ALACAKARANLIKTA TARİHİ ÇAĞIRMAK

Ercan Yıldırım

VAN 30.10.2016 10:56:18 0
ALACAKARANLIKTA TARİHİ ÇAĞIRMAK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Bölgede değişik etnik, din, mezhep unsurlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan kantonlara dayandırılan Rojava, bir laboratuar gibi düşünülerek bu tampon devletin, klan devletçiklerin adeta provası vazifesi gördü. Rojava, PKK menşeili grupların ütopyası olarak sadece Irak, Suriye değil pek çok grubun “yeni hayat” özlemini karşılayacak efsanelere dayandırıldı. Komünal hayat, antikapitalist ve antiemperyalist hayaller, kooperatif tarzı ekonomik ilişkiler, Stalinist örgütçülük sadece İsrail ve ABD’nin değil, Alman, İngiliz sosyalistlerinin “yeni Komünizm” tasarımının bir parçası olarak sürekli desteklendi.
Arap Baharı ile başlayan sürecin Suriye’de kangrene dönmesinin ardından, son günlerde Musul üzerinden başlayan yeni çatışmalar, uluslararası sistemin PKK ve PYD merkezli bir devlet kurma girişimlerinin hızlanmasıyla doğrudan ilişkili. İmparatorlukları yıkıp ulus devletleri inşa eden dünya sistemi, ulus devletleri de pek çok etnik, mezhepsel, kültürel, soy bağına dayalı yönetim birimlerine, devletçiklere dönüştürmeyi planlıyor. PKK ve PYD eksenli bir tampon devlet kurma fikrini başta İsrail olmak üzere ABD hararetle destekliyor; öyle ki Hillary Clinton seçmenlerine bölgeye asker göndermeyeceğinin, PKK-PYD terör gruplarını destekleyeceğinin garantisini verdi bile.
Bölgede değişik etnik, din, mezhep unsurlarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan kantonlara dayandırılan Rojava, bir laboratuar gibi düşünülerek bu tampon devletin, klan devletçiklerin adeta provası vazifesi gördü.
Rojava, PKK menşeili grupların ütopyası olarak sadece Irak, Suriye değil pek çok grubun “yeni hayat” özlemini karşılayacak efsanelere dayandırıldı. Komünal hayat, antikapitalist ve antiemperyalist hayaller, kooperatif tarzı ekonomik ilişkiler, Stalinist örgütçülük sadece İsrail ve ABD’nin değil, Alman, İngiliz sosyalistlerinin “yeni Komünizm” tasarımının bir parçası olarak sürekli desteklendi. Kendi başına bırakıldığında ekonomik iflası yaşayıp birbirine girebilecek gruplar, yapılar sübvanse edilerek yeni Ortadoğu haritası için emsal teşkil etme vazifesini icra etti.
‘Feodal özerkllik’
Kadınların yönetime yüzde 40 katılımı, kadın, gençlik, halk meclisleri gibi yerel yönetim, demokratik özerklik türü idare mekanizmaları mitoloji boyutlarında aktarılsa da güvenliği PKK-PYD militanlarının yürüttüğü, hukuki işlerin “feodal” anlayışla, ağalar vasıtasıyla çözüldüğü bir sisteme sahip Rojava; feodal temelli yeni komünizm! Avrupa’dan ya da Türkiye’den Rojava’ya giden, yardım edenler bu ütopyayı besleyip büyütecek yeni efsaneler üretmeye devam ediyor; hapishanelerin olmadığı, hırsızlık olaylarının yaşanmadığı, cinsel saldırıların yapılmadığı bir bölge imiş Rojava! Fakat sıra sorunların anlatılmasına geldiğinde hakikat beliriveriyor; PKK-KDP ve bölgedeki tüm gruplar birbirlerini yiyecekleri günü bekliyor, işsizlik had safhada, zoraki yanyana getirilenler bir an önce kendi feodal damarlarının baskın olmasını bekliyor.
Yıllarca İsmail Beşikçi’nin Osmanlı’nın doğu ve güneydoğuyu sömürdüğü tezini tekrarlayan Kürt milliyetçiliği, demokratik özerklik talebini dillendirenler bir yandan da yine Osmanlı’yı referans gösterip Osmanlı millet sisteminin nimetlerini anlatır, millet sistemini, bağımsız eyalet sistemi gibi gösterip ona dönmeyi talep eder. Bu bakımdan imparatorluğun son yıllarında İngilizci Prens Sabahattin’in ortaya attığı adem-i merkeziyetçiliğe sarılan Kürt milliyetçiliği, halen pek çok yerde, mesela Süleymaniye’de bile yine Öcalan’ın çerçevesini belirlediği demokratik özerkliği tartışmaktadır. AB müktesebatında Türkiye’nin imzaladığı yerel yönetimlerin özerkliği şartındaki 20’den fazla özerk yapıyı adem-i merkeziyet ve demokratik özerklik modelleriyle eşitlemek isteyen Kürt milliyetçiliği bu sayede ülkenin farklı birimlere ayrılarak paramparça olması için öteki etnik unsurlara şirin görünecek çağrılarda bile bulunur. Ötekileştirmeme, çokkültürlülük, çoğulculuk gibi postmodern temalar, ulus devletlerin merkeziyetçi karakterini çözmekten ziyade milletlerin kadim köklerini kesmeye yönelik ortaya atılmaktadır. Sadece Kürt milliyetçiliğinin değil aynı zamanda son günlerde FETÖ nedeniyle adı sıkça anılan, kızının adını Ankara koyan Graham Fuller nezdinde dünya sistemi, şirin gösterilen yerel yönetimler yetki devri ile adem-i merkeziyetçiliği bağdaştıran, çokmerkezlilik hatta merkezsizlik gibi sempatik önerilerle klan devletçiklerin önünü açan çalışmaları bu süreçte ana akım olarak yer almaktadır. Bu açıdan Rojava modeli yani laboratuvarı süslenerek kuvvetli mitlerle bölge insanının önüne çıkarılıyor.
Yerel koşullara göre anlaşmazlıkların çözülmesi gibi masumane, zaten ulus devletlerde bile çoğunlukla dikkate alınan konular, kültürel hatta folklorik boyutlara getirilerek sunulmakta. Halbuki buradaki murat bir federasyon fikrini genelleştirecek özerklik talebine kadar varır. Dolayısıyla postmodern çokkültürlülük ve merkezsizlik fikri esasında öznenin varlığıyla ilgilidir. Bugün başta Ortadoğu olmak üzere İslam ülkelerinin çoğunluğunda etnik, mezhep, din farklılıkları bireylerin özneleştirilmesiyle kışkırtılıyor; aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi. Etnik yapıların kendilik bilgilerini neredeyse zorla kendilerine nakşeden dünya sistemi ikinci etapta ulus devletlerin çözülmesi için yeni ataklar geliştiriyor. Bölgesel özerkliği İspanya, federasyon fikrini Quebec üzerinden meşrulaştırmaya çalışan sistem zaman zaman adem-i merkeziyet üzerinden tarihi referanslar bulmaya çalışır.
Anglo Sakson aklı
Tam da burada çarpıtılan tarihi tashih etmek gerek: Osmanlı İmparatorluğu için herkes kendi durduğu yerden idari tarifler getiriyor. Osmanlı merkeziyetçiliği ulus devlet merkeziyetçiliği gibi yorumlanmaya da çalışılıyor. Osmanlı klasik dönemindeki merkezi yönetiminin güçlülüğü, son dönemindeki merkeziyetçilikle aynı değil. İmparatorlukların bugün ile kıyaslanması başlı başına anakronik zaten. Etnik unsurların ayrılması merkeziyetçi karakterini veriyor devlete; yani aslında Osmanlı’yı merkeziyetçi kılan da, Türkiye’nin kuruluşundan itibaren merkeziyetçi tavır almasını sağlayan da etnik unsurların Osmanlı’daki performansıdır.
Liberalizm arttıkça adem-i merkeziyet talepleri yükselir; teşebbüs-i şahsi merkeziyetçilikte çok daha zor gelişir, Prens Sabahattin deneyimi bunun kanıtıdır.
Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyeti muhtariyet ihtimalinin uzağındadır; yerel yönetimlerde, vilayetlerde umumi meclislerin bulunması yani sadece yerel konularda orada yaşayanların karar alabilmesine, vali gibi yerel memurların güçlenmesine, vatandaşın vergilerinin nereye gittiğini bilmesine dayanır. Dolayısıyla bugün demokratik özerklik ya da Rojava tekliflerinde olduğu gibi ülkenin umumuna teşmil edilecek iradeleri elbette yoktur.  Adem-i merkeziyet Osmanlıcı tutumun adıdır; Mithat Paşa üzerinden İngiliz aklının eseridir, güya etnik unsurları bir arada tutmaya dayanır. Aynen bugün Anglo-Sakson aklının Rojava’yı mitleştirmesi gibi…
Adem-i merkeziyet fikri halihazırda Ortadoğu coğrafyasındaki klan devletçikler modellemesinin alt yapısını tesis ettirecek tarihi geçmişi yansıtır.
Osmanlı Mebusan Meclisi en renkli, gayri Müslimlerin ve farklı kimliklerin en fazla temsil edildiği Parlamento olmasına rağmen çöküşü durdurmak bir tarafa daha da tetiklemişti. Bunun karşısında İstiklal Harbi ile beraber teşekkül ettirilen Meclis ise gayrimüslim unsurların bulunmadığı, yekpare kaygıları barındıran İslami hassasiyeti yüksek bir Meclis’ti; zaten kurucu kimliği buradan geldi. Türkiye bugün bir beka meselesiyle karşı karşıya… Devletin üst düzeyinden milletin kılcallarına kadar herkes bu kaygıyı taşıyor. Ontolojik bir huzursuzluk Türkiye’de gittikçe yoğunlaşırken aktif fay hatlarındaki hareketlilik artıyor.
Musul operasyonu, Suriye’deki durum fay hatlarına çok daha fazla enerji yüklüyor.
Öncelikle Kobani sonradan Rojava üzerinden kurgulanan tampon devlet fikri her ne kadar federasyon temelli gibi gözükse de bu modelin ne Irak’ta ne Suriye’de dünya sisteminin merkez ülkeleri tarafından yürütülmesine müsaade edilmiyor. Tanzimat ülkenin bugün karşı karşıya kaldığı sorunların başlangıcıydı. “Gavura gavur denmeyecek” sözü üzerinden İslam ile öteki dinler, İslam’ın ruhuna uymayacak biçimde “eşitlendi.” Bu eşitlik Batı’nın üstünlüğü demekti. Bugün hendek savaşlarından Kobani olaylarına, FETÖ darbe girişiminden PKK-PYD’nin Irak ve Suriye’deki girişimlerine kadar pek çok hadise, doğrudan Türkiye’nin varlığına karşı gelişmektedir. DEAŞ’ın tüm eylemleri, öteki terör örgütlerinin uyumlu eylemleri de Türkiye’nin genetik kodlarıyla oynamaya dönük. Bu bağlamda adem-i merkeziyet üzerinden liberalleşmeyle izah edilecek süreç de, demokratik özerklik gibi çıkışlar da orta vadede Musul-Cerablus hattında geleceğin şekillenmesi için belirgin aşamalar olarak sunulmaktadır.
Çok yönlü savaş
Bölünme korkusundan, Türkiye’nin beka meselesine uzanan geniş aralıkta demokratik özerklik çıkışı da Rojava deneyimi de, İsrail’in güvenliği için en kullanışlı malzemeler olarak görülmelidir.
Demokratik özerklik ile APO’nun yeniden bedene büründüğünü, Rojava ile PKK’nın daha enternasyonal kimliğe ulaştığını, örgütün Marksizmden caydıktan sonra bile sosyalistler tarafından sahiplenildiğini gözeterek, Türkiye’nin atacağı adımları çok ihtimalli planlarla yapması gerekir.
Irak ve Suriye’deki kanton yapılanmalarını küçümseyen bir kamuoyuna sahibiz. Evet, PKK ile KDP ve öteki grupların hepsi birbiriyle çatışmalı; PKK kendinden başka hiçbir gücün uç vermesini istemiyor aynen KDP gibi… Böyle tekçi bir örgütün Rojava gibi çokkültürlü, çokdinli, çokmezhepli, pek çok halk meclisine dayanan yapıya, aşirete müsaade etmeyeceği daha en baştan belli.
Türkiye’ye, demokrasi, demokratik özerklik, çoğulculuk dersleri verenlerin PKK’nın kendinden başka hiçbir yapıya müsaade etmeyen kültüründen gelmesi oyunun bir başka yönünü işaret ediyor. Dünyada imparatorlukların yerini alan ulus devletler de sert eleştirilere uğruyor. İstikrarsızlığın sürekliliğini tesis eden dünya sistemi klan-aşiret devletçikler inşa etmek için atakta. Bu süreçte Türkiye’nin Irak’ta, Suriye’de bulunması, en az 4-5 farklı varyasyonla hareket kabiliyeti geliştirmesi mühim. Teoriler, iyi niyetli teklifler, kulağa hoş gelen yakıştırmalar hakikatte ölüme açılabilir.
Gittikçe sonu görünmeye başlayan bu savaşta dua da lazım; Yahya Kemal’in dediği gibi, İstiklal Harbi’ne her Türk katılmadı, dua etti!

Star/Açık Görüş/ Ercan Yıldırım