Aşk

Bekir Çöl

VAN 15.12.2017 09:37:29 0
Aşk
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Tasavvuf ve tarikatlar yoluyla İslam’a giren bidatleri ve hurafeleri tespite çalışırken birinci bidat olarak “Ahyar, Rical’ül Gayp ve Abdal deyimlerini yazmıştık. İkinci olarak yine aynı yoldan İslam’a giren bidatlerden biride “Aşk veya İlahi Aşk” deyimleridir. Şimdi bu deyimlerin İslam’i literatüre nasıl girdiğini ve ne kadar yer işkâl ettiğini görelim. 

 

Üzerinde en çok konuşulan, en çok sahiplenilen, Şiirlere en çok konu edilen, O nun için can verilen veya can alınan, hayata tat veren veya hayatı zehir eden kelime “Aşk”tır. Aşkın bin bir tarifi yapılmış, herkes kendine göre bu kelimeye bir mana vermiştir. 

 

Aşk, aşırı sevgi olarak manalandırılmıştır. Tasavvuf ehline göre aşk manevi ve hakiki aşk olarak tarif edilmiş, avamın aşkı, dünyevi aşk, karşı cinse duyulan aşk ise maddi aşk veya mecazi aşk diye dile getirilmiştir. 

 

 Aşk İslam Ansiklopedisine göre şöyle anlatılmış: Arapça aslı “Işk” olup şiddetli ve aşırı sevgi, bir kimsenin kendisini tamamen sevdiğine vermesi, ondan güzel görmeyecek kadar ona bağlanması ve ona düşkün olması anlamına gelir. Lügat kitaplarında aşk kelimesi ile sarmaşık anlamına gelen “Aşeka” kelimesi arasında bir irtibat kurulmuş, sarmaşığın kuşattığı ağacın suyunu emmesi ve ağacı soldurup, zayıflatıp ve bazen kurutması gibi; Aşırı sevginin tezahürü olan aşk’ta: Sevenin sevdiğinden başkası ile ilgisini kestiği, Onu sarartıp, soldurduğu için bu duyguya aşk denmiştir. Ayrıca hem tatlı, hem acı bir meyveye “Uşuk” dendiği için aşk kelimesi ona da benzetilmiştir.

 

İslami literatürde aşk İlahi ve beşeri olmak üzere iki anlamda kullanılır. İlahi aşk- hakiki aşk, beşeri aşk’a da mecazi aşk denir. İlahi aşk geniş olarak tasavvufta, kısmen de İslam felsefesinde işlenmiştir. İslam felsefesinde “Kozmik varlıklar hiyerarşisinde alttaki bir varlığın üstteki varlığa veya varlıklara duyduğu arzu, şevk ve sevgide çoğuzaman aşk terimi ile ifade edilmiştir. Aşk her yönüyle edebiyatın ana teması olmuş ve bu kavram etrafında geniş bir aşk edebiyatı meydana gelmiştir.

 

Tasavvufta aşk: Kur'an-ı Kerim ve sahih hadislerde aşk kelimesi geçmez. Kur'a-ı Kerim'de aşk kelimesi yerine sevgi, hub ve muhabbet, bazen da meveddet kelimeleri ile ifade edilir. Allah sevgisinden çok, Allah korkusuna ağırlık veren ilk zahitler de aşk’tan söz etmezler. İlk defa Hicri ikinci yüz yılda Allah ile kul arasındaki sevgiyi anlatmak için nadiren de olsa aşk kelimesinin kullanıldığını gösteren rivayetler vardır. Nitekim söylendiğine göre Hasani Basri (ö. 110) Allah’ın “Kulum bana, bende ona âşık olurum” buyurduğunu belirtmiştir. Abdülvahit b. Zeyd ise (ö. 177) Peygamberlerden birinin “ Allah bana bende ona âşık oldum” dediğini söyler. Bakli’nin naklettiğine göre: Ebul Hüseyin en Nuri (ö.295) “Ben Allah’a âşık oldum, Oda bana âşık tır” dediği için kâfir olduğuna hükmedilerek memleketinden kovulmuş, daha sonra idam edilmek üzere Cellâdın önüne çıkarılmış ve son anda asılmaktan kurtulmuştur. 

 

Bu rivayetlerden de anlaşılacağı gibi âlimler hatta ilk dönem mutasavvıfların büyük çoğunluğu, Allah sevgisini ifade etmek için Kur'an-ı Kerim ve sünnette yer alan “Hub ve muhabbet” yerine aşk kelimesinin kullanılmasına karşı çıkmışlardır. Şer’i hükümlere sıkı-sıkıya bağlı olan İbn Hafif (ö. 371) Allah sevgisinin aşk kelimesi ile ifade edilmesine uzun süre karşı çıkmış, ancak Cüneydi Bağdadi’ye isnat edilen, aşkın mahiyetini anlatan risaleyi okuduktan sonra görüşünü değiştirmiş ve kendisi de bu konuda bir risale yazmıştır.

 

H. el Muhasibi, H. Abdullah el Herevi, M. B. Hüseyin es Sülemi, Ebu Talip el Mekki, Hüseyin et Tirmizi, Ebu Nasır es Serraç, Kelepazi, Kuşeyri, Hücviri, Gazali gibi mutasavvıf yazarlar eserlerinde aşk kelimesine ya hiç yer vermemişler veya nadiren kullanmışlar onun yerine hub ve muhabbet kelimelerini tercih etmişlerdir. Kuşeyri’nin naklettiğine göre şeyhi ed Dakkak şöyle demiştir. “Aşk aşırı sevgi yani sevgide ölçüyü aşma anlamına gelir. Allah için böyle bir aşırılık düşünülemez, Onun kuluna olan sevgisine de aşk denilmez. Diğer taraftan kulun Allah’a duyduğu sevgi ne kadar güçlü olursa olsun yinede onu yeterince sevemeyeceğinden kulun Allah sevgisi de aşk diye adlandırılamaz.” Buna rağmen Kuşeyri kendi Risalesini “Âşıklar söyledikleri sözden kınanmazlar” cümlesi ile bitirir. (Risale 625)

 

Aşk kelimesini savunan sufiler şu ayet ve hadisleri iddialarına dayanak gösterirler. “İman edenler Allah’ı daha şiddetle severler” (Bakara, 165) Oradaki şiddetle sevgiden maksat aşk’tır derler. Hz. Peygamber, Hz. Ömer’e “Ben sana herkesten daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamazsın” demiştir. (Buhari, İman, 8–9) Mutasavvıflar bu manaya gelen ayet ve hadislerden Allah ve Resulüne âşık olma manasını çıkarmışlardır. 

 

 Aşk imiş her ne varsa âlemde 

İlim bir kıl’ü-kal imiş ancak  

 (Fuzuli)

 

 Aşkın aldı beni benden

Bana seni gerek seni               

(Yunus Emre)

 

Hücviri, Meşayihin bu konuda farklı görüşleri olduğunu söyler, bu konuda şöyle der: “Bir kısım sufiye göre aşk sevgilisinden ayrı düşenin bir özelliğidir. Kulda Allah’tan ayrı kaldığına göre Onun sevgisine de aşk denir. Buna karşılık “ Allah’ü zül Celal’ın hiçbir şeyden ayrı ve uzak bulunmayacağına göre Allah’ın sevgisine aşk denmez. Başka bir izaha göre de aşk sınırı aşmak demek olduğu, Allah ise sınırsız varlık olduğu için Ona duyulan sevgi hiçbir zaman aşırı olmaz ve o sevgiye aşk denmez.” Hücviri dayandığı gerekçeleri sayarak son dönem âlim ve sufilerinin Allah’a duyulan sevgiyi muhabbet terimiyle ifade ettiklerini, bunun yerine aşk kelimesinin kullanılmasını caiz görmediklerini belirtir. (Keşfül Mahcup, s. 401)

 

İslam’ın ana kaynağına bağlı mutasavvıflar her ne kadar aşk kelimesinin Allah lafzı ile beraber kullanılmasına karşı çıksalar da bir defa ortaya atılan bidati tamamen silmek mümkün olmadığından, birazda bundan sonraki mutasavvıfların inatla aşk kelimesini kullanmaları sebebiyle artık vaz geçilemeyen terim olarak kullanıla gelmiştir. Mesela: İlk dönemlerde aşk kelimesini kullanmayanlardan Hallaç’ta ölürken kanı ile abdest alıyor ve “Aşk ile kılınacak iki rekât namazın abdesti kan’la alınmazsa kabul olmaz” diyor. Bu sözünden dolayı Hallaç’a “Aşk şehidi” deniyormuş. 

 

Aşk kelimesini muhabbetten ayırarak tasavvufta kullananların ilklerinden biride, Gazali’nin kendinden daha sufi kardeşi Ahmet Gazali’dir. Yazdığı aşk Risalesi ile aşkın özelliklerini, belirtilerini, tesirlerini ve mertebelerini kısa bölümler halinde ele alması ve devamlı aşk kelimesini kullanması ile bu terim daha çok yaygınlık kazanmıştır. Bundan sonraki üç asır aşk edebiyatının altın çağı olmuştur. Hemedani, (ö. 525, 1131) Senai, Fridüttin Attar, Fahrettin Iraki, Mevlana, Cami ve Yunus Emre bu ekolü en ateşli vaziyette devam ettirmişlerdir.