Ali Bulaç'tan Yeni Politik Kültür Açılımı

İslamcılık değerlendirmelerine çeşitli konular dolayımında devam eden Ali Bulaç, bu kez de modern-postmodern dönemlerin beraberinde getirdiği politik kültürü karşılaştırarak “Yeni Bir Politik Kültür”ün gerekliliği tezini işliyor

VAN 6.10.2012 16:43:13 0
Ali Bulaç
Tarih: 01.01.0001 00:00

İslamcılık değerlendirmelerine çeşitli konular dolayımında devam eden Ali Bulaç, bu kez de modern-postmodern dönemlerin beraberinde getirdiği politik kültürü karşılaştırarak “Yeni Bir Politik Kültür”ün gerekliliği tezini işliyor.

Bulaç’a göre ne modern dönemin klasikleşmiş rasyonel ve pozitif siyaset felsefesi ne de postmodernizmin öne çıkardığı politik kültür dünyadaki karmaşık gidişatı tanımlama ve sorunları çözme kabiliyeti bulunmamaktadır. Yine ona göre klasikleşmiş modern siyaset felsefesinden etkilenmiş olan İslamcı politik kültürün de mevcut haliyle işin içerisinden çıkma olanağı yok. Ali Bulaç İslamcılığın özü itibariyle modern ve postmodern siyaset felsefesinin çözemediği sorunların üstesinden gelebileceğini ancak bunun başarılı olabilmesi için de İslamcılığın yeni bir politik kültür inşa etmek durumunda olduğunu söylüyor.

Ali Bulaç’ın sözkonusu analizinde İslamcılığa dair yaptığı “modern politik kültürden etkilenme” savı ve alternatif olarak sunduğu “yeni İslamcı politik kültür”ün mahiyeti açılımlarla somutlaştırılmaya muhtaç olsa da modern-postmodern durum ve politik kültüre dair yaptığı tespitleri okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Yeni Politik Kültür

Ali Bulaç / Zaman

Modern paradigmanın parçalanıp her bir parçanın özerkleştiği postmodern zamanda siyaset üzerinde yeniden düşünme zarureti var.

Sol, milliyetçi ve liberal siyaset felsefesi yeni dönemin önümüze koyduğu sorunları çözecek modeller geliştiremiyorsa, modern dünyadan aldığı etkiler kadarıyla klasik İslamcılık da yeni duruma cevap verebilecek durumda değiller.

İsteyen eskiden kalma malzemeyle siyaset yapabileceğini düşünebilir. Ancak kendini empoze eden somut tarihsel ve toplumsal durum şu ki, yeni bir politik kültürün eşiğindeyiz. Bir kere 18. yüzyılın rasyonalizmi ve 19. yüzyılın pozitivizminin arka planını beslediği siyaset çoktan geride kalmış bulunuyor. Demokrasilerin doğdukları Batı dünyasının özel şartlarında güvenliklerini laiklikte aramaları bugün bize çok şey ifade etmiyor. Laiklik sekülarizmi, sekülarizm nihilizmi doğurdu. Ekonomik, sosyal, askeri ve uluslararası ilişkilerde devletlerin veya hükümetlerin aldıkları merkezi kararların hem ulusal hem bölgesel ve küresel düzeyde doğurdukları derin etki, liberal tezin salt bir iddia olduğunun yeterince göstergesi. Merkez Bankası’nın alacağı bir karar “serbest” zannettiğimiz piyasayı bir anda etkiliyor; Obama’nın veya Romney’nin seçilmesinin Ortadoğu’ya farklı etkileri ve maliyeti var. Şu halde “ideolojilerden ve müdahaleden bağımsız birey kararları veya serbest piyasa” tezi, liberal felsefenin ideolojisi ve politik ikna aracından ibaret.

Ulus devletler zayıflıyor, tümden ortadan kalkmasalar da egemenliklerinin bir bölümünü yerel ve yöresel olana, küresel ve bölgesel aktörlere devretmek zorunda kalıyorlar; bu da bizzarure siyasi olarak merkezi, sosyo-kültürel olarak adem-i merkeziyetçi bir yönetim modelini zaruri kılıyor. Üretim yapısı kökten değişti. Elimizdeki politik malzeme bunu yeniden formüle etmeye yetmiyor. Modernizme göre olan model politik, sosyal ve kültürel –kaba veya rafine- merkeziyetçiliği; postmodernizme göre olan model ise parçaların her birini özerkleştiriyor, ayrıştırıyor, sonra kutuplaştırıp çatıştırıyor. Çatışma dinler ve mezhepler; etnik gruplar, erkekler ve kadınlar; zenginler ve yoksullar; farklı kültürel gruplar arasında vuku buluyor. Postmodern durum, askeri müdahalelerin ve darbelerin önünü kapatıyor, 15 milyonluk bir kenti hiçbir askeri cunta tam olarak denetleyemez, hiçbir ideoloji de farklı sosyal ve kültürel grupları görece tatminkâr bir şemsiye açmadıkça kendi hegemonyası altında birlik ve uyum içinde tutamaz. Askeri müdahaleden ümidini kesen devletlerin derin güçleri denetimi eğitim, medya, stk’lar, demokratik örgütler, sendikalar ve popüler kültür üzerinden sürdürmek istiyorlarsa da, sivil eğitim talebi, sosyal medya-internet, kontrol dışı toplumsal gruplaşmalar ve ister faydalı ister zararlı-yıkıcı marjinal gruplar söz konusu denetimi imkansızlaştırıyor.

Dünün tehdit tanımında yer alan sorunlar nitelik değiştiriyor. Terör tanımı devletlere göre farklı, terörü siyaset aracı kullananlara göre farklı yapılıyor. Silahlanma, küresel-bölgesel ve ulusal eşitsizlikler; yaygın uyuşturucu ve alkolizm; cinsel sapmalar; çevrenin tahribi, ekolojik sorunlar ve küresel ısınma; erkek-kadın arasındaki fıtri ilişkinin bozulması; uyuşturucu, silah, kadın ve insan kaçakçılığı; organize suç örgütlerinin artan etkinliği; gençlere ve çocuklara yönelik faaliyet gösteren sapkın tarikatlar, sektler, satanist akımlar; sinema, televizyon üzerinden empoze edilen pop ve top kültürün zihni çökertmesi; Batı’nın kendi demokrasi modelini ve kültürel değerlerini “liberal müdahaleci”liğe gerekçe gösterip ülkeleri işgal etmesi; savaşlarda sivillere verilen zarar; milyonlarca insanın göçmen/mülteci durumuna düşmesi; Batı’da gelişen ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslamfobia vb. sorunlar. Modernliğe göre kurulmuş demokrasiler bu konularda bize bir çıkış yolu gösteremiyor.

Bize Müslümanlığı siyasete karıştırmadan dindarane hayat yaşamakla yetinin diyenler dünyanın içinden geçmekte olduğu derin krizi anlamıyorlar. Hem sorunların akut hale gelmesine sebep oluyorlar hem insanlığı İslam’ın yeni bir politik kültür geliştirme imkânından mahrum ediyorlar. Küresel durumda din, felsefe, siyaset, iktisadi ve sosyal hayat birbirinden ayrı düşünülemeyecek çerçevede entegredirler. Dini bunlardan ayırdınız mı, ruhunu ve aklını iptal ettiğiniz insanı –beşeriyeti- kendi dramı ve trajedisiyle baş başa bırakmış olursunuz.