü Bülent Arınç’ın 7 Nisan günü yaptığı açıklamaya göre, Anayasa Mahkemesi, kendisinin bazı kararları almasına engel olan kendi içtüzüğünü değiştirmiş ve o engeli kaldırdıktan sonra, istediği değişiklik yönünde kararlar almış..

Hani, bir güreşçiyi ne yapıp edip yenmiş veya yenilmiş gösterebilmek isteyen bir hakem’in yetkileri olmayınca, o yetkileri hemen o anda yeniden düzenleyip hedefine varması gibi bir tuhaf durum..

Buna benzer ve daha ağır bir durum daha önce de yaşanmıştı..

Refah veya Fazîlet Partilerinden birinin kapatılmasında, Siyasî Partiler Kanunu’ndaki bir maddenin kapatılmaya engel olduğu görülmüştü. Bunun üzerine, Anayasa Mahkemesi herhangi bir başvuru olmadığı halde, sözkonusu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiş ve o maddeyi ibtal ederek, kapatma kararını ’gönül rahatlığı’ (!) içinde vermişti.

Şimdi de benzer bir durum..

Komedinin ötesinde, hukuk mantığı açısından, traji-komik bir durum..

Şöyle ki..

Başbakan Erdoğan’ın, ’Mahkeme kararıdır, uygulamak zorundayız.. Ama, bu karara saygı duymuyorum..’ dediği konu Bülend Arınç’a sorulduğunda, o da cevaben şöyle diyordu:

’AYM’nin oy birliği ile verdiği karar öncelikle AYM’nin kuruluşu ve yargılama usulleri ile ilgili kanuna aykırıdır.

Twitter ile ilgili konuda bunu aştıklarını görüyoruz. AYM, kendi içtüzüğünün 71. Maddesinin 21. Fıkrasında, mahkeme içtihadının oluştuğu alanlarda ve ivedilikle karar alınması gereken durumlarda Bakanlık cevabını beklemeden esas hakkında karar alabileceğine dair bir hüküm koymuş.

Bu, 5 Mart tarihine kadar yoktu. Aceleyle içtüzüklerini değiştirmişler ve bu ifadeyi koymuşlar.

Bu fevkalade mânidar ve düşündürücü geliyor.

AYM burada durumdan vazife çıkarmış.

Eskiden durumdan vazifeyi başka kurumlar çıkarıyordu.

Artık onlar durumdan vazife çıkarmıyor genelde.. Kendi konumlarını vazife edindiler.

Twitter şirketi aleyhinde tam 27 tane mahkeme kararı var. Bu 27 karardan 4’ü uygulandı, diğerleri de uygulama aşamasındaydılar, ama AYM’nin kararı imdadına yetişti.

AYM, böyle bir karar almakla kendi türk yargısını geçersiz sayacak bir sonuca ulaştı; Twitter isimli şirkete, ’Türkiye mahkemelerinin kararlarını uygulamayabilirsiniz..’ şeklinde bir güvence vermiş oldu. Twitter şimdi 23 mahkeme kararını uygulamama konusunda eline büyük bir koz geçirmiş oldu. (...) AYM’nin aslında şunu yapmasını alkışlayabilirdik: Sen nasıl olur da Türk yargısının verdiği kararı uygulamıyorsun. Sen bunları mutlaka uygulayacaksın..

Sayın Başkanın (AYM Başkanı’nın) şahsına büyük saygımız var; ama oybirliği ile verdikleri karar Türk yargısını ve bireyi korumaya yönelik bir karar değildir. (...) AYM kararı bence çok yanlış bir karardır düzeltilmesi gerekir. Elbette bu kararı uygulamak durumundayız, ama mevcud tedbirlere ilave tedbirler de getireceğiz.

Biz şimdi ferdin hukukundan bireyin haklarından vazgeçecek değiliz.

Bir ev hanımının kendi adıyla porno yayıncılık yapılıyorsa bir devlet bir hükümet bir yargı bu insanın haklı şikayetini görmezden gelebilir mi?

“Efendim, sanal âlemde her şey yapılabilir…”

Böyle bir özgürlük hayvanlar âleminde bile yok.

Herkes kedisini kessin, hayvanlarla ilişkisini internette yaysın şöyle olsun böyle olsun..
Bizi anayasada verilen görevler var biz de bunları sonuna kadar uygulamakla görevliyiz.’

Evet, Arınç’ın bu sözlerinden çıkan mânâ düşündürücüdür.

Buna karşılık, AYM Başkanı Hâşim Kılıç da, ’kendi içtüzüklerini yeniden yapabileceklerini ve gerekli gördükleri ve sonradan telâfisi imkânsız zararların ortaya çıkacağı kanaatine vardıkları zaman, AYM’ne müracaat için iç hukuk yollarının tüketilmesi gibi bir şartın gerçekleşmesini beklemeden derhal karar verebileceklerini’ söylüyor.

*

Bazı çevreler, AYM Başkanı Hâşim Kılıç’ın önümüzdeki Ağustos ayında yapılacak C. Başkanlığı seçimine aday olmaya hazırlandığı ve bu gibi kararların da bazı çevrelere selâm çakmak mahiyetinde olduğu şeklinde değerlendirmeler yapıyorlar. Hatırlanacağı üzere, İlker Başbuğ da AYM kararıyla tahliye edildiğinde, ’Bugün TC sisteminde sadece Anayasa Mahkemesi sağlıklı olarak çalışmaktadır..’ gibi bir açıklama yaparak, minnet borcunu ödemişti..

Şimdi de, Twitter ve Youtube gibi Amerikan şirketleri, Anayasa Mahkemesi’ne şükran borçlarını ifade edebilirler. Çünkü, Türkiye’den milyonlarca ’müşteri’yle irtibatlarını vergi vermeksizin sürdürüyorlar ve kanunen suç işlendiği, hukuksuzluk yapıldığı iddialarına kulaklarını tıkıyorlar ve haksızlığa, zulme veya zarara uğradıklarını iddia eden kişilerin T.C mahkemelerinden aldıkları kararları uygulamıyorlar ve bütün bu sınır tanımazlıkları, küstahlıkları AYM tarafından da, hemen teyid olunuyor ve Hâşim Kılıç aldıkları kararı savunabiliyor. Amerikan şirketlerinin -başka ülkelerin iç siyasetlerini dizayn etme gayretine girmek, istihbarat toplamak ve ve casusluk faaliyetleri de dâhil- ticarî kazançları uğruna, isimleri Türkiye’ye ödettirilen ağır bedellerin telafisini düşünmeyen bir AYM’nin, Amerikan şirketlerinin zarara uğraması karşısında bu kadar hassas olunması üzerine, ’Bu kadarına da pess..’ demekten başka bir şey söylemek gelmiyor elden..

Halbuki, bu karar, tam da Tayyîb Erdoğan’ın dediği gibi, ’millî bir karar değildir..’ ve beynelmilel odakların alkışını kazanmaya yönelik bir karardır. AYM, milyonlarca insanın kullandığı bir iletişim kanalının kapatılmasının doğru olmadığını düşünürken, Türkiye mahkemelerinin kararlarına asla itibar etmeyen bu Amerikan şirketlerinin değirmenine su dökmektedir.

*

’GUTA’ KİMYASAL SALDIRISININ TÜRKİYE ÜZERİNE YIKILMA ÇABASI..

Bülend Arınç, ayrıca, ’Suriye içsavaşı sırasında Şam yakınlarındaki Guta’da geçtiğimiz Ağustos ayında 1000’den fazla insanın ölümüne müncer olan kimyasal saldırının ardında Türkiye’nin bulunduğu’na dair, Amerikalı ünlü gazeteci Seymour Hersh’in iddialarının hatırlatılması üzerine, ’Külliyen yalan ve iftiradır. Dışişleri Bakanlığımızın bize gönderdiği not var. (Amerikan Başkanlık Sarayı) Beyaz Saray yetkilileri de yalan olduğunu bizzat vurguladılar.’ diyordu.

Bu vesileyle bu konuya da kısaca değinmekte fayda var.

*

7 Nisan günü London Review of Books sitesinde yayınlanan ’The Red Line and the Rat Line’ (Kırmızı çizgi ve Kaçak / Köstebek yolu) başlıklı makalesinde Seymour Hersh, bir ABD’li istihbaratçıya dayanarak Guta’daki kimyasal saldırının ardında Erdoğan hükümetinin olabileceğini ileri sürüyordu.

Sözkonusu kimyasal saldırı üzerine, ABD ve Fransa da Suriye’ye doğrudan askeri müdahale hazırlıklarına başlatmıştı. Hersh ise, makalesinde göre; İngiliz istihbaratının, katliâmda kullanılan gazdan bir örnek aldığını ve bunun Suriye envanterindeki kimyasal silahlarla uyuşmadığını belirlediğini, bu durumun, Pentagon’da kuşkular uyandırdığını yazıyordu. (Sanki, Esed rejiminin de böyle bir kanaat oluşturmak için envanterinde bulunmayan kimyasal gazları kullanması mümkün değilmiş gibi..)

Hersh, kendisine bilgi veren Amerikan Savunma İstihbarati Ajansı (DIA)’ya bağlı bir Amerikalı istihbaratçının, Türkiye hükûmeti içinden bazılarının, Suriye’de bir sarin gazı saldırısıyla Obama’nın Esed’e karşı harekete geçirilebileceğini planladıklarını belirtiyordu. (Burada, TC. Dışişleri Bakanı A. Davudoğlu başkanlığında yapılan en üst seviyeli dört bürokratın istirakiyle yapılan kozmik odada yapılan bir toplantının gizlice dinlenip Youtube’de yayımlanmasını da hatırlayabiliriz. Hersh, makalesinde bu durumu da belirtiyor.)

Hersh’ün iddiasına göre, ABD’nin elinde, AK Parti hükümeti ile El’Qaide’nin kimyasal silah işbirliği şüphelerini destekleyen pek çok rapor ve kanıt bulunuyormuş..

Hersh, geçtiğimiz Mayıs ayında Türkiye’nin güneyinde sarin gazı ürettiği iddiasıyla tutuklanan, ama kısa sürede salıverilen En’Nusra üyeleri de hatırlatıyor. Hersh’in iddiasına göre, geçen Mayıs ayında Erdoğan’ın Washington ziyareti sırasında Obama ile Erdoğan, bir yemekte buluşurlar. Yemek boyunca Erdoğan, Esed’in ’kırmızı çizgi’yi aştığını hatırlatır. Ama Obama Esed’e müdahalede gönülsüzdür.

Hersh’ün aktardığına göre Erdoğan birkaç kere Fidan’ı konuşmaya dahil etmeye çalıştıysa da her defasında Obama Fidan’ın sözünü “We know” (biliyoruz) diyerek keser, bunun üzerine Erdoğan hiddetlenir. Bundan sonrasını, Hersh, ABD istihbaratçısının iddiasını, toplantıdaki Danilov’un sözleriyle aktarıyor: “f.cking waved his finger at the president inside the White House”. (Burada, Danilov’un, Erdoğan’ın Beyaz Saray’da Obama’ya, hakaret ifade eden bir şekilde, Lanet olsun! Beyaz Saray’da başkana parmağını salladı! dediği aktarılıyor.)
*

Seymour Hersh'ün, Suriye'de geçen yıl 21 Ağustos'ta düzenlenen kimyasal saldırının arkasında Türkiye'nin olduğuna yönelik iddiaları, aynı gün, Beyaz Saray ve ardından da, USA Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanıyordu. Bakanlık Sözcüsü Jen Psaki, günlük basın brifinginde konuyla ilgili soru üzerine, ’kimyasal saldırının Suriye rejimi tarafından düzenlendiğine hiç şüphe olmadığını’ vurguluyor, "Raporlarımızın, edindiğimiz istihbaratın, 21 Ağustos'taki bu saldırıların Suriye rejimi tarafından yapıldığına hiç şüphe olmadığı yönündeki uluslararası toplum görüşünün arkasındayız" diye konuşuyordu. Ayrıca, Hersh’e bu konuda bilgi veren “eski yetkililer” de isimlerini açıklamıyordu..

Buna rağmen, yıllarca TC.’nin Washington’da b.elçilik vazifesini yürüten, şimdi ise, CHP Gen. Başk. Yard.lığını üstlenen Faruk Loğoğlu ise, twett’lerinde, ’Suriye’de kimyasal silahı kimin kullandığını öğrenmek istiyorsanız Seymour Hersh’ün yazısını okuyunuz.’ diyor; iç siyasî manevralar hatırına, emperyalist odakların entrikalarını doğru gibi kabul ediyordu. MHP m.vekili Lütfi Türkkan da, ’Sarin gazı.. Can veren sabiler.. Dindar Başbakan.. Bir yerde ber yanlışlık var..’ diyerek aynı entrikaları doğrnu kabul ediyordu, tahkik etmeksizin ve hedefin sadece Erdoğan değil, Türkiye olduğunu görmezlikten gelerek...

İran’ın devlet gazetelerinden Kayhan’da ise, Hersh’ün bu yorumunu, 8 Nisan günü, ’Ünlü Amerikalı yazar ve gazeteci ifşa etti.. Suriye’deki kimyasal silah, Türkiye’nin işi idi..’ şeklinde veriyordu; o da bir tahkik etmek gereğini duymadan.. Ve de, haberin girişinde Amerikan makamlarının yalanlamalarına değinmeden..

Ve, ’Müstemeleke Valisi’ edâlı B.Elçi..

İlginç olan şu ki, aynı gün, 7 Nisan günü B. Amerika’nın Türkiye’deki B. Elçisi Francis Ricciardone’nun, Hürriyet gazetesine verdiği uzuun bir mülâkat da yayınlanıyor ve ilginç görüşler serdediyordu, tıpkı bir ’Müstemleke Valisi’ gibi yukarıdan ve tıpkı, miladî- 19. yüzyıldaki ’Müstemleke Valileri’ni hatırlatan buyurgan bir edâ ile..

Hatırlayalım ki, Ricciardone, 17 Aralık’ta, Yolsuzluk Operasyonu olarak adlandırılan Darbe Teşebbüsü öncesinde, AB ülkelerinin Ankara’daki büyükelçilerine verdiği bir yemekte, ’Uyarılarımız dikkate alınmadı, şimdi bir imparatorluğun çöküşünü izleyeceksinizgibi üstü kapalı sözler söylemiş ve hemen arkasından da 17 Aralık süreci başlamıştı. Tayyib Erdoğan ise, o günlerde, Trabzon’da yaptığı bir konuşmada, Amerikan B. Elçisi’ni kasdederek, ’Sizi taşımak zorunda değiliz..’ diyerek, onu kapı dışarı edebileceklerini zımnen hatırlatıyordu, ama, bu gerçekleşmiyecekti..

Ricciardone, şöyle diyordu (özetle):

- (30 Mart) Seçim sonuçları sizi şaşırttı mı?

(...) Sonuçlara şaşırdığımızı söyleyemem. Zira tahmin aralığı çok genişti.

- ABD açısından seçim sonuçları ne anlama geliyor?

Bütün demokrasilerde seçimler bankaların kendi kendilerine uyguladığı stres testi gibidir. Seçimler insanlara demokrasilerinin ne kadar sağlıklı ve diri olduğunu test etme imkânı sağlar. Testin sonuçlarına da halkın kendisi ve liderler karar verir. Samimi olmak gerekirse geçirdiğimiz seçim kampanyası sürecinde beni Türk-Amerikan ilişkilerinin üzerindeki etkisi nedeniyle endişelendiren iki şey oldu. İlki, Türkiye’nin dışarıda, özellikle de benim ülkemden görünüşü. Amerikalılar şunu kesinlikle anlayamıyor; bizim çok iyi dost ve müttefikimiz olan, birinci sınıf demokrasilerden oluşan Avrupa-Atlantik kulübünün bir üyesi olarak gördüğümüz bir ülkenin hükümeti nasıl olur da Twitter ve Youtube’a tümden yasak koyar. (Gazeteci, burada, bu iletişim araçlarının, Türkiye mahkemelerinin kararlarını dikkate almadığını, ama, Amerika ve birçok Batı ülkesindeki mahkemelerin kararlarına boyun eğdiğini hatırlatamıyor.)

- 17 Aralık operasyonu ile birlikte ortaya atılan eski bakanlar ve hatta Başbakan’ın aile ferdlerini de kapsayan yolsuzluk iddiaları konusunda ne düşünüyorsunuz?

Ben Türkiye’ye uzun vadeli bir perspektif üzerinden bakıyorum. Türkiye pek çok alanda çok ilerledi. Dünya standartlarında bir demokrasi için giderek gelişen bir farkındalık var. Biliyorsunuz, ‘kontrol mekanizması ve denge’ (checks and balances) dediğimiz şeyin önemi 1990’larda anlaşılmıyordu bile. Otoriterliğe karşı, ya da gizli grupların oluşumuna karşı ya da derin devlet denen yapılar içindeki yasadışı faaliyetlere karşı nasıl korunuruz? Bugün bunları tartışıyorsunuz. İyi bir idare istiyorsunuz ve talep etmeye devam ettiğiniz takdirde, bunu elde edeceğinize eminim. (...)

- Biraz önce Ankara ile 17 Aralık sonrasında yaşadığınız sıkıntıların kökeninde Fethullah Gülen’in ABD’de yaşaması olduğunu imâ ettiniz. Erdoğan ...Gülen’in iadesi konusunu Başkan Obama ile yaptıkları telefon görüşmesinde konuştuklarını söylemişti. Gülen’in Türkiye’ye iadesi masada mı?

Beyaz Saray’ın 19 Şubat’ta gerçekleşen o telefon konuşmasıyla ilgili açıklaması net. Hatta konuşmanın içeriğine açıklama getiren başka bir açıklama daha yapıldı. Ben de o noktada bırakayım. Ama o telefon konuşmasında bir kez daha vurgulanan temel nokta şuydu; biz Türkiye’ye saygı duyuyoruz ve kesinlikle içişlerinize karışmayız. Elbette bu meselenin farkındayız. Evet hükümetiniz konuyu gündeme getirdi. (...) Ancak ülkemizde ikamet eden Türk vatandaşlarının haklarını kullanmasına da karışmayız.

- Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf geçen hafta sorular karşısında Gülen’i kastederek ‘O beyefendiyi unutun’ dedi. Bu ne anlama geliyor? Gerçekten de ‘bırakın bu işleri iki ülke arasındaki asıl önemli meselelere bakalım’ mı demek? Yoksa ‘Unutun, o artık dönmez’ mi demek?

Ben de sözcümüz Marie Harf gibi iki müttefik açısından gerçekten önemli olan konulara odaklanmak isterim. Bize göre, yasadışı aktivite emareleri olmadıkça ülkemde yaşayan bir Türk vatandaşıyla ilgili konuşmak karşı karşıya olduğumuz gerçekten ciddi meseleler konusunda dikkatimizi dağıtır.

- ABD ile Gülen hareketi arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Böyle bir ilişkimiz yok. Bizim devletlerle resmî ilişkimiz vardır. Türkiye Cumhuriyeti ile hükümetiyle ve kurumlarıyla ilişkimiz var. Demokrasi olduğunuz için de yasal muhalefetle, hukuka bağlı olarak kurulmuş topluluklarla ve sivil toplumla da düzenli iletişim halindeyiz.

- Gülen Hareketi’ne bağlı bazı sivil toplum kuruluşları olduğuna göre onlarla da ilişkiniz var demek olmuyor mu bu?

Eğer TUSKON gibi iş dünyasını temsil eden gruplardan ya da Gazeteciler-Yazarlar Vakfı gibi entelektüel topluluklardan bahsediyorsanız, evet onlarla görüşüyoruz. Bu gruplarla Amerika ve Amerikalılarla ilişkilerin geliştirilmesine ilgisi olan ve yasalara uyan gruplar olarak görüşüyoruz.

- 31 Mart’tan beri şu tartışılıyor; acaba Türkiye halkının önemli bir bölümü yolsuzlukları önemsemediği için mi Ak Parti’ye oy verdi?

(...)Yolsuzluk iddiaları Türkiye markasına gerçekten hasar verdi. İki ülke arasında daha çok ticaret görmek isteyen bir yabancı olarak Türkiye’ye önerim; burasının Amerikan iş insanlarının da Türk yasalarının önünde eşit muamele göreceği ciddî bir ülke olduğunu güçlü bir şekilde gösterin. Rüşvet Amerikan işadamlarının baş edebileceği bir konu değil, çünkü kendi yasalarımıza göre bir suç. (...)

- Son aylarda sızdırılan tapelerle ilgili ne düşünüyorsunuz? Türkçeniz iyi, bizzat dinlediniz mi?

Denk geldiğinde dinledim, zaten manşetleri ve gazetelerde yer alan deşifreleri gözden kaçırma ihtimaliniz de yok. ...Bir kişinin özel yaşantısına izinsiz girilmiş ve özeli ihlal edilmişse hem kızarsınız, hem yaralanmış hissedersiniz. Bu çok ürpertici bir durum. Telefon görüşmelerinin, en üst düzey hükümet yetkililerinin katıldığı toplantıların gizliliğinin korunamaması çok rahatsız edici. Biz kendi sistemimiz içinde yasal korunma talep ederiz, sadece bir savcı dinleme talimatı verebilir. Mahkeme kararı olmadan dinleme yapmak ABD’de çok ciddi bir suçtur.(...)

- Suriye toplantısıyla ilgili dinlemenin sızdırılması üzerine Başbakan birkaç gazeteciyi adres gösterdi. Hükümete göre ulusal güvenlik söz konusu olduğu zaman ABD de çok ileri tedbirler alabiliyor. Wikileaks nedeniyle Bradley Manning’in aldığı ceza ve Snowden’ın durumu malum. Türk hükümeti bu benzetmede haklı değil mi?

Mahkeme Bradley Manning’i gizli devlet sırlarına ihanetten suçlu buldu. Müebbet hapis cezasına çarptırıldı ve şu an cezasını çekiyor. Biz suçlunun peşinden gidiyoruz, suçlunun suçu işlemek için kullandığı aracın peşinden değil. Manning bu son derece ciddi suçu işlemek için yasal bir aracı, interneti kullandı. Biz interneti yasaklamadık, Twitter’ı, Facebook’u ya da YouTube’u yasaklamayacağımız gibi. Yayın organını yasaklamanın hiçbir mânâsı yok. Onun yerine biz suçu araştırdık, şüpheliyi yakaladık, mahkeme yargıladı ve suçlu buldu. (...)

- Suriye konusunda Türkiye ile aynı sayfada mısınız?

Stratejik hedefler konusunda kesinlikle evet. Ama elbette çok farklı bir perspektifimiz var. 900 kilometrelik bir sınırda zorba radikallerle yaşıyorsunuz, bazıları sizin sınırlarınızdan geçip gidiyor. Suriye’deki top atışlarınızdan sizin topraklarınız etkileniyor. O nedenle de biz sorunu bazen farklı bir şekilde görüyoruz. (...)

- ‘Hedefler aynı, yaklaşımlar farklı’ dediniz. Türk hükümetinin yaklaşımının Suriye’deki cihatçıları güçlendirdiği yönünde kaygılarınız oldu mu?

Daha önceleri yabancı savaşçıların Türkiye’den geçtiğini gördük. Bu bizi alarma geçirdi. Türk hükümeti de aynı kaygıları paylaştı. Bu sorun karşısında birlikte çalışıyoruz. ABD, Avrupa ya da diğer ülkelerden çıkış yapıp Türkiye üzerinden Suriye’ye geçecek bu tür kişilerin engellenmesi için sadece ikili çerçevede değil uluslararası çerçevede işbirliği yapıyoruz. Bu konularda kolay yanıtlar yok. Ama iki ülkenin de nihayetinde aynı şeyleri istediğini düşünüyorum. İki ülke de Suriye’ye bir askerî müdahale istemiyor. (...)

- Askeri müdahale noktasında iki ülke arasında belirgin bir fark var mı?

Ben o konuda gerçekten de aynı noktada olduğumuzu düşünüyorum. Hepimiz Türkiye’yi, ABD’yi, NATO’yu korumak için uygun araçları bulmanın mücadelesini veriyoruz. Elbette askerî yöntemlere de bakıyoruz ama kimse, ....bir askerî müdahaleye taraftar değil. (...)

- Terazinin bir kefesine Esed’i, diğer kefesine de ona karşı savaşan cihadçıları koysanız hangisi ABD için daha büyük bir tehdittir?

Bu tam bir güzellik yarışması oldu. Bizim hedefimiz de, dualarımız da şunun için; din adı altında adam öldüren köktenci katiller de, kendi halkını öldüren bir rejim de Suriye’nin geleceğini belirleyemesin. Suriye halkının aşırı uçtaki katillerle Esed arasında sun’i bir tercihle karşı karşıya bırakılmasını kabul etmiyoruz. …Bu nedenle de bu vizyonu paylaşan meşru muhalefeti ve savaşçıları destekliyoruz. (…)’

*

Evet Amerikan b.elçisinin sözleri özetle böyle..

Unutmamak gerekir ki, diplomatlar, elçiler, resmen vazifeli bulundukları ülkelerdeki resmî casuslardır. Ve, Amerikan elçisi, ülkesinin maslahat ve menfaatlerini en üst seviyede takib ettiğini bu röportajda da sergiliyor.

Acaba, bizim ülkemizin dış ülkelerdeki temsilcileri de aynı hassasiyetle hareket edebiliyorlar mı? Yoksa, -birçok temel kurum ve kuruluşlarımız gibi- Hariciye’miz de, hâlâ, içinden çıktıkları halkın inançlarına, değerlerine, kültürüne, yaşayış tarzı ve zevklerine yabancılaşmış ’monşer’lerin şerrinden kurtulabilmiş değil midir?

Bu konuda müslüman halkımızın değerlerinin, maslahat ve menfaatlerinin dış dünyadaki temsilci ve gözetleyicisi olmaları niyetiyle başka ülkelere gönderilenlerin, halkımızın temel değerleriyle büyük çapta yabancılaştıkları bir acı gerçeğimizdir. (Yakın zamana kadar dışardaki seçkin b.elçiler olarak kabul edilenlerden Osman Korutürk’lerin, Faruk Loğoğlu’ların, Deniz Bölükbaşı’ların şimdi nerelerde olduklarını hatırlamak bile yeter. Ve bizim dış ülkelerdeki temsilciliklerimiz, onyıllar boyunca, müslüman halkımızın inançlarına bile laiklik adına savaş açmışlardı. Fırsat bulsalar, aynı saldırganlığı yine sahneye koyarlar.)

12 senedir iktidarda olan bir partinin, en az başarılı olduğu alanlardan birisi de Dışişleri değil midir? Ve bu durum, Osmanlı’nın özellikle son 100-150 yılından itibaren başlayan ve şimdiye kadar devam eden musibetli bir hastalığımızdır.

Unutmayalım ki, ’mülkiye’den veya monşer mahfillerinden teyidli olmayanların Hariciye’ye girmesi mümkün değildi ve aynı durum henüz de büyük çapta devam ediyor. Hattâ, o kadar ki, emekli veya muvazzaf monşerlerimizin oluşturduğu Hariciyeciler taifesi, kendilerinin geçtikleri kanallardan geçmeksizin büyükelçi olmuş isimlerin, bu vazifeleri sona erdikten sonra, Hariciyeci sayılmamaları üzerinde mücadele veriyor. Gelişmiş ülkelerde ise, devletin başkanı, kendisini ve ülkesini dışarda en iyi temsil edecek her kim varsa, onu herhangi bir meslekî yetkinlik ve belli şartlar aramaksızın gönderiyor. Diplomasi için gerekli olan hariciye meslek memurları ve uzmanlık alanlarında da elbette eğitim kurumları bulunuyor ve onların içinden de liyakati olanlar vazifelendirilebiliyor. Ama, elçi olabilmek için, oralarda okumak şart değil..

Bu usûl benimsenmedikçe, ’monşer’lerin tasallutundan kurtulmak pek kolay olmayacaktır.