AK Parti ve toplumda artan milliyetçi söylem; Nedenleri, sonuçları…

Zafer Burakmak

VAN 19.12.2017 21:12:48 0
AK Parti ve toplumda artan milliyetçi söylem; Nedenleri, sonuçları…
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Milliyetçi söylemlerin Türkiye siyasetindeki varlığı, geçmişten bugüne sürekliliği olan kimi zamanlar ise yoğunlaşan bir seyir izlemiştir. MHP gibi bu zihniyeti kendine misyon edinmiş partiler dışındaki siyasi partilerde de bu argüman sıkça kullanılmıştır . AK Parti gibi kendini merkezde konumlandıran ve “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan bir partinin son dönemlerdeki kimliksel bunalımı buna bir örnek teşkil eder.

Her ne kadar “muhafazakar-demokrat” kimliğiyle neşet etse de toplumun, AK Parti’de ““demokrat, İslamcı ve  milliyetçi” olmak üzere üç damarı gördüğü söylenebilir. Bu anlamıyla merkez bir parti olmasını da akılda tutan her kesim, kendine yakın damara odaklandı ve diğer kimlikleri görmezden geldi. Yazımızın konusu olan Türk milliyetçi damarın, AK Parti’de gizil ya da aşikar sürekli var olduğunu belirtmek gerekmektedir. AK Parti’nin, merkez parti olması ve dayandığı dindar kesimin de zihin kodlarında var olan milliyetçi-mukeddasatçı mantığı göz önünde tutarsak bu siyaset varlığı anlaşılabilir. Ancak sağ muhafazakar partilerde geçmişten bu yana var olagelen bu milliyetçi aidiyetin, geçmiş dönemlerde çok daha sönük tutulduğu söylenebilir.  Zira AK Parti, kendisinde mündemiç üç damardan günün gereğine uygun olanı ön plana sürme becerisini göstermiştir. Kurulduğu ve iktidar olduğu ilk dönemlerde daha çok demokrat kimliğiyle görülen parti, sonraki süreçte İslamcı yada milliyetçi renkler de vermekten çekinmemiştir.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Cumhurbaşkanlığı referandumunda MHP ile girişilen siyasi ittifak, milliyetçi mantığın önce AK Parti’de sonrasında da tüm toplumda yayılması sonucunu doğurmuştur. Referandum üzerinden MHP ile girişilen siyasi ittifakın hala sürüyor olması, bu dalganın süreceğini de tahmin ettirmektedir. Yeni sistemde iktidar için gerekli olan yüzde 50+1 oy oranı, AK Parti’yi MHP üzerinden milliyetçi oyları almaya yönlendirdi. Ancak AK Parti’nin, MHP ile girdiği referandum ittifakından BBP ve Hüda Par gibi kesimlerin de desteğine rağmen %51,4 gibi bir oy alması, bu ittifakın beklenen siyasi başarıyı tam olarak sağlayamadığını da gösterdi.  Zira AK Parti ve MHP, 2015 Kasım seçimlerinde toplam yüzde 61.4 oy almıştı. MHP’deki muhalif kayıpları, diğer partilerin getirdikleri üzerinden tamamlasak bile milliyetçi ittifakın toplumda yeteri bir destek görmediğini söylemek mümkün. Dolayısıyla siyasi getirisi beklentinin altında gerçekleşen ve yine diğer kesimleri küstürme riski yüksek olan milliyetçi bir dilin AK Parti ve lideri Recep Tayyip Erdoğan tarafından neden sürdürüldüğü, oy hesabı dışında farklı cevapları da gerektiren bir soru. Düne kadar böyle bir dilden kaçan bir partinin, milliyetçi söylem ve politikalara bu kadar angaje olması, üzerinde düşünülmesi gereken bir husus.

Türkiye’nin kendi içerisindeki nedenlere değinmeden önce dünyada yükselen bir milliyetçi dalganın olduğunu kaydetmemiz lazım. “Sınırların anlamsızlaştığı liberal Avrupa”da bile milliyetçi partilerin parlamentolara girdiği, hükümet ortakları olduğunu görüyoruz. Dünya,  ABD’den Avrupa’ya kadar içe kapanık ve sınırların tekrar kalın duvarlarla örüldüğü bir döneme girdi. Türkiye’nin bu dalgadan azade olacağını düşünmemek gerek.

İç nedenlere baktığımızda ise, oy hesapları dışında AK Parti’nin kendisini ikna ettiği kimi gerekçelerin olduğu görülüyor. Bu gerekçeleri şöyle sıralayabiliriz;

--Çözüm Süreci; Başlangıcı eskiye dayansa da 2013’te artık kamuoyuna mal olan Çözüm Süreci’nin, Türk milliyetçiliğini hem azaltan hem de artıran bir etkisi oldu. Katı milliyetçi kesimlerdeki tepkileri değil de toplumun genelini dikkate aldığımızda, milliyetçi refleksleri düşürdüğünü söylemek mümkün. Öncelikle kısa bir süre de olsa tabutların gelmemesi, milliyetçi duygularda bir sönüklüğe neden olmuştu. Çünkü bir beldeye gelen her tabut, kendisiyle birlikte öfke ve milliyetçiliği de sürüklüyordu. Cenaze gömülse, öfke bir süre sonra sönse de topluma bulaşan milliyetçi mantık sinsice yayılıyordu. Bir diğer husus; özellikle Anadolu’nun dindar-muhafazakar kesimlerinin, güvendikleri ve kendilerinden gördükleri bir lider ve partisi tarafından, Kürt varlığının ilan edilmesi ve Kürtlerin, 12 Eylül’de Diyarbakır cezaevindeki işkencelerden, sonrasındaki asit kuyularına ve JİTEM davalarında topluma yansıyan kimi yaşanmışlıklara kadar birçok haksızlığa maruz kaldıklarını duymalarının milliyetçi duyguları törpülemesiydi. Vasat bir Anadolu insanının, kendi mahallesinden güvendiği isimlerin bu haksızlıkları dile getirmesi ve Kürtlerin kültürel varlığını kabul etmesi önemli bir gelişme olarak kaydedildi. Ancak çöken sürecin siyasi faturasını üstlenmek istemeyen AK Parti, düne kadar Kürtlerin anlaşılması gerektiği şeklindeki dili bir anda tersine çevirdi. Öyle ki, Çözüm Süreci’nin ağır faturasının kendisine yüklenmemesi için en kolay ve zahmetsiz yola başvurdu; neredeyse kendisini suçlayacak MHP’nin dilini kullanacaktı. Çünkü maliyet ağırdı. Çözüm sürecinden önce kırsal kesimlerde yaşanan çatışmalar, süreç ardından Diyarbakır, Mardin, Şırnak ve Hakkari’nin şehir merkezlerine kadar yayılmıştı. Çatışmaların bu düzeyde artması, Türkiye’nin batısındaki kamuoyunda Çözüm Süreci’ne yüklendi ve dolayısıyla süreci başlatan ve yöneten AK Parti’ye. Bu faturayı en kestirme yolla siyasi bir maliyete dönüşmeden atlatmak isteyen AK Parti, milliyetçi dile savruldu ve bu savrulma devam ediyor.

Bürokratik Kadro Arayışı: Devlet bürokrasisi içerisinde güçlü olan “Ulusalcılar, Milliyetçi kesimler ve Gülenciler” arasında ulusalcı kesimlere karşı Gülen yapılanmasına yakın duran AK Parti, Ayışığı, Yakamoz gibi darbe planlamalarına karşı tamamen Gülenci kadrolara yaslandı. Ergenekon ve Balyoz süreçlerinde artan bu karşılıklı bağımlılık, özellikle 7 Şubat 2012’deki MİT Krizi ile kamuoyuna yansıyan çatışma sonrası AK Parti’yi milliyetçi kadrolara yaklaştırdı. 17/25 Aralık sürecinde daha da artan bu yakınlaşma, bürokratik kadrosunu oluşturamayan ve destek arayan hükümeti, adeta bu kadrolara mahkum etti. Milliyetçi olarak tanımlanan emniyet kadroları, 17/25 Aralık operasyonlarını dışarıdan bir müdahale olarak gördükleri için hükümete destek vermiş ve bu destek kimi restleşmelere kadar kamuoyuna yansımıştı. Bu destekle artan ilişki 15 Temmuz’da da sürdü. 15 Temmuz sonrası FETÖ yapılanmasına yönelik bürokratik operasyonlara ulusalcı kesimlerin de desteği katıldı. Bu ilişkiler, hükümette gittikçe artan bir milliyetçi söylem ve pratiğe dönüştü. Öyle ki, bizzat AK Parti tarafından bu kadroların ortak bir değeri olarak Atatürk yüceltmeciliği yeniden pazarlanmaya başlandı.

Irak ve Suriye’de süren savaş ve YPG: Savaşla karşılaşan her toplum gibi Türkiye de aynı refleksi göstererek milliyetçi reçeteye sarıldı. Irak ve Suriye’de yaşanan savaşın, Türkiye’ye yansıyacağı korkusunun verdiği “birlik olalım” tezi, milliyetçi renge büründürülerek topluma sunuldu. El Bab operasyonu gibi dış topraklarda süren askeri operasyonların verdiği “milli duygular”, Suriye’de ABD’nin silah boca ettiği YPG korkusuyla da birleşince çok kolay yayılma fırsatı buldu. Her an Afrin gibi operasyonlara yeltenebilecek olan hükümet, operasyonlar için bu duyguların ve “milli desteğin” sürdürülmesi gerektiğine kanaat getirmiş halde.

15 Temmuz darbe girişimi ve sonraki süreç: 15 Temmuz darbe girişiminde,  hem milliyetçi bürokratik kadrolardan, hem de birçok kesimle birlikte sokaklara dökülen Ülkücülerden destek gören AK Parti, devlet içindeki operasyonlar sürerken bu desteği kaybetmek istememektedir. Öte yandan darbe girişiminde yer almış FETÖ mensuplarının, Batı ülkelerine kaçmaları ve Türkiye aleyhtarı faaliyetlere girmeleri de milliyetçi mantığın yayılmasına neden olmuştur. ABD’de görülen Reza Sarraf davası ve NATO’da yaşanan krizin de bu duyguları tahrik ettiği görülüyor.

Tüm bu nedenlere yaslanan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iç ve dış baskılara karşı destek arayışı için kullandığı “millilik ve yerlilik” söylemi ve Atatürk yüceltmeliğini topluma gittikçe yaymaktadır. Erdoğan ve AK Parti, milliyetçi söylemlerle toplumun, Atatürk yüceltmeliğiyle ise bürokrasinin kendi etrafında kenetlenmesini hedeflemektedir.

Ancak Türk etnik kimliği üzerinden yükseltilen milliyetçiliğin kısa vadede hükümete faydaları görünse de uzun vadede bu topraklara sorun dışında hiçbir şey getirmeyeceği açıktır. Her etnik milliyetçiliğin, kendisiyle birlikte zulüm doğurduğuna şahit olan bu coğrafya, kısa vadeli bu çözüme kapılmayacak kadar tecrübe sahibi olmalıdır/olmalıydı. Bu anlamıyla merkez siyaseti üstlendiği söylenen bir partinin liderinin, 1930’lu yılların Türk nüfus-Kürt nüfus yarışına işaret eden söylemlere bile kaydığı görülmektedir. Bu sapma, bozkurt işaretlerinden tutun, Ankara’dan bürokratların gelişinden önce Kürtçe tabelaların kaldırılmasına kadar birçok yanlış doğurdu ve doğurmaktadır.

Etnik milliyetçiliğin, derecesine göre yanlışlara imza attığı gerçeğini akılda tutarak, Türk milliyetçiliğinin, aynı düzeyde Kürt milliyetçiliğini artırdığı uyarısını da yapmak gerekmektedir. Yukarıda sözünü ettiğimiz birçok sorun karşısında farklı çözümler üretilebilinirdi. Ancak AK Parti, kendisi için en kolay yola başvurarak günü kurtarma telaşına düştü. Bugünü kurtulan AK Parti’nin geleceğinin ne olacağını AK Partililer tartışmalılar ancak birlikte yaşama iradesi göstermesi gereken Türkiye toplumunun, bu gidişle yarınının ne olacağını acilen masaya yatırması gerekiyor.

YÖNELİŞ HABER