AYDINLANMA

A. BİROL ULAŞ

VAN 22.11.2015 10:50:53 0
AYDINLANMA
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Demek ki göksel olan yere inmiş hatta inmekle kalmamış, Batılının zihnine kadar girmiştir. Tez, Antitez ve Sentez; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ise bu zihin dünyayı nasıl görür? Nasıl düşünür? Batılı için zihinsel olan aynı zamanda Tanrısal olandır; O halde her yer Vatikan’dır.
Cemil Meriç’in aydınlanmayı açıklayan en güzel cümlesi: Batı’yı farklı kılan, Tanrı’yı paranteze almasıdır’ şeklindedir. İşte bu cümle Aydınlanma’nın farklı bir karakterini ortaya koyar: Aydınlanma tam anlamıyla dinsel bir harekettir. Sonuçları dine karşı bir tavır alsa da Aydınlanma’nın bu dinsel içeriği değişmez. Tanrı nasıl paranteze alınacaktır ya da bu soru hangi gerçekliğe işaret eder. Bu cümle İslami bir okumaya tabi tutulup şöyle okunabilir: Allah’a kul olabilmek için Allah’tan başka Allah’lara kulluk etmemek, kısaca kula kul olmamak gerekir. İşte bu cümle Aydınlanma’nın dinsel içeriğini ortaya koyar.
Batı Tanrı’yı paranteze almış mıdır ya da alabilmiş midir? Tevhidi bir anlayışa sahip olmayan Batı için bu zaten imkânsızdı. Nasıl ki Mantık’ın kurucusu Aristo’dan Olimpos’un varlığı karşısında: Tanrı mutlak özgürdür, Tanrı mutlak öznedir; O halde Tanrı tektir, tarzı bir tasım beklemek imkânsızsa bu Batı içinde imkânsızdı, çünkü Batı’nın karşısında da bu işi imkânsız kılan Üçleme duruyordu. Batı da bu işin içinden zaten çıkamamış ve çıkar yolu Tanrı’yı tamamen reddetmek de bulmuştur. Reddetmiştir reddetmesine ama kurtulamamıştır. Öyle ki bu Üçleme Hegel’in (1770-1831) meşhur diyalektiğine dahi sızmıştı. Diyalektiğin duayenine göre: Tez, Antitez ve Sentez; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’tu. Burada Hegel’in, Spinoza’nın (1632-1677) meşhur Panteizm’inden hiç etkilenmediğini görebiliriz. Aydınlanma’nın çocuğu Marks (1818-1883) bile ortaya koyduğu materyalizme rağmen bu Üçlemeden kendini kurtaramamış, aksine Üçlemenin bir parçası olmuştur: Marks, Engels, Lenin gibi… Stalin buraya bir dördüncü olarak kendini asla ekleyememiştir (K. Cangızbay).
Demek ki göksel olan yere inmiş hatta inmekle kalmamış, Batılının zihnine kadar girmiştir. Tez, Antitez ve Sentez; Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ise bu zihin dünyayı nasıl görür? Nasıl düşünür? Batılı için zihinsel olan aynı zamanda Tanrısal olandır; O halde her yer Vatikan’dır. Bu durumda yaptığı her şey zaten doğru ve doğru şey;  yaptığı şey… Öyle ise, bir gün bunu yaparken birden şunu yapıyor olması kendisi açısından bir çelişki değil, sadece kendisinden olmayanlar açısından bir çelişki olabilir, üstelik bu çelişki sadece görüntüdedir. ‘Ne olsa gider’ diyen Feyerabend’da bu zihinsel yapıya dayanır. Öyle ya! Tanrısal olan karşısında Yönteme ve Akla ne gerek vardır. (Yönteme Hayır- Akla Veda. Feyerabend’in iki kitabı).
Bu durumda Batı gerçekten laik midir sorusu ortaya çıkar ki: Hayır… Hiç kimse laik olamaz, çünkü herkes bir şeylere inanır. O halde herkes bir şeylere inanıyorsa ya inancın hiçbir önemi yoktur sonucu çıkar ortaya ki bu yanlıştır, çünkü Batı kendi parçalanmış Tanrısalını dayatmaktadır dünyaya… Önce ulus devletleri dayatmış arkasından İslam’ı parçalamak için mezhepleri dayatmıştır. Yakın zamanda da tarikatleri ve cemaatleri dayatacaktır. Sonuçta insan parçalanacak ve parçalandıkça ufalanacaktır. Çözüm olarak ya Batılılaşacak ya da anti-batılılaşarak, Batılılaşacaktır. Hem de bir şeyin antisinin tersinden kendisi olduğunu hiç düşünmeden…
Spinoza’nın meşhur Panteizm’inde beşer ve beşer üstü kavramları muğlâklaşmak da ve güya Tanrı’yı arayan insan evrenin içinde kaybolup gitmektedir. Bütün bir evren insanı da içine alan bir Tanrı ise insan nerededir yok değilse Tanrı nerededir sorusu cevapsız kalmaktadır. Hegel de ise beşer üstü kavramından bahsedilemez. Kavram, zihne emdirilir: Tez;  Baba ise Antitez;  Oğul olacak fakat bu durumda insana ait hiçbir şey kalmayacaktır. Batılı boşuna İsa (haşa) Allah’ın oğludur demez. Şirk, o kadar ince üretilir, Tarih’e öyle bir emdirilir ki her şey göz önüne getirilebilsin Her şey göz önünde ise hem hiçbir şey yalan değil hem de göz önünde olmayan hiçbir şey gerçek değil.
Hegel’in bu Tanrısal diyalektiğine beşeri bir içerik kazandıran Marks değil, Diyalektik Hiper Amprizim diyen G. Gurvitch (1894-1965) olmuştur. Diyalektik kat ederek yol olmaktır ve bu sadece beşer için olanaklıdır. Nasıl ki beşerin görmesi ve gördüğünü tanıması için ışık gereklidir ve ışığın fazlası gözlerde bir kamaşmaya, zihinde bir körleşmeye neden olabilir. O halde kendini ışık içinde kaybetmemek için gözlerini kapatması; baktığını kaybetmemesi için tekrar açması, kendisinin hareketine ve bu hareket de diyalektiğe dönüşür. Abese Suresi’nde körün yüzünün Peygamber’e dönüklüğü ile Peygamber’in yüzünün Mekke’nin ileri gelenlerine dönüklüğüne buradan bakmak gerekir. O halde Hegel’in kaba diyalektiği Tanrısal olmayıp, beşerin kat ederek kendini üretmesi/beşeriliği anlamına gelir.
İslami Dünya ise kamaşmayı önlemek için gözlerini sımsıkı kapatmayı seçti. Küçümsemek için gözlerini kıstı en azından. Kuran’ı ezberleyerek anlayacağını, Batı’yı reddederek kurtulacağını, sözlük bilgisinden hareketle, vahdeti ve Müslüman şahsiyeti ortaya çıkarabileceğini zannetti. Oysa ezberlemek anlamak olmadığı gibi, Batı’nı antisi de Batı’yı çözümlemek anlamına gelmez. Vahdet ise sözlük/lügat bilgisinden hareketle kurulamaz. Vahdet, Batı’nın bu parçalanmış Tanrısalına karşı tek ilaçtır. Kavramın Sosyoloji’deki karşılığı ‘İnsanın türsel tekliği’dir ve buradaki türsel teklik kavramı biyolojik bir sınıflandırma olmayıp beşeri bir gerçekliğe işaret eder. Eğer bu kavramsal biyolojik bir kategori olsa idi, Antropoloji, Biyoloji’nin bir uzantısı olarak ortaya çıkmaz ve Emperyalizm’in hizmetine girmezdi.
O halde vahdet beşeri gerçekliğe işaret eder. Nasıl ki biyolojik kategoriler deneysel iken, beşeri/toplumsal kategoriler ise olgusaldır ve olgusal olan hiçbir şey hazır bulunmayıp, aksine üretildiği sürece ve üretildiği kadarı ile ol’durulabilir, bu durumda vahdet de hiç kimse ve hiçbir zümre tarafından hazır olarak bulunamayacak, bulunamayacağı oranda da birileri için/birilerine özgü (burada karşımıza ruhban çıkar) de üretilemeyecek ve zorunlu olarak her Adem oğlunu kapsayacaktır.
Demek ki Müslüman ya vahdeti sağlayacak ve kula kul olmaktan kurtularak var olacaktır ya da yok olup gidecektir.
Ve Vahdet’in tek garantisi Tevhit…