Banyas Katliâmı ve İran'da Yeni Refsencani Dönemi mi?

Evet, bu, savaşın ötesinde korkunç bir canavarlık.. Dile getirilen ma’zeretler de asla geçerli olamaz. Köpek, bir kimseyi ısırdığı zaman, o kişi de köpeği mi ısırır?

VAN 16.05.2013 12:11:09 0
Banyas Katliâmı ve İran
Tarih: 01.01.0001 00:00

Banyas Katliâmı ve diğer cinayetler daha nasıl itiraf olunsun?

1-Reyhanlı’daki büyük patlamayla ilgili olarak, en fazla suçlanan M. Ural’ın etrafındaki şüphelere bir önceki yazıda bu değinilmişti. Bunun üzerine, ‘T.C. rejiminin bilinen suçlamalarını siz de kesin kanıt imiş gibi kabul etmiş olmuyor musunuz?’ şeklinde bazı e-mail mesajları aldım.

Herhangi bir konuda gerçeğin anlaşılması için, bir takım iddiaların -elde kesin delil yokken- mutlaka yanlış ve bir takımlarını da kesinlikle doğru kabul etmek diye bir şey olamaz. Sözkonusu patlamayla ilgili olarak, mezkûr kişi hakkında dile getirilen iddialara, ciddî bulunmaları açısından değinilmiştir.

Nitekim, sözkonusu kişi de, 13 Mayıs akşamı, BBC’nin türkçe programına yaptığı açıklamada, kendisi hakkındaki suçlamaları elbette ki kabul etmiyordu ve Reyhanlı patlaması‘karanlık akılların yaptığı bir eylem’ olarak niteliyordu. Ama, onun açıklamalarından çıkan sonuç, bu işlerin içinde olabileceği ihtimalini hiç de kenara itmiyor, tersine daha bir güçlendiriyordu.

Esasen, Londra’da yayınlanan Times gazetesi de, , Suriye istihbaratıyla ve rejimle ilişkisi sıkı M. Ural’ın olduğunu beyan ile, bir video görüntüsünde, onun, ’Banyas teröristlerin (yani muhaliflerin) denize tek erişim yoludur. Banyas'ı kuşatmak son derece âcildir (…) Banyas'ı kuşatmak ve sonra temizliğe başlamak..  Mukaveme Suriye örgütü olarak bizler devreye girip savaşı desteklemeliyiz.dediğini yazmıştı.. Bu konu kendisine sorulduğunda, Ural, , ’temizlik’  derken silahlı muhalifleri kasdettiğini, belirterek şöyle diyordu: ’Orada diyorum ki, vatan hainlerini kuşatmak ve onları temizlemek gerekli. Benim hedefim teröristlerdir, eli silahlı olanlardır. (...) Banyas, hainlerin denize açılan tek kapısıdır, burayı kuşatmak, hainlerden temizlemek ve kurtarmak gerekir. Eğer ordu bize ihtiyaç duyarsa bir hafta içinde girebiliriz.' dedim. Ama bize bu konuda ne teklif geldi, ne de gittik. Katliâm yaptığımız iddiası saçmadır, bunun isbatı yoktur..’  diyor ve ayrıca, ’Mukaveme Suriye’ örgütü ile Esed yönetimi arasında ’organik bir bağ olmadığı’nı da iddia ediyordu. 30 yıldan fazladır Türkiye'ye gitmediğini de söyleyen bu Hatay’lı kişi, Reyhanlı Patlaması’nda İsrail istihbarat servisinin parmağı olduğunu da ileri sürüyordu. Ki, bu ihtimal de reddedilemez herhalde..

Sözkonusu kişi, -30 yıl öncelerde- THKPC/ ‘Âcilciler’ diye anılan grubun bugün artık olmadığını söylerken, 'Bu örgütle yattık, bu örgütle kalktık, doğrudur. İçinde olmaktan şeref duydum.’  demeyi de ihmal etmemekte..

Bu sözlerde, o  kişi ve çevresinin, son Reyhanlı patlamasında ve diğer eylemlerde bir dahlinin olmadığına işareti var mıdır?

*

Böyle bir canavarlığın hiç bir izahı olamaz!

2- Dehşetli bir video filmi internetlerde.. Sadece 27-28 saniyelik..

İddiaya göre, Suriye’de, Baas rejimi muhalifi bir savaşçı, öldürdüğü bir rejim askerinin kalbini çıkarıp yiyormuş..

Eğer bu sahneler gerçek ise, onun kime aid olduğu değil, böyle bir canavarlığın yapılmış olması önemlidir ve böyle bir canavarlığı her kim yaparsa yapsın, hayvandan da aşağıdır ve savaş çılgınlığı içinde, insanın ne kadar canavarlaşabildiğinin örneklerindendir. Biz bu gibi canavarlıkları, Uhud Gazvesi’nde, Hz. Hamza’nın şehid edilmesinden sonra, kalbinin çıkarılıp yenilmesi canavarlığından da biliyoruz;  keza, son yüzyılın yığınla savaşlarından da.. Ki, en tazelerini, Irak’ı işgal eden Amerikan emperyalizmi askerlerinin,  Bağdad’da Ebu Gureyb zindanlarında sergilediği korkunç cinayetler ve keza, daha birkaç ay önce, Afganistan’daki Amerikan askerlerinin, öldürdükleri sivil insanların bedenleri üzerine idrar yaparken çekilmiş görüntülerinden de..

Ama, bu gibi filmlerin, ‘propaganda savaşları’ için özel olarak hazırlanabileceğini de unutmamak gerekir. İran- Irak Savaşı sırasında da, Saddam rejiminin, bir İtalyan film şirketine hazırlattığı ve İran güçlerine esir düşen bir Irak askerinin bir jeep’e bağlanıp yerde sürüklenirken kolunun kopması sahnesinin dünyayı nasıl etkilediğini hatırlamakta fayda vardır. Ki, o sahnelerin tamamen bir kurgu olduğu sonra belgelenmişti.

*

Bu son örnekte de.. Suriyeli muhalif savaşçı denilen bir kişi, Esed rejimi askerinin ciğerini ve kalbini söküp ısırırken görüldüğü videonun gerçek olduğunu teyid etmiş ve mazeret olarak da, öldürdükleri o askerin cep telefonunda buldukları videoda bir kadın ve iki kızına yaptıkları alçaklıklardan dolayı öç almak duygusuyla izah etmiş ve ‘Elimde bir video daha var, onda da başka bir rejim yanlısı şebbiha’yı, (milis gücü savaşçılarından birini) testereyle kesiyor ve onu parçalara ayırıyorum..’ demiş ve de ‘2012 yılı Şubat ayında Humus’da, Baba Amr’da bizim çocuklarımızı katleden ve kadınlarımıza tecavüz eden onlard,  Baniyas’da da.. Bunu biz başlatmadık, onlar başlattı. Sloganımız: Göze göz, dişe diş..” diye eklemiş..

Evet, bu, savaşın ötesinde korkunç bir canavarlık.. Dile getirilen ma’zeretler de asla geçerli olamaz.

Köpek, bir kimseyi ısırdığı zaman, o kişi de köpeği mi ısırır?

*

Osmanlı’yı ihya projesinde ‘çıkmaz’a mı saplanıldı?

3- İran medyasından ilginç iki yorum:

Keyhan’ın 15 Mayıs tarihli sayısında Lübnan gazetelerinden ‘El’Akhbar’dan aktararak yazdığına göre.. Amerikan Ve Rus Dışbakanlarının Suriye üzerine yeni bir toplantı yapmalarına Erdoğan ve Davudoğlu kesinlikle karşı çıktıkları halde,  böyle bir toplantının yapılmasına karar verilmiş olması, Erdoğan için bir çıkmaz’a dönüşüyormuş..

Çünkü, bu durumda, Suriye rejimini himaye eden bölgesel (İran ve Hizbullah) ve beynelmilel güçler (Rusya ve Çin ) sâyesinde, Beşşer Esed yerinde kalacak ve bu da onun, bu oyunda yenik düşenlerden daha daha zeki olduğunu gösterecekmiş.

Keyhan, ayrıca, El’Akhbar’dan naklen, Erdoğan’ın, Suûdî ve Qatar’lı danışmanların etkisinde kaldığını ve bugün onların sopasını yediğini de ekliyor ve ‘Osmanlı İmparatorluğu’nu ihya hayalinde olan Erdoğan’ın yenilgiye uğradığı’ iddiasında da bulunuluyor.

*

Stratejik değerlendirmeler sitesi sayılan Tabnak’da 14 Mayıs günü yer alan bir yorum da  ilginç.. Bu sitede yayınlanan yorumda, İran Dışbakanı Ali Ekber Sâlihî’nin geçen hafta Suûdî’ye yaptığı resmî ziyaret sırasında, İran ve Suûd rejimlerinin, Suriye’deki iç-savaşa son vermek konusunda  birlikte hareket etme kararına vardıkları ve Türkiye’nin siyasetine karşı birleştikleri yazılıyordu.

Bu yorumda, Beşşar’ın Suriye’de zafer kazanmasının İran ve Hizbullah’ın zafer kazanması demek olacağını düşünen Suûd rejiminin, o zaman Hizbullah’ın Lübnan siyasî sahnesine daha bir güçlü döneceğini bildiğinden, ve o zaman Suûd desteğindeki  Sa’d Harirî cebhesinin bu durumu kabullenmekten başka çaresinin kalmıyacağından hareketle; Suûd Dışbakanı Suûd el’Faysal ile Ali Ekber Salihî’nin buluşmasında, Obama’nın, Suriye Buhranı’nı Rusya ile Amerika arasındaki yeni bir Soğuk Savaş olarak nitelediğine ve bu bakımdan Suriye Mes’elesi’ne müdahale etmiyeceğine dair kanaatlerini paylaştıkları; ayrıca, Suûdîlerin, Obama’dan ayrı olarak, Türkiye’nin Suriye siyasetine de karşı oldukları ve  İran’ın Beşşar Esed’in yerinde kalması yönündeki Suriye siyasetini benimsemelerinin, bütün bölgedeki dengeleri alt-üst edeceğine de değinilmekte..

*

‘Mü’minlerin, ancak kardeş oldukları’ ölçüsü, bu mu?

4- Âyetin mânâsı, türkçe meâllerde her iki şekilde verilmekte ise de, tam olarak, ‘Mü’minler ancak kardeştir’ mi, yoksa, ‘ancak mu’minler kardeştir’ mi şeklinde?

Çünkü bu ikisi arasında çok ince bir mânâ farkı bulunuyor.

Dünyada, kendilerini müslüman olarak bilen, niteleyen ve bu bilgi, bildirim ve tanımlamayı reddetmiyen 1,5 milyara yakın insan bulunuyor, bugün..

Ama, İslam tek ise de, bu büyük kitlenin İslam’ı algılamada çok farklı noktalarda oldukları anlaşılıyor. Bu insanları yine de birbirlerinden koparmayan bağ, temelde, ‘tevhîd’ inancı ve ‘nübuvvet’ müessesesi ve Kur’an-ı Kerîm’ ve de ortak Kıble’dir.

Daha başka birliktelikler varsa da, aslolan bunlardır.

Bu genel çerçeve içinde, bu satırların sahibinin de, elbette kendine özgü bir dünya görüşü vardır, herkes gibi.. Ama, bir takım konularda, bazı müslümanlarla farklı düşünce bile, onları dışlamak, tekfir etmek, ayrı dinlerdeymiş gibi kabul edip, ‘sizin dininiz size, benimki de bana..’  gibi yaklaşımlardan dikkatle kaçınmayı esas bilir. Ve,  müslümanlar arasındaki ihtilafların bertaraf olabilmesi için, müslümanların tek bir irade altında birleşmesini, ‘Dünya Müslümanlar Birliği’nin tesis olunmasını şart görür. Ancak, bunun nasıl gerçekleştirileceği konusu, bütün müslüman toplumları kuşatacak şekilde bir çözüm yolu, teorik olarak söylense bile, pratik açıdan ortaya konulması epeyce müşkül bir konudur.

Asıl hedefimiz, ‘Dünya Müslümanlar Birliği’ olduğuna göre, her bir müslümanın karınca kararınca bu hedefe hizmet etmesi gerekmez mi? Elbette bu yolda, temel bir takım yanlışlar görülürse, bunlar da kardeşlik hukuku içinde, hakaret etmeksizin, pohpohlamaksızın, ya da kimseyi aşağılamadan veya kutsamadan dile getirilmesi de bir gerekliliktir.

Elbette idrak ve müşahede gücümüz, yetiştiğimiz kültür atmosferi ve psikolojik bünyemizin hadiseler karşısındaki tepki verme farklılıkları, içinde bulunduğumuz sosyal çevre şartlarının algılamalarımız üzerindeki etkisi, vs., konularda tıpatıp aynı şeyi düşünmesek bile, temel ölçülerde birleşiyorsak, o farklılıkları birbirimize düşmanlık vesilesi saymanın bir mantıkî izahı olabilir mi?

Bu satırları niye mi yazıyorum?

Birileri, özellikle de İran’la ilgili değerlendirmeler sözkonusu olunca, istiyorlar ki, her şey, onların istediği gibi, onların hoşuna gidecek şekilde söylensin, yazılıp çizilsin.. Halbuki, böylesine bir dayatmacı anlayışı tersinden işletip, başkaları da onlardan kendileri gibi düşünmelerini istese, bu kabul edebilir mi? Ama, her birimiz, ‘Evet, ben doğru olduğuna inandıklarımı söylüyor ve savunuyorum, ama, benim gibi düşünmeyen müslümanların da  kendi görüşlerinin doğru olduğunu söylemek, dile getirmek hakkı, benim sahib olduğum hak kadar vardır..’ diyebilmeliyiz. Böyle olmayıp da herkes sadece kendisinin en doğruyu dile getirdiğini ileri sürüp,  başkasının doğrusunun olabileceğini düşünmezse, o zaman, kimse kendi yoğurdunun ekşi olduğunu söylemez.

‘İnqılabçıların da basireti bağlanabilir’  başlıklı ve 11 Mayıs tarihli yazımdan sonra..

Bazı e-mail mesajları aldım.. Kimliği açık olanlara cevabımı verdim, veriyorum. Ama, bazıları bir takım uyduruk isimlerin arkasına sığınıp yazıyorlar.

Ki, onların arasında, bir müslümana yakışmayacak beyanlar da oluyor..

  Bu e-maillerden birinde, bir kişi, herhalde, M.A. isimli bir başkasının yazısını da bana göndermiş.. O (M.A.) imzalı yazı da oldukça gerilimli..  Kendisi gibi düşünmeyen herkesi ağır şekilde suçluyor ve onlara, ‘Sizin dininiz size, benim dinim bana..’ âyetini hatırlatacak şekilde, ‘Siz yolunuza,  biz de yolumuza...’  kabilinden sözler söylüyor. 'Meş’al, sizin olsun. Kardavi, dünyada da yanınızda olsun, ahirette de.. (...) Hamas’lı Katar’ınızla, Suud’unuzla mesut ve bahtiyar olun.’ diyor. ‘Her gün kin kusan analizlerinizi okumaktan, yandaşlığınızın hürmetine eğilip büzülmelerinizden, gömlek değiştirmelerinizden, oturduğunuz sofraların rengini almanızdan iğrenir olduk.’  gibi lafların da herhalde bir muhatabı vardır. (Bu satırların sahibi, şahsen o satırları yazan arkadaşı, kendi soframa davet etmek isterim, soframın ve yaşayış tarzımın tahmin edemiyeceği şekildene kadar renkli olduğunu görmesi için..)

*

Sözünü ettiğim ve bana aktarılan (M.A.) imzalı o yazının devamında, bir de  herhalde benim için yazılmış bir not var. Fakat, o yazıyı kimin yazdığı belli değil.. Ama, muhatabın kim olduğu, son günlerdeki yazılarımda değindiğim bazı konulara değinildiğinden, belli..  O notta (aynen) şöyle deniliyor: 

(Not: Gerçekten ben de artık sizden midem bulandı, saygım vardı, ihlaslı biliyordum ama yorumlarınızı okudukça çok rahatsız oluyorum, işkence çekiyorum, Tayyib'i aklmaya çalışmanız, muhaliflerin (tekfirci teröristlerin) pisliklerini hafifletmeye gayret etmeniz, rehbere, hizbullaha, ayetullah mekarim'e ve diğerlerine dil uzatmanız, sizin ne kadar basiretsiz, mutaassıp ve takvasız bir insan olduğunuzu ortaya koyuyor. Akıbetiniz Talha Zübeyr gibi olacak bunu unutmayın. Ali'ye karşı gelenlerin sonu malumdur.. yine de Allah hidayet versin diyorum ama eğer yine böyle devam etmeye kararlı isen Rabbim en kısa zamanda daha fazla günah işlememen için küfür diyarında canını alsın ölünü tc.ye getirsinler..

SENDEN NEFRET EDİYORUM ARTIK.. Hakaret yapmamak için kendimi zor tutuyorum..)

*

Evet, işte böyle.. Benim bazı tesbitlerimi birilerine dil uzatmak olarak niteledikten sonra..

Talha ve Zubeyr’inki gibi bir âkıbetle tehdid ediyor, fakir’i.. Bilindiği gibi, bu iki isim Cemel Vak’ası’nda, Hz. Ali‘ye karşı savaşırken hayatlarını kaybetmişlerdi. Yine de, Hz. Ali’nin, onların ölmesinden dolayı son derece müteessir olduğunu  bizzat şiî kaynakları da yazar. Ama, bu arkadaş, Hz. Ali’den de hızlı bir ‘Ali’ci’ olmalı ki, beni onların âkıbetiyle tehdid ve de ‘Ali’ye karşı olmak’la itham ediyor.  Ve benim için Allah’dan hidayet diliyor. Ve sonra da ölmemi..  

Müslümanlar bilirler ki, hidayet, ıstılah olarak, müslüman olmayanlara dilenir. Ben yine de o arkadaşa teşekkür ederim de, Hâfız-ı Şirazî’nin ifadesiyle, ‘başkalarını tevbeye davet edenler, niye kendileri de tevbe etmeyi düşünmezler‘ şeklindeki beyti misali, kendisi için de dileseydi..

Bu arkadaş, bana ‘Hakaret etmemek için kendini zor tutuyor’muş.. Kalbinden geçirdiğine göre etmişsindir, ama, şeriat zâhire göre hükmeder ve dünyevî cezası olmaz.. Ancak, yapamasak bile, ‘huzûr ve adl-i ilahî’de kalbimizden geçirdiklerimizden dolayı da mükafat ve mücâzat vardır, hatırlatırım. Ben bu arkadaşa, hakaret etmeden ve acıyarak, ‘kötü söz, sahibine aiddir, sahibinin seviye ve seciyesini gösterir’ diye ve kendim için olduğu kadar, benim gibi düşünmeyenler için de ‘sırat-ı mustakim’den ayrılmamak nasibi ve hayırlı ömürler niyaz ediyorum.

Ve şunu da ekleyeyim ki, bu satırların sahibi, İran’da İslam İnqılabı Hareketi’nin, Şah’ın devrilmesiyle sonuçlanan son merhalesine girdiği 1977-79 döneminden önce, Suriye’deki müslümanların  Baasçı-Esed diktatörlüğüne karşı mücadelesinin yanında yer almaktaydı, kalemiyle, diliyle.. Kalbimin doğruluğuna mutmain olduğu yerde olmaya çalıştım, daima..  

İkhwan-ul’Muslimîyn’e sempati duymak âdetâ bir leke bir suç gibi gösterilmeye çalışılıyor.

Bu satırların sahibini bilenler bilir ki, hiçbir siyasî parti, grup veya teşekkülün organik bir üyesi değildir, ama, kendisini İslamî şuûr seviyesini daha yüksek gördüğü taraflara destek vermeyi şiar edinmiş sıradan bir müslüman olarak nitelemektedir.

 *Bu değinilerden sonra gelelim, İran seçimleri c. başkanlığı seçimlerine..

Ve yeni bir seçimin eşiğinde, İran..

*

11 Mayıs akşamı, İran’da, 14 Haziran günü yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimi için, son resmî başvuru gününün son 15 dakikasıydı. İran’ın son 35 yılında daima en etkili isimlerden birisi olan Hâşimî Refsencanî’nin aday olup olmayacağı üzerinde aylardır devam eden yoğun tartışmalar, artık sona eriyordu ve genel olarak hemen herkes, Refsencanî’nin aday olmayacağı konusunda neredeyse kesin bir kanaat taşıyordu.. Biraz da bunun etkisiyle, niceleri, ‘Zâten, onun aday olup olmaması seçimleri etkilemez..’ diyorlardı.

Ama, o, son anda adaylığını açıklayınca.. Aleyhinde, yığınla yayınlar yapılmaya, eski defterler karıştırılmaya başlandı. Hem de, harcamaları devlet tarafından karşılanan gazetelerin başmakalelerinde bile.. En hafifi ve saldırı mahiyetinde olmayan sözler ise, kendi ağzından aktarılıyor.. Onun artık 80 yaşına dayanan bir yaşlı kişi olduğu ve ‘cismanî açıdan artık eskisi gibi olmadığını’ kendisinin de itiraf ettiğine dair sözlerinin tekrarlanması, vs. gibi..

*

Refsencanî, zengin bir ailenin çocuğu olarak, Doğu İran’da, Kerman yakınlarındaki Refsencan şehrinde dünyaya gelmiş ve ilmiyye medreselerinde ders okumuş ve İmam Khomeynî’nin talebelerinden birisi olarak, Huseyn Ali Muntezerî, Muhammed Huseynî-i Beheştî, Murtezâ Mutahharî, Muhammed Mufatteh, Seyyid Ali Khameneî gibi isimlerle birlikte İslam İnqılabı Hareketi’nin çekirdek kadrosunda yer almış seçkinlerdendir.

Onun ve ailesinin İnqılab sâyesinde zenginleştiği hemen her fırsatta ve bir tevatür halinde  söylenmiş olsa bile, o  ailenin öteden beri zengin ve de ünlü İran fıstıklarının büyük bir kısmının Refsencan bölgesinde yetişmesi münasebetiyle, bu ürünün ihracatını yapan kooperatif şirketlerinin bu ailenin etkisinde olduğu bilinmektedir.

Buna rağmen, hele de 2009’daki C. Başkanlığı seçimleri öncesinde, Mîr Huseyn Musevî ile yaptığı bir tv. tartışmasında, Mûsevî’ye son derece saygı duyduğunu, ama onun arkasında olan Refsencanî’nin ‘hırsız  olduğu’nu iddia eden Ahmedînejad’ın sözleri üzerine, seçimlerden sonra, bizzat İnqılab Rehberi Khameneî de, Hâşimî’yi 50 yıldır tanıdığım, İnqılabla zenginleşmediğini, tersine, bir de ekonomik olarak zayıfladığını bile’ belirtmişken, başka konularda velayeti-i faqih’e bağlılık konusunda ilginç şer’î iddiaları ileri sürenler, İnqılab Rehberi’nin o sözlerini yine de görmezlikten gelip, Refsencanî’nin hırsızlığını, 30 yıldır ülkeyi soyduğunu gündeme getirmekten elçekmemişlerdi.

Onun tekrar aday olmasıyla, aynı havanın yine devam ettirileceği anlaşılıyor. 

Kaldı ki, 8 yıldır C. Başkanlığı makamında bulunan Ahmedînejad, hırsızlık ve yolsuzlukla suçladığı Refsencanî hakkında kanunî işlem yapılması için hiçbir teşebbüste bulunmamış ve onun bu çıkışları, İnqılab’ın en etkin isimlerinden birisi hakkında da suçlama yapılmaya başlanmasıyla İnqılab’a karşı olanlara umut vermiş ve o çevrelerin oylarını celbetmişti..

*

Ama, Ahmedînejad, bu iddiaları üstü açık veya kapalı olarak devamlı gündeme tutmuş olmasına rağmen 8 yıllık C. Başkanlığı sırasında, kanunî bir işlem yaptırmamıştı. Sadece Refsencanî’nin kızı Faize  ve oğlu Mehdi, 2009 seçimleri sonundaki karışıklık günlerinde eylemlere öncülük ettikleri gerekçesiyle suçlanmışlar ve sonunda, Faize, 6 aya mahkûm olup, hapse atılmış; üç yıl kadar yurtdışında kalan Mehdi de,  8 ay kadar önce ülkeye dönüp, tutuklanmış ve üç ay kadar sonra da kefaletle serbest bırakılmıştı; yargılanması sürüyor.

Bütün bu uygulamalar, Refsencanî’ye sorulduğunda, ‘Benim ve aile efradımın kanunlar karşısında meğer bir ayrıcalığı mı vardır? Suçlu olanlar varsa, her kim olursa olsun, cezalarını çekerler..’ diyerek bu gibi tahriklere prim vermemişti..

Esasen, Refsencanî’ye duyulan husûmet, onun bir ‘demir leblebi’ gibi kolay  yutulamıyan ve yutulsa bile hazmedilemiyen bir İnqılabçı olması yüzündendi. O ve Khameneî, hele de Beheştî ve nice seçkin arkadaşlarının ve inqılabçı kadrolardan nice seçkinlerin öldürülmesinden sonra, İmam Khomeynî’nin yanıbaşında, aktif yönetimde bizzat rol almış kimseler olmaları ve hele de o 8 yıllık İran- Irak Savaşı yıllarındaki üstün hizmetleri dolayısiyle elbette ki, içerdeki ve dünyadaki inqılab düşmanlarınca, safdışı olmaları çok istenilen kimselerden idiler. Ama, ilahî takdir, nice hesabları bozmuştu.

(Ekliyelim; o da, İnqılab’ın ilk yılında, tıpkı Seyyid Ali Khamenî gibi, ağır bir suikasde maruz kalmış, günlerce komada kaldıktan ve bir böbreği alındıktan sonra hayata dönebilmişti.)

*

Ama, ilginçtir, sırf iktidar makamlarında bulunmak için mi, yoksa, inqılabçı kadroların safdışı edilmesi için midir, söylenmesi zor olabilir, ama, Refsencanî, 1997’de cumhurbaşkanlığını tamamlamasından sonra, nicelerince, ağır suçlamalara maruz kaldı, hattâ, ‘ateş keş’in kabul edilmesi ve savaşın sona erdirilmesinde, İmam’a zehir kadehini içirten bir yol izlediği gerekçesiyle, önceleri kendi emrinde olanlarca bile suçlandı. (İlginçtir, o yıllarda, Ahmedînejad, Refsencanî’yi o kadar yürekten alkışlayan konuşmalar yapıyordu ki, ibretliktir..) Ve, aynı durum, 8 yıllık cumhurbaşkanlığını tamamlamak üzere olduğu son demlerde, 1989’larda  Khameneî için de sözkonusu idi. Ama, İmam Khomeynî’nin vefatı  üzerine elbette en başta Refsencanî’nin bazı başka oluşumlara karşı çıkması üzerine, Khameneî, Rehberlik makamına getirilmekle, bu gibi yıpratıcı saldırıların büyük çapta dışında kaldı.. Yoksa, aynı âkıbet onun için de olurdu, tabiatiyle..

Refsencanî’nin 1989-97 arasındaki 8 yıllık C. Başkanlığının sona ermesini heyecanla bekleyenlerden niceleri, onun artık hatıratını yazması için kenara çekilmesini beklerken, İnqılab’ın bu iki seçkin isminden Khameneî, İnqılab Rehberi olarak, nicelerinin canını sıkacak şekilde, onu en yakınında tutmayı sürdürdü ve  temel devlet kurumları arasındaki ihtilaflarda söz sahibi olan ‘Mecme-i Teşhis-i Maslahat’ isimli, ‘İslam Cumhuriyeti’nin Maslahatını Belirleme Kurulu’ nun başkanlığına getirdi. Hâlen de o sıfatı taşıyor.

*

Siyasi mücadele, İran’da da son derece karmaşık ve çetindir

Şimdi, Refsencanî yeniden aktif siyasî mücadeleye yeniden atılıyor.

Elbette 680 küsur aday arasında, göze batan iddialı bir kısım isimler daha var.

Bunlar arasında öne çıkanlar, 1981-1997 arasında 16 yıl boyunca Dışişleri Bakanlığı yapan ve  hâlen de İnqılab Rehberi’nin Dışişleri danışmanı olan Ali Ekber Velayetî, Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bâqir Qalibaf, İnqılab Muhafızları Ordusu’nun 8 yıllık İran- Irak Savaşı’nın son 7 yılında başkomutanı olan Muhsin Rızaî, eski Sağlık Bakanı Kâmuran Bâqir Lenkeranî, İnqılab Rehberi’nin dünürü olan ve bir dönem Meclis Başkanlığında da bulunan Gulam Rızâ Haddâd-ı Âdil, İran’ın şimdiki ve önceki nükleer başmüzakerecilerinden Saîd Celilî  ve Huccet-ul’İslâm Hasan Rûhânî gibi isimler bunlardan bazıları.. (Ki, etkili âyetullahlardan Misbah’ın, Lenkeranî’yi desteklediğini açıklayıp, Saîd Celilî’nin aday olmaması gerektiğini söylemesine rağmen, bu talebin henüz etkisini göstermemesi de ilginç bir durum..)

Ama, bu adaylar belli çevrelerce desteklense bile, seçimleri etkileyebilecek en önemli iki isimden birisi, Refsencanî; diğeri, 8 yıllık C. Başkanlığı’nın son demlerini tamamlamakta olan Ahmedînejad’ın dünürü ve 8 yıldır en yakın çalışma arkadaşı olarak ülke yönetiminin perde gerisinde bulunan İsfendiyar Rahîm Meşaî..   

Ancak, özellikle de Meşaî’nin adaylığının teyid edilip edilmeyeceği en tartışmalı konulardan birisi..

Çünkü, İnqılab Rehberi Khameneî, 2009 yılında Ahmedînejad’ın, Meşaî’yi C.başkanlığı Birinci Yardımcılığı’na (diplomatik açıdan başbakanlığa tekabül eden bir makama) getirmesine karşı çıkmış ve Ahmedînejad, bu müdahaleye, 1 hafta kadar direndikten sonra, geri adım atmak zorunda kalmış, ve amma, bu kez de onu, Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi’nin başına getirmişti.

Şimdi, adayları belirleyen ve üyeleri Rehber tarafından vazifelendirilmiş bulunan ‘Şûrâ-y’ı Nigehban /  Gözetleme Şûrâsı isimli kurulun, Meşaî’nin adaylığına ‘yeşil ışık’ yakıp yakmıyacağı merak konusu.. Ve teyid edilmezse, o zaman ortaya çıkabilecek bir takım sıkıntıların olup olmayacağı da bir ayrı konu.. Çünkü, Ahmedînejad, bu konuda, bütün yatırımını gözükara denilebilecek tarzda, Meşaî üzerine yapmış gözüküyor. Nitekim, onun adaylığını bildirmek üzere İçişleri Bakanlığı’na geldiği sırada, yanında zafer işaretleri yapan bir isim olarak bizzat Ahmedînejad bulunuyordu. Bundan dolayı, onun suç işlediği bile ileri sürülüyor ve Ahmedînejad’ın özellikle son iki yıldır, Rehber’le ilişkilerinde sıkıntı olduğu  iddia olunuyor. Bu arada, Ahmedînejad’ın, ‘İran’da Cumhurbaşkanı’nı Allah belirler!’ demesi ve Meşaî’nin de ‘Biz teyidimizi semâdan alıyoruz..’ gibi ilginç beyanlarda bulunması ve Mehdî inancına tıpkı Ahmedînejad gibi, resmî beyanlarında da sık sık atıfta bulunması, bazı çevreleri rahatsız etmişe benziyor. Meşaî’nin son aylarda, Ahmedînejad’la birlikte İran içinde yaptığı gezilerde, tarafdarlarınca, ‘Mazlumter ez Beheştî, khedûmter ez Recaî, Piş be suyi Mehdî, Lebbeyk ya Meşaî’ / (Beheştî’den daha mazlûm, -1981’de Beheşti’den üç ay sonra bir bombalı suikasdde hayatını kaybeden 2. cumhurbaşkanı Muhammed Ali- Recaîden daha hizmet ehli, / Haydi Mehdi tarafına doğru,/  Emret ey Meşaî..’ gibi sloganlarla karşılanması nicelerini ürkütüyor ve esasen, Meşaî’nin son üç yıldır, sürekli olarak ‘inhiraf-ı itiqadî’ (İtiqadî sapkınlık) ile suçlanması da bir ayrı konu..

Esasen, Ahmedînejad’ın, Venezuella lideri Chavez’in cenaze törenine katıldığında, diplomatik ifadeler kullanmak yerine,  ‘Chavez’in, Hz. İsâ ve Mehdî ile birlikte yeryüzüne döneceği’ gibi iddialarda bulunması, başta ulemâ olmak üzere, İslamî terminolojinin dikkatle kullanılmasını isteyenler arasında derin rahatsızlıklara vesile olmuştu.

Bütün bunlara rağmen, Ahmedînejad’ın, aylarca önceden, ‘bizim hükûmetimizin sona ereceğini kim söyledi..’ diyerek Meşaî’yi işaretlemesi ve ‘Meşaî, yani, Ahmedînejad’ demesi, getirisi olan bir siyasî tavır olacak mıdır, bilinmemekte..

Yine de Meşaî’nin adaylığı reddedilirse, şaşırtıcı sayılmamalıdır. Tersine, o reddedilmese bile, Ahmedînejad’ın hiç de parlak bir ekonomik tablo ve iç siyasî yönetim açısından da imrenilecek bir miras bırakmadığı da gözönüne alındığında, Meşaî’nin seçim kazanması, şaşırtıcı sayılmalı..

Böyle olunca..

Öteki adaylar seçkin isimler olsa bile, özellikle ekonomik durumu düzeltebilecek bir kabiliyetlerinin olup olmadığı bilinmemekte.. Onların İnqılab Rehberi tarafından destekleneceği iddialarının, sosyo-ekonomik konuların halli için yeterli olmayacağı, Ahmedînejad’ın yıllarca desteklenmesinin yeterli olmayışından da çıkarılabilir. Ahmedînejad döneminde, zengin petrol gelirlerine rağmen, ekonominin  -elbette uygulanan uluslararası ambargolarla da- oldukça buhranlı bir noktaya gelmesinin ancak, yönetimde dirayetli yöneticilerle giderilebileceği açıktır.

Bu bakımdan, Refsencanî, savaş sonrasında İran’ın kendisini toparlamasında, Türkiye’de Özal Dönemi’ni hatırlatacak şekilde etkili bir usûl takib ettiğinden, halkın bizâr olduğu ekonomik durgunluğa bir çözüm yolu getirebileceği beklentisiyle seçilebilir ve ileri yaşına rağmen, İran’da yeni bir ses getirebilir ve dış siyasette de, farklı bir çizgi oluşturabilir. Öteki adayların ise, Ahmedînejad’dan daha iyi bir tablo sergileyip sergilemiyecekleri mechuldür. Ama, buna rağmen, Refsencanî  seçilmezse, o zaman, sadece Refsencanî’nin şahsına değil,  ulemâ kesiminden bir kimsenin cumhurbaşkanlığına da bir tavır takınıldığı gibi bir havanın ortaya çıkabileceği de gözden ırak tutulmamalıdır.

Bu arada, özellikle İslam İnqılabı’nın mesajlarının dünya müslümanlarına ulaşmasının yolunu çok etkili şekilde kesen Suriye Buhranı konusunda, yeni cumhurbaşkanının yeni bir dışsiyaset belirleyip belirleyemiyeceği konusunda, Refsencanî dışındakilerin Rehber’i ikna etmekte etkili olacakları beklenmemelidir. Refsencanî’nin ise, bu hususa nasıl baktığı, bu zamana kadar hiç görüş açıklamaması dolayısiyle, kocaman bir sual işaretidir.