Ayşe Şasa, Bir Ruh Macerası…

Muaz Ergün

VAN 18.06.2014 10:54:43 0
Ayşe Şasa, Bir Ruh Macerası…
Tarih: 01.01.0001 00:00

Ayşe Şasa… “Ben mutsuz bir çocuğum. Bu notu okuyan lütfen bana cevap yazsın.” notunu bir şişeye koyup denize bırakmıştı. Bir nottan ziyade derin haykırıştı bu. Çocuk muhayyilesinden bir isyan… Sekiz yaşındaydı o zaman. Aslında dışarıdan bakıldığında mutsuz olunacak bir durum yoktu. Köklü ve zengin bir aileye mensuptu Şasa. Cemiyet hayatında boy göstermeyi seven baba. Etrafında dadılar, mürebbiyeler… Sıradan insanların kimileyin imrendiği, imreneceği bir sosyal hayat.

Bu hayat Ayşe Şasa için bir işkenceden ibaretti adeta. Yeri hiçbir şeyle doldurulamayacak sevgi ve merhametten uzaktı O. Köklülüğü ve zenginliği gösterişe indirgeyen bir anlayış… Medeniyet buhranından sonra batılılaşmayı bir iman biçimi haline getiren taklitçi bir sosyal yapı. Bir büyük medeniyetin çocukları derin altüst oluşlar, alaboralar yaşıyordu. Kendilerini batı limanına atarak bu alaboradan kurtulacaklarını sanıyorlardı. Körü körüne bir bağlanış… Şasa’nın ailesi tam da böyle bir atmosferi yaşıyordu. Küçüklüğünden itibaren Onu savaş kaçkını Avrupalı, Yahudi, Protestan mürebbiyelerin eline, insafına bıraktılar. Küçük kızın bahtına düşen terk edilme, yalnızlık, güvensizlikti… Bir travmaydı yaşamı baştanbaşa. Ürpertici…

Zengin bir muhitin içe kapanık kızı. İçe gömülüş hatta kayboluş… Ayşe Şasa okula başladığında diğer çocuklardan farklıydı. Acılı bir bilince sahipti. Çok küçük yaşta büyük sıkıntıları omuzlayan bir kız. Yaşamın derin bir trajediye dönmesi… Kalp kırıklığı, ruh kırılması… Ruhu çok kırgındı Ayşe’nin. Eksiksiz bir batılı gibi yetiştirilmenin bir sonucuydu bu ruh kırgınlığı. Kendi özünden kopartılan, yabancı topraklarda yetiştirilmeye çalışılan bir yaprağın her rüzgârda sağa sola savrulup durması. Kuruyup düşmesi toprağa yaprağın.

Arnavutköy Amerikan Koleji’nde yatılı okumaya başlar Şasa. Yine yalnızlık, yine içe doğru derin yolculuklar. Kayboluşlar, kaybedişler… Sonu gelmez hesaplaşmalar. Mürebbiyelerinin, dadıların soğukluğunun, sevimsizliğinin ve batıya dair kasvetli düşüncelerin, batı dinlerine dair trajedilerin gölgesinde nihilizme doğru bir yolculuğa çıkar. Yanına Satre, Camus ve Kafka gibi batı düşüncesinin karamsarlaştırdığı nihilizmin öncülerini alır. Aynı zamanda ailesine duyduğu tepki de bütün kesinliğiyle ortaya çıkar. Bir bunalımın, nevrozun da kapanındadır aslında.

Lise’nin son yılında “yaşadığımız Odalar” adlı bir oyun yazar. Bu oyun aynı zamanda kültür çevrelerine girişini sağlar. Kültür hayatımızda solun etkisi büyük o zamanlar. O da doğal olarak bu çevreyle içli dışlıdır. Halit Refiğ’le tanışır önce. Daha sonra Kemal Tahir. Tahir’le çok samimi, çok verimli ve bitmeyen dostluk. Kemal Tahir’in Ona bir tavsiyesi var: “ Şunu bilmiş ol ki, bu ülkede maskaralık yaptığın sürece herkes sana alkış tutar. Ciddi bir şey yapmaya kalkarsan da kimse ilgilenmez, yüzüne bakmaz.” Bu laf çok önemli altının, üstünün kalın çizgilerle çizilmesi gerekir. Bir gerçeğin haykırılmasıdır burada söylenenler. Şasa, bu söyleneni kendine kılavuz eder. Ömrü boyunca ciddi işlerle uğraşır. Bir çok sinema filminin senaryosunu yazar. Aynı zamanda kocası olan Atıf Yılmaz’ın asistanlığını ve senaristliğini yapar. Evlenip ayrıldıktan sonra ve solculuğun da aslında düşünce tarihimizde kartondan kale olduğunu hissedince bunalımları ağırlaşır. Ruhundaki fırtınaları dindirmek için batılı hiçbir faaliyetin yeterli olmayacağını fark eder. Yerli bir şeyler arar. Bize ait olan…

Sürekli kendi tarihiyle ve çocukluğuyla hesaplaşma, tutunacak bir moral değer olmaması Onu şizofreniye götürür. Hatta bu dönemde “Sinemamızda Şizofreni” adlı bir makale üzerinde çalışmaktadır. Yıllarca bir odada yalnız başına korkularıyla hesaplaşma mücadelesine girer. Uzun bir mücadele bu. Delilik ülkesinde yıllar boyu gezinti. Bir büyük mustariplik. Aynı zamanda Modern Dünyanın keşmekeşinden, yabancılaştırıcı etkisinden kurtulma şansı. Cehennemi dünyada yaşayarak arınma imkânı. İnsanı hiçbir zaman bırakmayan çocukluğun temize çekilmesi. Evet, Şasa’nın çocukluğu Batılı savaş kaçkını mürebbiyelerin kirletmesiyle dolu değil miydi? Bu buhran döneminde, sekerat halinde halinde Şeyhül Ekber Muhiddin Arabi’nin Fusus-ul Hikem’inin İngilizce nüshasıyla karşılaşır. Büyük bir hayret iklimine yükselir Şasa. Materyalizmin ve pozitivizmin zehirlerinden arınmaya başlar. Çocukluğunda görmediği bir iklim… Aşkı ve hikmeti keşfediş. Ayşe Şasa, bir imkan olan delilikten ya da şizofreniden eşref-i mahlukat katına yükselir. Kalbin ritmi vurmaya başlar akla karşı. Bilmekten ziyade hissetmek, bilinenin içinde olmak… İman etmek, mutmain olmak…

Evet, sorularına birer birer yanıt bulur. İsmet Özel’le tanışır Şasa “Waldo Sen Neden Burada Değilsin” kitabını okuduktan sonra. İkisi de benzer bir macerayı yaşamışlardı. Özel, bıkmadan, usanmadan Ayşe Hanım’ın sorularını yanıtlar. İyileşmesine kimsenin inanmadığı O insan İslam’ın şifa pınarından doyasıya içer. Rahmet sağanaklarında ruhunu yıkar.

Ayşe Şasa, büyük bir trajediden imana atlamış biri olarak 16 Haziran 2014’de gerçek ülkeye yürüdü. Geride kalan kafası karışıklara bir ruh macerası dersi verdi. Delilik Ülkesinden seslendi kendini akıllı zannedenlere. Dünyayı kutsamanın boşluğu üzerine en büyük dersi verdi. Hem de hayatıyla… Yıllarca çektiği çileyle…

Bu toprakların sesi olmaya gayret eden biriydi O. Hem senaryolarıyla, hem kitaplarıyla hem de ömrüyle… Dünya serüvenini en güzel şekilde tamamladı. Yenilmiş medeniyetimizin en güzel çocuklarındandı…

Allah Rahmetiyle Muamele Eylesin!....