AVRUPA’DA YENİ LAİKLİK YORUMLARI

Akif EMRE

VAN 4.03.2017 09:47:20 0
AVRUPA’DA YENİ LAİKLİK YORUMLARI
Tarih: 01.01.0001 00:00
 AB değerlerinin kurucu ilkelerinin dinler arası eşitlik ilkesinin İslam’ı da kapsadığını düşünmek din ile religion farkını önemsememek demektir. Öyle anlaşılıyor ki bundan böyle, laiklik ilkesi dinler arası eşitlik ve dini özgürlüklerden çok, dini ayrımcılık ve ibadet kısıtlaması olarak yorumlanacak.
Avrupa maceramız aydınlarla başladı. Tanzimat aydınlarının Avrupalılığı bir hayranlık hikayesidir. Avrupa, efsunkar oldukları bir medeniyetin beşiğidir. Kafalar karışıktır, sosyal Darwinizmden pozitivizme, liberal özgürlüklerden bilimsel buluşlara uzanan her alanda gözleri kamaşmıştır. Avrupa ile ikinci maceramızı doğru dürüst büyük şehir görmeden Almanya kapılarına düşen Anadolu insanı ile başlar. Şaşkın, biraz da hayran ama kaygılıdır aydınların aksine. Biraz para biriktirip hemen dönmek niyetindedirler. En büyük kaygılarından biri dinlerini yaşama, hatta muhafaza etme konusundaki çekinceleridir. Birkaç yıl sonra dönemediler ama orda kendilerine ait varoluşsal bir alan açmasını bildiler. Belki eğitimli değildiler, dini bilgileri bile yüzeyseldi ama Müslümanlıklarının farkında olarak varoluşlarını anlamlandıracak güvenlik alanlarını oluşturmayı bildiler. Bu durum sadece bize özgü çabuk örgütlenme yeteneğimizle açıklanabilecek bir durum değildi. Müslüman olmanın eğitimsiz bir işçiye kazandırdığı özgüvenin, varoluş bilincinin pratik yansımasıydı.
Aradaki zaman farkına rağmen her iki Avrupa görmüş insanımızı buluşturan hususlardan biri özgürlükler alanıydı… Frenklerin bariz ırkçılıklarına, sınıfsal ayrımcılığa rağmen en azından resmi düzeyde dini ibadet ve ifade özgürlüğünün olmasını takdir etmiyor da değillerdi… Soğuk Savaş sonrasında Avrupa, belli dengeleri kurmuş, farklı düşüncelerin ifadesi, azınlık mensuplarının dini gereklerini yerine getirmeye öncelik tanıyan yasal güvenceler getirilmişti. Bu özgürlük ortamında yetişen, eğitim gören aydınların Türkiye’de tam tersi tutum takınmaları üstelik çoğunluğun dinini yaşamasına engel koyması da başka bir çelişkiydi.
Avrupa’nın en önemli alamet-i farikası olarak gösterilen laiklik, bizdekinin aksine farklı dini pratiklere karşı eşitlik olarak tezahür ediyordu. Biz de ise dinin kesinlikle kamuya, devlete, eğitime bulaştırılmaması, köşeye sıkıştırılması anlamına geliyordu.
Avrupa tecrübesi Vestfalya anlaşmasından bu yana dinler (religion) arasında eşitliği esas almakla birlikte kilise ve devletin birbirinden ayrılmasına dayanıyordu.
Dinin devlete karışmaması değil kilise ile devletin birbirinin alanlarına girmemeleri söz konusuydu. Bir başka konsensüs de dinler (religions) arasında eşit davranmanın esas alınmasıydı.
Dinler arasında eşitlik konusunda biraz duralım. Bizim Mezhepler savaşı dediğimiz savaşlar bittiğinde yapılan Vestfalya anlaşması bu savaşın tarafı mezhepler yani batılıların din dediği mezhepler arsında eşitliğin sağlanması hükmünü getirdi.
Temelde Hıristiyan mezhepler, kiliseler arasındaki eşitliği esas alan bu ilke daha sonra liberal dönemde dini inanç ve düşüncelerin yaşanması ve ifade hakkını sağlayan anlayışa evrilecekti.
Müslüman azınlıkla yaşamayı hiç bir zaman tecrübe etmemiş olan Avrupa kültürü ilk kez Müslümanlarla muhatap olduklarında daha hoşgörülü bir ortama hatta olgunluğa ulaşmış görünüyordu. Bu görüntü hem bizim seçkinleri, entelijansıyayı hem de saf Anadolu çocuklarının gözünü boyamaya yetecekti.
Avrupa’nın kendine olan güven kaybı yaşamaya, ekonomik dengelerin bozulmaya başladığı dönemde üretime geçirilen İslamofobi Avrupa kültürünün fabrika ayarlarına dönmesi için yeterli olacaktı.
Bunca uzun girişin nedeni şu hatırlatmayı yapmak içindi: Bundan sonra eskisi gibi yorumlanmayan bir laiklik, özgürlük anlayışı ana akım Avrupa’yı kuşatacak gibi görünüyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasından ders almış, dengelerin yerini bulduğu refah toplumu artık olmayacak. Bunun yerine laikliğin yeni yorumlanma biçimi özellikle Müslümanların aleyhine devreye girecek.
Fransız laikliği yerine Anglo-Sakson sekülerizmini tercih eden muhafazakarların laikliğin felsefi temelleri, tarihsel serencamını bilmeden sekülerizme sığınmaları da çare değil.. Sekülerleşmenin insanın, toplumun dünyevileşmesini esas alan temelleri bir yana artık bireysel ibadet ve görünürlük düzeyinde bile dini alan daralıyor. Her geçen gün farklı ülkelerden gelen farklı yasaklar arızi bir durum olmaktan çok aslında Avrupa aklının temellerine dönmekte olduğunu gösteriyor.
Son gelen haberlere göre, Almanya’da bir okulda diğer dinlerden olanları tahrik ettiği gerekçesiyle Müslüman öğrencilerin namaz kılmaları yasaklanmış. Belki bu zamana kadar akla gelmeyen bir laiklik yorumu hiç de tekil bir örnek değil. Başörtüsü, tesettür yasaklarının gerekçesi, farklı inançtan olanların inancını yaşama özgürlüğü olarak değil ayrımcılık olarak yorumlanması gibi… Bu örnekler çoğaltılabilir. Yahudilerin koşer ilkeleri dini azınlığın inancının gereğini yerine getirme olarak yorumlanırken Müslümanlar için helal et, hayvan haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle yasaklanabiliyor.
Bu yasaklama ve laiklik yorumunun sadece Müslümanlara yönelik uygulanıyor olması elbette tesadüf değil. AB değerlerinin kurucu ilkelerinin dinler arası eşitlik ilkesinin İslam’ı da kapsadığını düşünmek din ile religion farkını önemsememek demektir.
Öyle anlaşılıyor ki bundan böyle, laiklik ilkesi dinler arası eşitlik ve dini özgürlüklerden çok, dini ayrımcılık ve ibadet kısıtlaması olarak yorumlanacak.
Unutmamalı ki hiçbir kavram nötr değildir. Her medeniyet kendi kavramlarını üretir. Her kavram içinden çıktığı medeniyetin değer yargılarını taşır.

Yenişafak/Akif EMRE