BAŞ İŞE, İŞ BAŞA

Işıl CINGILLIOĞLU

VAN 27.10.2016 19:03:49 0
BAŞ İŞE, İŞ BAŞA
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Dünya ve ahirette aklımın, kalbimin, dilimin değdiği en büyük, en kıymetli, en gerçek sözle aramdaki mesafeden utanıyorum. Ben idrakine ve şehadet sorumluluğuna yabancılığımla salih misin, muhlis mi sorusu düşüyor aklımın ucundan aşağı. Aklımın, vicdanımın ve irademin nabzını ölçmeliyim şehadetle. Kendimi ıslah etmeliyim. Kendimi bilmeli, bulmalı düzeltmeliyim önce. Özne olmalıyım… İlk işim bu! Nesne isem, özgür değilim. Özne değilsem, salih de değilim, muhlis de… Ben idraki ve şehadet sorumluluğu üzerinden yapılandırdığım ubudiyeti kesintisiz uygulayamıyorsam…
Salih misin, muhlis mi diye sordum kendime. Bu modern dünyada ne kadar öksüz ve yetim bu kavramlar ve ne kadar yersiz yurtsuz kaldılar. Niye böyle oldu?
İnsan birbirine değmeden yaşayamaz. Teknoloji çağındayız. Bilgi, haber, iletişim hızının getirileri ile çok daha yakınız birbirimize. Hayatımız, bir şekilde, hep başka hayatlara dokunuyor. Bu kolay yakınlığın bedelini ödediğimiz söylenemez. İletişebilme imkanına sahip olmamıza rağmen, müthiş bir kayıtsızlık, sorumsuzluk ve vefasızlık kapladı hepimizi. Hız ve hazla uyuştukça uyuşuyoruz. Manevra kabiliyetini kaybeden bir araba gibiyiz. Öznesi değiliz hayatlarımızın. Kaptanı biz değiliz sanki kendi insanlığımızın. Bize sunulan; ’’ye, iç, gez, dolaş, keyfine bak…’’ emrine uyan piyadeleriz. “Kafana takma, işine bak, bana ne/sana ne, hiç işim olmaz, boşver…” ninnileriyle uyuyan, bireyci ve bencil koyunlar olarak tek sıra halinde otlatılıyoruz. Dünyadan almamız istenen “keyif ”, dünyaya vermemiz istenen ise “insanlığımız”.
Oysa biz böyle konuşmamıştık, kavlimiz böyle değildi. Bize sunulan teklif bu değildi; altına imza attığım sözleşme başkaydı. İman ve salih amel birlikteliği istenen “BEN”, bu sarp yokuşun tüm basamaklarını anlamdan soyutladım. Yap-etlere indirgedim, amaçsız taklitlere, şuursuz ritüellere, körü körüne kabullere, manasız, özsüz, ruhsuz şekillere hapsettim. Yolumu kaybettim. İpin ucunu kaçırdım. Kendime zulmettim.
Demek ki; yol, yolcu, yol haritası, vasıta, rota, azık, yol güvenliği, yolculuk kalitesi, yoldaşlar, yolun niyeti ve anlamı da bozulabilir, değişebilir. Bu örnek bize, ISLAH’ın, düzeltme ve yenileme ihtiyacının, bireyden topluma, içerden dışarıya, küçükten büyüğe, somuttan soyuta her alanda hayati olduğunu gösterir. Kavramlarla erozyona uğrar ve doğrultulmaya muhtaçtır.
Salih, “kendisi doğru olan ve kendini düzelten”;
Muhlis,’’kendisi doğru olmakla birlikte, başkasını da islah eden’’
S-L-H, Kur’an’da sık kullanılan bir kök olduğunu biliyordum. Fesada ve seyyieye karşıt anlamda kullanımlarla geliyor; sulha, doğru olmaya, özü sözü bir olmaya, ıslah etmeye, düzeltmeye, uygun olmaya, düzgün davranışlar ortaya koymaya, imanlı bir şekilde yararlı işler yapmaya dair ifadelerde geçiyordu. Benim için iyilik-kötülük, doğru-yanlış ikilemleriyle dolu dünyada tarafını seçmek ve bu yönde sorumlu davranmak anlamına gelen bir kavramdı. Hem yatay hem dikey yansımaları olmalı, içten dışa halka halka yayılmalıydı ıslah gayreti.
Hele ki iman ile salih amel ilişkisine dair Rabbimizin ısrarlı vurgusunu gördükçe daha çok sorar oldum kendime. Nedir senin bu halin? Neredesin, ne haldesin? Sorumluluğunun farkında mısın? Islah’ı ne kadar üstüne alınıyorsun? Alınıyorsan; salih ve muhlis olmak adına nereden başlayacaksın? İyiliğe tarafın kadar kötülüğe karşıtlığın da net mi? Aktif misin pasif mi? Dertli misin yeryüzünün iyiliğini arttırma adına ve kaygılı mısın kötülükleri azaltmak konusunda? İnsanlığın iyilik ve kötülük debisindeki değişimlerle kılın kıpırdar, göğsün daralır, yüreğin titrer, gözlerin dolar, uykun bölünür mü? Dikkat et ki bunlar alametidir yürek iktidarının. Yüreğinin muktediri, eline de, diline de hakimdir. Gel oradan başlayalım.
İçimde Nisa 136. ayeti yankılanıyordu: “Ey iman edenler! İman ediniz!” İman layıkıyla yapılırsa imandı. Ve bu ayet imanların yenilenmesini, gözden geçirilmesini, güncellenmesini emrediyordu. İmanın ıslahı demek değil miydi bu?
Kur’an standartlarında bir iman zaten canlıydı. Yaşayan, büyüyen, dal budak veren, çiçek açan meyve veren bir ağaçtı. Gölgesi de vardı, kokusu da, meyvesi de vardı, yaprağı da; sesi de vardı, tadı da… Kimliği de vardı, kökü, aidiyeti de… Benimki de böyle miydi? Bakımlı mıydı? Güzel miydi? Kondisyonu yerinde miydi? İman kritik önemdeydi. Fıtratta işli olan ön bilgiyi imanla hatırlıyor, teslimiyet kapısını imanla açıyordum. Haddi ve sınırlarımı biliyor, kendime geliyordum. İmanla güvende hissediyor, kendimi beni Yaradana bağlıyor, yüzümü O’na dönüyordum. O’nun beni yönlendirmesini memnuniyetle kabul ediyor, sahte ve zorba çobanların kavalının, iç ve dış ayartıların tesirinden imanla çıkıyor, kurtuluyordum esaretlerinden. O’na başvuruyordum amacım, anlamım, yolum, yordamım, istikametim, doğrum yanlışım için; ve imanla temizleniyordum. Hayretime, minnetime imanla teşekkür ediyor, beni insan edene imanla vefamı gösteriyordum. İmanla özgürleşiyor, imanla özneleşiyor, imanla zenginleşiyordum.
Özne olmak şarttı. Çünkü iman mukaveleme şehadet ile imza atıyordum. Ve söze ‘’ben şahit oldum’’ diyerek giriyordum. Şahitlik ederim, şahitliği kabul ediyorum, kendimi şahit olarak kaydettiriyorum diye ilan ediyordum bu sözle. Diyordum ki; tanık olacağım Rabbimin rahmetine, kudretine, hikmetine, izzetine… Diyordum ki; tanık kılacağım yaradılışımı, varlığımı, kulluğumu, ilmimi, malımı, gençliğimi, hayatımı… Bu işe, bu hakikate adayacağım kendimi, söz veriyordum, imana sadık kalacak ve sadakatimi göstereceğim diye yemin ediyordum.
Kelime-i şehadeti bugüne kadar milyonlarca kez söyleyen kaç Müslümanın yüreğinde böyle büyük bir heyecan, aklında böyle ciddi ve kararlı bir kabul, hafızasında böyle derin bir iz var o anlara dair?? Bu soruyla önce ben utanıyorum.
Dünya ve ahirette aklımın, kalbimin, dilimin değdiği en büyük, en kıymetli, en gerçek sözle aramdaki mesafeden utanıyorum. Ben idrakine ve şehadet sorumluluğuna yabancılığımla salih misin, muhlis mi sorusu düşüyor aklımın ucundan aşağı. Aklımın, vicdanımın ve irademin nabzını ölçmeliyim şehadetle. Kendimi ıslah etmeliyim. Kendimi bilmeli, bulmalı düzeltmeliyim önce.
Özne olmalıyım… İlk işim bu! Nesne isem, özgür değilim. Özne değilsem, salih de değilim, muhlis de… Ben idraki ve şehadet sorumluluğu üzerinden yapılandırdığım ubudiyeti kesintisiz uygulayamıyorsam, yalnız Allah’a kulluk ediyor değilim. Tevhid’in beni ıslah edişini özümsememişsem, Allah’ın birliği, mahlukatın çokluğu ilkesine inanmamışsam, nasıl hakikat merkezli ve bilgiye dayalı bir iman sahibi olacak; ve nasıl öyle bir iman merkezli bir insan olup, insanı merkeze alan bir hayatı inşa edeceğim ki??
Yani ,’’Islah olmak ve etmek iddiası’’ öznelik ve mü’minlik iddiasıdır. İnsanlığını ve imanını ikram olarak görebilmektir, çünkü iyiliğe davet ve teşvik, kendi üzerindeki iyiliği idrak ile başlar. Islah çabası meşruiyetini ve makbuliyetini salih ve muhlis dediğimiz kişilerin öznelik ve müminlik kalitesinden alır. Bunun en güzel örneğini de Rasulullah verir. Rasulullah’ın önce insanlığı ve ahlakı vardı. Sorumluluğu vardı. Kendine ve hakikate ulaşmaya dair içten dışa bir arayış ve mücadelesi vardı. Ve şehadetin sahihliğini, iyilik davasını topyekun üstlenerek gösterdi. O sarp yokuşun bedelini ödedi. Vahyi özne kabul etti ve güvendi, kendisi de yürüyen Kur’an olarak zamanlar ve zeminler ötesi bir ıslah hareketinin öznesi ve mü’mini oldu. Salihlerden, muhlislerden olmak için onun ayak izlerini, onun yolu ve yordamıyla izlemeliyiz. Rahmet ve merhamet iklimine girmeliyiz onun gibi. Eminlik, sadakat, şehadet ve ben idrakini revize etmeliyiz. Onun kıvamını sevmeli, istemeli, aramalı, bu
işin bedelini ödemeli ve hakkını vermeliyiz. Merhamet devrimiydi onun ki… Rabbinin rahmetine şehadetine biz de yeniden ve bilinçle şehadet etmeliyiz.
“Ben şehadet ediyorum ki Allah’tan başka ilah yoktur ve ben şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.” Baştan başlamalı, önce kuvvetli bir la, sonra illa demeliyiz. Biz düzelmeden düzeltemeyiz, bunu mutlaka kabul etmeliyiz. Bizi Kur’an ıslah ederse, hepimiz düzeliriz. Nisa 136. ayeti ciddiye almalı, her gün kendimizi, imanımızı, Allah ve peygamber tasavvurumuzu, Rabbimiz ve vahyi ile hukukumuzu, dünya-ahiret denkleminde durumumuzu, borcumuzu, umudumuzu, sorumluluğumuzu gözden geçirmeliyiz. Yine, yeni, yeniden, güncel iman etmeliyiz. Yoksa gücü tükenen, azığı biten insanlığın tek kurtuluş ümidini yok etmiş oluruz.
Rabbim bizi salih kullarından eyle. Bizim elimiz, dilimizle; niyeti, usulü ve gayesi ile meşru salih ameller nasip et. Bizi fesada karşı, ıslaha hizmet edenlerden kıl. Bizi batıla karşı hakkı tutanlardan kıl. Bizi zararı def edip, yararı getirmeye muktedir eyle. Bizi kötülüğü azaltıp iyiliği çoğaltacak Kur’an nesli eyle. Rabbim kolaylaştır, zorlaştırma, gayretimizi, iştiyakımızı arttır, emeklerimizi zayii etme. Tüm insanlığa bizim elimizden hayır ulaşmasını nasip et. Varlığını Sana adayanlara rahmet et. Ömür sermayesini senin rızana uygun kullanan şahitlere, iyilere, salihlere selam olsun.


Bu yazı Kurani Hayat dergisinin ocak/şubat 2016 sayı 45’ten alıntılanmış, İktibas Dergisi Ekim 2016/454 sayısında yayınlanmıştır