ALLAH’IN SÖZÜNE İTİBAR, MÜMİNLERİN ŞİARIDIR

Hüseyin BÜLBÜL:

VAN 24.07.2015 10:32:46 0
ALLAH’IN SÖZÜNE İTİBAR, MÜMİNLERİN ŞİARIDIR
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Düşüncenizi herkesi kucaklayan boyutuyla takdim ederseniz birleştirici olurken; farklılıklar noktasından ele alırsanız ayrıştırıcı olacaktır. Bunun böyle olduğunun ispatı, ırkların, renklerin, mezhep ve meşrep ayrılıklarının sebep olduğu acılarla dolu bir tarih önümüzde durmaktadır. İşin bu boyutunu keşfeden batı medeniyeti düşman ilan ettiği Müslümanları bu yöntemle sürekli bir birleriyle çatıştırarak gücünü ve çıkarlarını korumaya çalışmaktadırlar.


Muharrem Şener: Soru 1 - Bizi de tam alakadar eder diye düşünüp son zamanlarda bilhassa Müslümanlar arasındaki görüş ayrılıklarının derinleşmesinin ve birbirlerini pervasızca katletmelerinin sebebi; Kur’an’ın orjnal metnini mezhep ve tarikat kültürleri esas alınarak meallendirmelerinden/okumalarından kaynaklanabilir mi?
 
Hüseyin BÜLBÜL: Cevap- Takdir dersiniz ki bir olayın vukuunda birden çok sebep bulunur. Sebeplerden birincisi ve en önemlisi toplumun fikri dokusunu oluşturan temel kaynaklara yaklaşım biçimidir. Mezhep ve meşrep temelli yaklaşımlar daima ayrıştırıcı bir özelliği beraberinde getirir. Bunun için İslam tüm farklılıkları “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki rahmete eresiniz.”(Ahzab 49/10) anlayışı ile ortadan kaldırmayı amaçlamıştır. Bunda muvaffak olmak ise tarafların bu ilkeye rağbet ettiği kadar olacaktır. Hiçbir yasa kendisine uyulmadan insanlar üzerindeki etkisini icra edemez. İlk uygulanan nesil üzerinde bu etkiyi göstermiş; birbirlerine düşman olan insanları Dinde kardeşler haline getirmiştir. İlk asrın Saadet asrı oluşunun hikmeti buradan gelmektedir. Gelen ayetlerin ısrarla cahiliyeden kaynaklanan farklılıkları ortadan kaldırmak için şu telkinde bulunmuştur:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (kitabına, dinine) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun (bu) nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz.” (Ali İmran 3/103)
Bu ilke iki insan arasındaki mikro planda böyle olduğu gibi ulus veya uluslar arası makro planda da böyledir. Düşüncenizi herkesi kucaklayan boyutuyla takdim ederseniz birleştirici olurken; farklılıklar noktasından ele alırsanız ayrıştırıcı olacaktır. Bunun böyle olduğunun ispatı, ırkların, renklerin, mezhep ve meşrep ayrılıklarının sebep olduğu acılarla dolu bir tarih önümüzde durmaktadır. İşin bu boyutunu keşfeden batı medeniyeti düşman ilan ettiği Müslümanları bu yöntemle sürekli bir birleriyle çatıştırarak gücünü ve çıkarlarını korumaya çalışmaktadırlar. Bu noktadaki tezlerini şöyle açıklamışlardı: “Kur’an’ı değiştirmeyeceğiz; Kur’an’dan anlaşılanı değiştireceğiz. Bundan sonra biz savaşmayacağız, Müslümanlar birbirleriyle savaşacaklar.” Bunun için şeytani oyunlarını paranın, siyasetin, iblisliğin ve insanlara cazip gelen dünyadaki çıkarcı anlayışların tümünü kullanarak hayata geçirmektedirler. İşte dünyada dökülen kanın esas sebebi bu olmasına rağmen, birbirini yiyen insanlar “Müslümanlar” bunu düşünüp anlamaya çalışmadıkları için bu oyunların kurbanları olmaya devam ediyorlar. Allah Teâlâ böylesine akletmeyip aklını kullanmayanlara:
“İhtiraslarını ilah edinen kimseyi görüyor musun? Onu doğru yola iletme sorumluluğunu sen mi üstleneceksin? Yoksa sen onların çoğunun kulaklarının işittiğini ve düşünebildiklerini mi sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler. Hatta hayvanlardan bile daha sapık yoldadırlar.” (Furkan 25/43-44)
Olaya bu pencereden baktığımızda, vahşi hayvanların bile hemcinsine karşı böylesine bir savaş açmadıklarını görürüz. İşte ayetin ilkesel sırrı böylece anlaşılmış olmaktadır. Bunlar gerçekten “hayvanlardan daha sapık bir yoldadırlar.”  Bu nedenle başta Müslüman olduğunu kabul edenler olmak üzere tüm insanlık,  Allah’ın birleştirici yoluna, kitabına, onun istediği ölçülerde gelinceye kadar bu kavga sürecek demektir. Hiç kimsenin kendisine göre doğru yolda olmasının Allah indinde bir değeri yoktur. Ancak Allah’a göre doğru yolda olmak gerekmektedir. Çünkü son karar şöyledir:
“Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka bir sıfatla can vermeyin.” (Ali İmran 3/102)
Soru 2 - Kur’an’ın üçte biri mecaz mıdır? Kıssaların hangisinin mecaz veya hakiki hadise olduğunu nasıl anlayacağız? Mecazı tahayyül ederek mi hakikati anlamaya çalışmalıyız?
Cevap: Öncelikle mecaz deyince ne anlıyoruz? Mecaz, bir sözcüğün gerçek anlamından bütünüyle uzaklaşarak kazandığı yeni anlama mecaz anlam denir. Başka bir deyişle bir kelimenin, gerçek anlamı dışında, başka bir kelimenin yerine kullanılması sonucu ortaya çıkan anlamdır. Bu kullanımda anlatımı renklendirmek ve kuvvetlendirmek esastır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır.
Bu edebi sanatın kökeni Arap edebiyatıdır. Malum olduğu üzere Kur’an da Arapça indirilmiş bir kitap olması nedeniyle Arap edebiyatının kullanmış olduğu tüm edebi sanatları o dildeki kullanıldığı üzere ihtiva etmektedir. Bunun olması da gayet tabiidir. Bir dilde yazılmış bir kitabın o dilin özelliklerine uygun olması dilin doğasının gereğidir. Örneğin Rıdvan Biati’nin yapıldığı durumu resmeden ayette: “Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah’a biat etmektedirler. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah ile olan ahdine vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.” (Fetih 48/10)
Burada ifade edilen “Allah’ın eli ve onların ellerinin üzerinde” olması hakiki anlamda değil mecazi anlamda kullanılmıştır. Bunu okuyan Arap söylenmek istenen mesajı tüm ayrıntılarıyla anlamaktadır. Kimse bu ifadeye bakarak Allah’ın elinin gerçek anlamda orada biat edenlerin elinin üzerinde olduğunu anlamamıştır. Aynen bizim dilimizde de benzer ifadeler kullanılır. Birilerini uzun süre himaye edip görüp gözettiği biri için “elim hep üzerinizdeydi elimi hiç üzerinizden çekmedim ki” ifadelerinden bir Türk ne anlamışsa Arap da bu ayetten onu anlamıştır.
Kur’an kıssalarının mecaz oluşuna gelince kıssalar için mecaz tabiri pek uygun düşmemektedir. Yukarıda mecazı tanımlamaya çalıştık. Kısaca bir kelimenin gerçek manasından başka bir manada kullanılma sanatıdır. Bir kıssa içinde mecaz sanatı kullanılmış olabilir ama kıssa tümüyle mecaz olarak kabul edilemez. Eğer mecaz olarak kabul ederseniz, Allah Teâlâ’nın Kur’an’da anlatmış olduğu tüm Peygamberler ve tevhid mücadeleleri gerçek anlamda hiç olmamış sadece olmuş gibi anlatılmış demek olur ki bu anlayış en hafifinden Allah Teâlâ ya yalan isnat etmek demektir. Olmamış bir konuda Allah hadiseleri olmuş gibi anlatacak sonra da Elçilere uymayanları helak ettiğini iman edenleri de elçilerle birlikte kurtardığını söyleyecek!.. Aklınız alıyor mu böyle bir şeyi?.. Nuh kavmini, Lut kavmini, Firavun kavmini nasıl helak ettiğini ve Musa (as) İsrail oğullarını nasıl kurtardığını palavra olarak anlatacak öyle mi?                                                                                                                                           Allah Külli şeyin Kadir olduğu gibi Kulli şeyin alîm dir de. Bir sözün en doğru, en anlaşılır nasıl söylenmesi gerektiğini de elbette en iyi bilendir. En doğru, en açık ve en anlaşılır şekilde ifade etmeye muktedirdir. Bu nedenle Araplar edebiyatın doruğuna ulaştığı bir dönemde Allah Teâlâ’nın indirdiği ayetlere Mekke deki Arap edip ve hatipleri hayran kalmış ve şöyle demişlerdir: “Bütün muallakaları/ (kabeye asılan şiir ve hutbeleri ) indirin. Artık hiç kimse bundan daha güzel bir söz söyleyemez.” İtirafıyla perdeyi kapatmışlardı.
Bu düşünce Hint alt kıtasında başlayan “kur’ana dönüş” hareketlerinin etkisi ile ve Avrupada oluşan “pozitivist” akımların “kutsal kitapları ret” düşüncesine karşı ” kutsal kitapları mitolojiden arındırma” düşüncesinin, kur’an kıssaları içinde uygulanabileceği düşüncesinin “Kur’an kıssalarının vakiliği” konusundaki şüphelerin getirdiği düşüncelerdir. Bu düşünceler etrafında, bu kıssalardaki dilimizde  “mucize” dediğimiz olayların hakiki anlamda değil mecazi anlam olarak anlaşılması gerekir düşüncesidir. Bu anlayışa  geleneksel kıssa anlayışının kıssaları uydurmalarla anlamaya kalkma olayının getirdiği sonuçtur. Özellikle “Muhammed Abduh” “Reşid Rıza” “Muhammed Esed” gibi düşünürlerin batının tesiri altında kalarak “eziklik psikolojisi” altında Kur’an kıssalarını anlama yöntemi oluşturduğunu görmekteyiz. Günümüz Türkiye’sinde de yine “kur’an merkezli İslam” söylemi etrafında oluşturulan bazı düşüncelerde de bu kişilerin etkisi görülmektedir.
Kur’an kıssalarında” mucize” dediğimiz ve ya sonu helak olma ile biten olayların “hakiki anlamda değil mecazi bir anlatım” olarak anlaşılması gerektiği söyleminin gerekçelerinden biri “determinizm” kaynaklı kur’an anlayışlarıdır. “Determinist” bakış açısına göre Allah kâinatı tabiri caizse “otomatik pilota” bağlamış ve bunun dışında herhangi bir olay vaki olamaz. İbrahim (as) ı ateşin yakmaması, denizin yarılması, asanın yılan  olmasına bu yasaya göre imkân yoktur. Yalnız bu düşünce sahiplerinin hesaba katmadığı bir şey vardır. Bu yasaları koyan da Allah Teâlâ dir. Allah, başka birinin koyduğu yasaların uygulayıcısı değildir ki bunlar onun için imkânsız olsun veya ona bağlı kalmak zorunda olsun. “O her istediğini yapandır.” Mucize demek de normal insan için imkânsız olanı Allah’ın yardımıyla imkân haline getirmek demek değil mi? kullara düşen “neden böyle yaptın” şeklinde onu sorgulamak değil, ona teslim olmaktır.
Allah Teâlâ ezeli ve ebedidir. İlmine ve gücüne sınır çizilemez. Dilediğini yapacak güce sahiptir. Bir konuyu insanlara anlatmada materyal sıkıntısı olmaz. Olmayan hadiseleri olmuş gibi anlatmaz. Kur’an da ne anlatıyorsa anlatılan hadiseyi aynıyla vaki olmuş olarak kabul ederiz. Elçilerine vermiş olduğu mucizeleri onlar için elçi olduklarının ispatı olan kimlik kartları olarak görürüz. Kur’an’da anlatılan olayları anlatıldığı gibi vaki olduğuna inanırız. Peygamberimiz Kur’an ilimlerinden olarak nitelenen bir hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:
“Kur’an beş vecih üzere gönderilmiştir. Helal, haram, muhkem, Müteşabih ve emsal. Onun helalini yapın, haramından uzak durun, muhkemine tabi olun, müteşabihine inanın, emsalinden de ibret alın.” İmam Şafi, Bu hadis Kuran ilimlerindendir mutlaka bilinmelidir demiştir.
Kur’an kendisinden önce gönderilen Tevrat ve İncilin uğradığı akıbetlere uğramadan asıl metin korunmuştur. Allah’tan gelen haliyle bu gün elimizdedir. Bunda bir abeslik asla yoktur. Ancak tefsirciler yorumlarında İncil ve Tevrat’ın etrafında oluşturulan “Mişnalara” giderek tefsir yapmaya kalkınca, İsrailiyat” denilen Kur’an dışı bilgilerin tefsirlere girmesine sebep olmuşlardır. Müslüman’ı ilgilendiren Kur’an’dır şahısların yapmış olduğu tefsirler değil. Bunun bilincinde olarak olayları değerlendirmeliyiz. Çünkü Allah sadece kendisinden olandan hesaba çekecektir. (Zuhruf 43/43-44)
Soru 3 – Resullah’tan sonra az iken zamanla artan siyer ve megazi kitaplarından faydalanarak Kuran anlaşılabilir mi? Ya da Ayetlerde tam açıklanmayan olayları bu kitaplara müracaat ederek anlamaya çalışmak doğru mudur? Misal “İfk hadisesi” ya da Müreselat 31. Ayetinin izahatı.
Cevap: Kur’an’ın dışındaki insana ait olan kitapların güvenilirliği insanın güvenilirliği kadardır. Kur’an bir olayı anlatırken asla ayrıntıya girmez. Müslüman’a lazım olan kadarını anlatıp geçer. Kendi tanımıyla “açık ve anlaşılır, kolaylaştırılmış, kavmin diliyle indirilmiş ki anlasınlar diye, öğüt olsun diye kolaylaştırdık öğüt alan yok mudur”  gibi ifadelerle anlaşılır olduğu tescillenmiştir. Müslüman Kur’an’ı anlamak için Kur’an’a dönmesi gerekmektedir. Bu nedenle Kur’an’ı Kur’anla anlamaya çalışmak en doğru yöntemdir. İki şeye dikkat etmek gerekmektedir. Birincisi Kur’an’ı olaylara göre değil olayları Kur’an’a göre anlamak. İkincisi ise Kur’an da anlatılanlar ile yetinmek. Yüzünü diğer insanların bu konuda ne dediğine çevirip ayeti buna göre anlamlandırmaya katlığınız zaman, işin içinden çıkılmaz hale geldiğini görürsünüz. Eğer bunlar bize gerekseydi Allah anlatmaktan aciz değildir, destan gibi anlatırdı.
İfk olayı ile ilgili ayetlerde gerekli açıklama yapılarak olayın bir iftira olduğu bildirilmektedir. Bu arada Müslümanlara da bir ders vererek: “Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da: «Bu, apaçık bir iftiradır» demeleri gerekmez miydi?
Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde yalancıların ta kendisidirler.
Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi.
Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Hâlbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç) tur.
Onu duyduğunuzda: «Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır» demeli değil miydiniz?
Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu tekrarlamaktan sizi sakındırıp uyarır.
Ve Allah ayetleri size böyle açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nur 24/12-18)
Görüldüğü gibi son sözü Allah Teâlâ söylüyor: “Allah size ayetleri açıklıyor” bu ders bize yetmeli diyoruz.
Mürselat 31. Ayetinde bahsedilen de ayetin öncesi ve sonrasıyla okunduğu zaman cehennemdeki insanlara azap edilecek ateşin çeşitli hallerinden ve görüntüsünden bahsedilmektedir. Olayın kendisi gayb dünyasına ait olduğu için onun te’vilini/gerçek mahiyetinin nasıllığını açıklayacak kimse yoktur. Manzaranın anlatılan kadarıyla bakıldığında korkunç olduğu anlaşılıyor. Simsiyah bir gölgelik gibi, ama onda gölgede olan serinlik yok. Saray, deve veya hurma kütükleri gibi Kıvılcımları olan bir ateş türü olduğu ifade ediliyor. Bu korkunç manzara insana cehennemdeki azabın şekillerinden biri hakkında bir fikir vermek için anlatıldığını düşünerek gerekli dersi almamız gerekir şeklinde anlıyoruz. Rabbimiz cümlemizi  o ateşin azabından korusun!..
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/allahin-sozune-itibar-muminlerin-siaridir/#sthash.UgRKQc5s.dpuf