Prof. Dr. Erol Göka
'Devlet' meselesini aklıselimden ayrılmadan konuşmak, hele hele 'demokratik devlet'in nasıl olması gerektiği hakkında fikir serdetmek hayli zor... Dünyaya, insana, topluma nasıl bakıyorsanız ona göre bir devlet anlayışına sahip oluyor, daha en başından tarafgir olmak durumunda kalıyorsunuz. Sadece bizde değil batıda da böyle.
Modern batıda her ne kadar sivil toplumcu, özgürlükçü ve liberal demokrasi yanlısı görüşler hâkim ise de mesele devleti savunma noktasına geldiğinde, birçoğu
Batı düşünce
Batı, devlet konusunda böyle bir gel-git içinde; kâh özgürlükçü kâh alabildiğine devletçi. Biz ise hem devletin her türlü
Bütün bunları, 'paralel' (devlet, yapı) tartışmalarında söyleyeceklerimizi, muarızlarımızın hemen 'devletçi' diye etiketlemelerinin önüne geçmek için baştan ifade ediyoruz. Evet, çok açık biçimde bu tartışmada 'devlet'ten yanayız, gerilim devletin lehine bitsin istiyoruz. Sivil gücü temsil ettikleri gibi bir gerekçeye sığınılarak devlet-içinde hizipçi yapılanmaları asla tasvip etmiyoruz. Demokrasi mücadelesinin bir adabı, usulü olduğuna inanıyoruz.
Devleti savunmamızın devletçilikle bir alakası bulunmuyor. Hegel'in saçma tarihin sonu teorisi gibi devletçiliğini de benimsememize imkân yok ama devlet ve sivil toplum ilişkisinin zıtlıklar temelinde sözleşmeye dayalı olmayıp birbiriyle yakından bağlantılı olduğu anlayışında onunla mutabıkız. Devlet, toplumun gücü tek meşru kullanma yetkisini de içerecek tarzda kendisinden üretebildiği genel otoritedir. Toplumun kendine özgü genel bir diyaloga sahip olduğunun ispatıdır. Toplumun tasdik ettiği pratik akıldır. 'Hak ettiğiniz biçimde yönetilirsiniz' kutlu sözü, devlet ve toplum arasındaki kopmaz bağı çok sarih biçimde anlatır. 'Ben', 'biz' ve 'devletimiz', her birindeki değişme ve gelişmelerin diğerini etkilediği organik bir ilişki halindedir.
Devletçiler için tüm işleyişte esas olan devlettir; toplum devletin hizmetçisidir. 'Ya devlet başa ya kuzgun leşe' onların temel şiarıdır. Devletin bizatihi kendisi kutsal olduğundan, toplumun talep ve ihtiyaçları bir önem taşımaz, nasıl olsa devlet toplum için en iyisini düşünecek ve yapacaktır. Devletin varlığı ve hayatta kalması için yeri gelir tüm yurttaşlar bile feda edilebilir.
Oysa demokratlık olarak anlatmaya çalışacağım, dinimizle de pekâlâ uyumlu olduğunu düşündüğüm fikirler, hiç de devletçi değildir. Mütedeyyin demokratlar için asıl olan insan ve toplumdur; sağduyuya ve halkın özgür sesinin nihayetinde Hakk'ı terennüm edeceğine inanırlar. Devlet, milletin hizmetçisidir. Rahmetli Erbakan'ın 'garson devlet'; Rahmetli Yazıcıoğlu'nun 'hadim devlet' diye anlatmaya çalıştığı tam da budur. Devlet, ne kadar demokratik olursa, millete o kadar yakınlaşacak, milletin gerçek temsilcisi olacak diye düşünülür. Yetmez: Devletin yönetimi, toplumsal dinamiklere bağlı olarak mütemadiyen değişime açık olmalıdır. İktidar kadar muhalefet de önemlidir. İktidardayken toplumun taleplerine ve değerlerine uygun bir yönetim gösteremeyen yerini muhalefetin alternatif projelerine bırakmak zorunda kalır.
Hem devlette kendisine daha fazla alan açmak için çabalayan hem de 'Allah devletimize zeval vermesin' diye dua eden milletimiz, bu ayrımları çok iyi bilir. Bu yüzden hep demokrasiden ve devletinden yanadır; paralel girişimlere yüz vermez, dönüp bakmaz. (Yeni Şafak)
Yazıyı kaynağından okumak için tıklayınız...