AK Parti Bürokrasisi Devletçi Zihniyetin Hastalıklarından Arınabilecek mi?

Yazısında Türkiye’de bürokrasinin süre gelen en önemli siyasi gücü oluşturduğunu belirten Etyen Mahçupyan, AK Parti’nin 15 Temmuz sonrası bürokratik yapıyı yeniden yapılandırmada karşılaştığı sınavın zorluğunu ve bunu aşıp

VAN 27.10.2016 18:56:07 0
AK Parti Bürokrasisi Devletçi Zihniyetin Hastalıklarından Arınabilecek mi?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Etyen Mahçupyan’ın konuyla ilgili Karar gazetesinde yayınlanan “AK Parti’nin Bürokrasi Sınavı” başlıklı yazısını ilginize sunuyoruz:

Kemalist Cumhuriyet rejiminin temel mantığı ülkeyi ‘ilelebet’ yönetecek ideolojik, sosyolojik ve siyasi bir merkezin oluşturulması ve onun meşru kılınmasıydı. ‘Türk ve laik’ kimliğe ve kurucu kişi yüceltilmesine dayalı bu sistem, merkezin etrafında gelişen bir sosyolojik ağla beslenirken, ‘bilimsel ve modern’ olduğu ölçüde yönetmeyi de ‘hak’ etmiş oldu. Siyaset merkezle halk arasında bir tampon işlevine sahipti ve sosyoekonomik düzenlemeleri yapmakla sınırlı bir alana sahipti. Asıl güç ise çekirdekte askerin, onun etrafında yargının ve nihayet dış çeperde sivil bürokrasinin olduğu merkezdeydi.

Bu nedenle on yıllar boyunca halk çocuklarının devlette bir iş bulması için uğraştı. Çünkü sınıf atlamanın en kolay ve gerçekçi yolu buydu. Siyaset de aynı işe yarıyordu. Bürokrasi ile işbirliği kanallarını açıyor, servet ve güç imkanı yaratıyordu.

***

AK Parti iktidara geldiğinde, hasbelkader istihdam edilmiş liyakat sahibi kişiler dışında, bürokrasinin orta üst kademelerinde üç grup vardı: Kemalistler, MHP eğilimli milliyetçiler ve herhangi bir gruba bağımlı olmamakla birlikte hepsiyle çalışabilecek oportünistler. AK Parti bürokraside reform yapmak, merkezin gücünü azaltmak, demokratik bir yapıya doğru yönelmek istiyordu. Söz konusu grupların hiçbiriyle yürümesi mümkün değildi. Öte yandan kendi ‘elinde’ güvendiği yetişmiş bürokrat da bulunmuyordu. Mantıklı alternatif muhafazakar tabandan gelen ve büyük çoğunluğu AK Parti seçmeni olan Gülen cemaatinden yararlanmaktı.

Gülenciler buraya yerleştikten itibaren Kemalistleri ve MHP’lileri tasfiyeye yöneldiler, oportünistleri ise dağıttılar ve işlerine gelenlerle işbirliği yaptılar. AK Parti Gülencilerle birlikte yürüneceğini düşündü, sandı ve umdu. Ancak bu epeyce naif bir yaklaşımdı, çünkü bürokrasi Türkiye’de gerçek bir siyasi güç. Bunu ele geçirenin herhangi bir siyasi parti ile paylaşması siyasetin doğasına aykırıydı. Bu tespiti yapıp çaba gösterseniz bile, başarılı olmak için ya uzun ve kavgasız bir süreye ya da tam tersine bir darbe ortamına ihtiyacınız var. AK Parti ise Kemalizm’le kavga halindeydi, ideolojik meşruiyeti zayıftı ve acilen tedbir almak durumundaydı. Böylece bürokraside Gülen’e teslim olma noktasına doğru gelindi ve Cemaat tarafından bilerek de getirildi.

***

AK Parti istese de bürokrasiyi dönüştürme fırsatını yakalayamadı. Nitekim bu toprakların bürokrasisine hakim olan hiçbir güç bugüne dek bu avantajını bir siyasi harekete ‘yedirmedi’… Bu kadar oy alan bir partiye bürokrasinin teslim edilmesi, yönetim mekanizmasındaki güç dağılımının kalıcı biçimde değişebilmesi demekti. Belki AK Parti de kendisinin sistem için nasıl bir tehdit oluşturduğunu tam olarak hiçbir zaman idrak edemedi ve bu nedenle uzun vadeli ve derinlikli bir reform bakışı geliştirmedi.   

15 Temmuz darbe girişimi ilk kez AK Parti’nin önüne radikal bir müdahale fırsatı çıkarmış durumda. Bürokrasinin bir bütün olarak zihniyeti, içyapısı, hiyerarşisi, kuralları ve sivil denetimi ile yeniden yapılandırılması mümkün. Ama bu büyük ölçüde ‘teorik’ bir ihtimal… Çünkü devleti yeniden şekillendirme yeteneği yakalamış olan bir siyasi parti, kendisi ‘merkez’ olmuş, kendi bürokrasisini bir anda aşırı güçlendirmiş demektir.

Soru AK Parti bürokrasisinin Cumhuriyet’in Kemalist vesayetçi bürokrasisinden zihniyet ve kurumsal kültür olarak faklı olup olmadığıdır… Eğer bir fark yok ise ya da oluşturulamazsa çıkacak sonuç bir ‘reform’ olmayacak, ancak devletteki sürekliliğin bir diğer nişanesi olarak tarihe geçmekle kalacaktır...