AHİRET

Şimdi biz bir an sonrasından başlayıp da sonu olmayan sona, yani gerçek âhirete değinmek istiyoruz.

VAN 14.06.2014 11:17:54 0
AHİRET
Tarih: 01.01.0001 00:00
Kelime anlamı “son” karşılığı olarak kullanılan ahiret gerçekten sonun ifadesidir. Her şeyde kendini hissettiren, farkettiren bir son. Kainâttaki sonluluktan, insan ömrünün sonluluğuna kadar her cins ve şeyde ifadesi bulunan son manasındaki son bir gerçek olduğu gibi aynı zamanda bir duygudur da. Özellikle insanlarda bulunan son duygusu, insanın kendini ifade etmesinde de bir anlam taşımakta ve insan bu sonu hep düşünmekte, hesab etmektedir. Adetâ içgüdüsel olarak varlığını bütün düşünce ve davranışlarında müşahade edebildiğimiz son insan için bir haddini bilme, bir sınırlı olmanın da ifadesidir. Günün sonu bulunduğu gibi, gecenin de sonu bulunmakta, düşüncenin bir sonu olduğu gibi duyguların da sonu olduğunu hep müşahede eden insan bu son duygusunun kendini sınırlaması sonucu daha bir disipline olmakta, kolay yola gelmektedir. Gerçekten son, bir lahza sonrasından başlayan zaman için dahi kullanılsa sondur netice bakımından. İnsan bir diğer dünyanın varlığını kabul edemese de, yani mutlak manada sonu kabule yatkın olmasa da sınırlı saydığı bu dünya yaşamının sonunun varlığını görmesi dahi ona çeki düzen vermekte, insanı biçimlendirebilmektedir. Sermayesinin sonu, gücünün sonu, yaşamının sonu velhâsıl her şeyin insan için bir son bulduğu gerçeği müşahadesi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Görebildiği mesafenin işitebildiği seslerin titreşimlerinin sonunun bulunması, tadabildiği tatların bir son ile noktalanması ve giderek hayatın bir son ile bitmesi de insanı son duygusuna hep bağlı kılmaktadır. Varsayalım ki bir an dünya gerçekten yalnızca bu dünyadır ve hayat da bu dünyadaki hayattır. Bu gerçekten hareketle bile insan son duygusunu taşımakta, hep bu duygunun etkisi ile hareket etmektedir. Düşünelim ki insanlarda son duygusu bulunmasa idi bu takdirde insan kendini nasıl ve ne ile engeller idi? Çok basit ve anlaşılır örneklerle konumuza açıklık getirmeye çalışırsak son duygusu taşımayan bir insanın yapmakta olduğu işin sonunu da düşünmeden hareket etmesi gerekirdi. Bu halde ise yeryüzünde insan olarak ne yapıyorsa bunların tümü ancak bir kaos ve karışıklık doğururdu. Örneğin direksiyonda bulunan birinin önüne çıkan hayvan veya insana çarpması halinde ne olacağı (yani sonu) nı düşünmeden hareket etse idi, yollar ne hâle gelirdi? Bir tahsildar topladığı paraları sonunu düşünmeden sarfetse idi, yine sonuç ne olurdu? Elindeki kazma ile kanal kazan bir amelenin sonunu düşünmesi halinde bu kazmayı bırakıp gitmesi işten bile olmazdı. Küreğini bırakan ve hattâ eline bile almayan amele, sonunu düşünmeyen bir mühendis, sonunu düşünmeyen bir muhasebeci, sonunu düşünmeyen herkesin yaşadığı bir dünya tasavvur edebiliyor musunuz? Ne olurdu? Evet yeryüzünde son (âhiret) duygusu taşımayan insanların bulunduğu bir yeryüzünde inanınız iki taş üstüste konamaz, yeryüzünde yaşanamazdı. Bozuk da olsa bir düzen varlığını adetâ insandaki son duygusu insanın insan olarak yaratılmasındaki önemli bir duygu olarak varlığını her vesile ile hissettirmektedir. Yalnızca bu dünyayı ve buradaki hayatı var saysa bile insan kendisinde bulunan son duygusu ile yaşamına bir anlam kazandırabilmekte ve bu hayatı yaşayabilmektedir. Bozuk da olsa bir düzene sahip olabilmekte ve yaşamını sürdürebilmektedir. Bu duygunun bulunmaması halinde neler olabileceğini ve insanı nelerin beklediğini tasavvur edebilirsiniz. Yukarıda vermeye çalıştığımız örnekleri hayatın her alanına teşmil ederek sonucun nerelere varabileceğini düşünmeniz zor değildir.İnsanda bulunan son duygusunun (hayat bu dünya ile sınırlı olsa bile) insana kazandırdığı göz önünde bulundurulunca rahatlıkla düşünebilir ki gerçek son, yani İslâmın vaz’ettiği âhiret duygu ve düşüncesinin insana neler kazandıracağı tasavvurların ötesine taşmaktadır. Bir amele çalışma gününün sonunda alacağı yevmiyeyi almayı düşünmese, bir tahsildar topladığı paraların hesabını vermeyi düşünmese, bir mühendis yaptığı projelerin sonunda kendisinden hesabının sorulacağı düşüncesini taşımasa, bir memur ay sonunda alacağı maaşı, bir tacir ticaretinin sonunda kâr edeceğini, bir sanayici yatırımının sonucunu düşünmese velhâsıl kimse yaptığı veya yapacağı işin sonunu (âhiretini) düşünmese dünya herhalde yaşanmaz, yaşanamaz bir dünya olurdu. Bir kimse sonunu düşünmeden evlense idi, evlenmenin mükellefiyetlerini düşünmese idi, doğan çocuğun sonunu düşünmese idi, yazdığı yazının sonunu düşünmeyen yazarlar yazı yazsa idiler velhâsıl hesapsız bir dünya düzensiz bir hayat nasıl yaşanılır olurdu? Sonunu düşünmek hesab kitap yapıp isabet ediyor muyum, etmiyor muyum demektir. Sonunu düşünmek, işin istenilen sona ermesini sağlamaya yönelik tedbirler almak demektir. Tedbir ise akıllılığın dışa vuran belirtisidir. İnsanın aklı, tedbirinden, tedbirinin isabetinden anlaşıla gelmiştir. Bu sebeble de tedbir kadar akıllılık yoktur denilmiştir. Tedbiriniz boyutlarında akıllısınız demektir. Tedbir ise işten alınması hedeflenen sonucu almaya yönelik yapılması ve düşünülmesi gereken şeylerin tümüne denir.İşin en güzel sonuçla sonuçlanması, hedeflenen sonucun elde edilmesini sağlayan şeylere tedbir tesmiye olunmuştur. Bütün insanlar her işlerinde en güzel sonu arzu ederler. Bunu istemeleri doğal olandır. Hiç kimse bozuk bir sonuç elde etmek için birşey yapmaz. Yaptığı halde iş bozuk şekilde sonuçlanırsa bu onun bu sonucu istemesinin değil, istememesine rağmen gereğini yerine getirmemesinin bozuk sonucu olarak ortaya çıkar. Herkes işinin düzgün gitmesini ve istediği istikamette güzel sonuçlanmasını ister. Yaratılış bu yöndedir bütün insanlarda. Bunu istemek herkes için doğal değildir. Zirâ sebebine tevessül edilen ve tedbiri alınan herşey herhalde güzel sonuçlanır. Zira sünnetullah böyledir. Yani Allah’ın kanunlarına uygunluk böyledir.Şimdi biz bir an sonrasından başlayıp da sonu olmayan sona, yani gerçek âhirete değinmek istiyoruz. Âhiret son olduğuna göre ve bütün insanlarda fıtrî olarak bu son duygu ve düşüncesi bulunduğuna göre âhiret konusunda insanın neden kısa menzilli düşündüğüne ve duygularını gemlediğine değinmek istiyoruz. İnsan aceleci olan bir varlık da olduğundan ve acele, gerçek ve sabır isteyen sonu düşünmek ve duymaktan insanı engellediği içindir ki insanlar kısa menzille hissetmekte ve düşünmektedirler.İnsan avlanmayı düşünecek olursa karşısına son olarak, sonuç olarak avı çıkar. Avını düşünmek, sonucu düşünmek demektir. Hani gez-göz, arpacık şeklinde eski tüfeklerde ava isabet için gerekli görülen sıralama, sonuca ulaşmak için gerekli görülen sıralama, sonuca ulaşmak için takib edilmesi gereken menzillerdir. Evet eski tüfeklerde ava isabet için gez, göz ve arpacık ava yönlendirilmiş olmalıdır ki av avlanabilsin. Avdan maksat avlanmak ise bu tedbirleri alacak ve riayet edeceksiniz demektir. Avın sonucu avı ele geçirmektir. Son düşünülmeden avlanılmaz, avlanılamaz. Av bir ücrettir, bir ecirdir. Avlanmanın ecri, ücreti. Ücreti, ecri düşünmeden, yani sonu düşünmeden yapılan şeye avlanma denilemez. Tıpkı bunun gibi insan için bir işin veya işlerin sonunu düşünmek ve ona göre yapmak da ecrini düşünmek, ecrine ulaşmak için yapmak demektir. Ecir ile son, yani âhiret birlikte tecellî etmelidir ki istenilen, yani ecre kavuşturan son da nihayet son demektir ama, ulaşılması istenilen son değildir. Sonunda ecre kavuşturan son istenilen sondur. Biz müslümanlar için gerçek son (âhiret) ise başlangıcı bulunan fakat nihayeti bulunmayan sondur. Bu son her son gibi bir ecri beraberinde bulundurur. Bu ecir, dirilişle başlayan yeni hayatın son bulmayan süresince karşılaşılacak nimetlerdir. Bu dünya hayatı sonludur ama yeniden dirilişten sonra başlayacak hayat sonlu değildir. Bu sebeble bu sonlu dünyada işleri gereğince yapanlar, Kur’an tabiriyle sahih imân ve salih (uygun) amel sahipleri sonu bulunmayan o hayatta memnun, şükredici ve nimetler içinde yüzer tarzda yaşatılacaklardır. Her halde bir ayrı yaratılışla yeniden hayata getirilecek insanlar için örneğin sonsuz olan âhiret hayatı bıkkınlık denilen şeyin bilinmeyeceği bir hayat olacaktır. Böyle olmalıdır ki herhangi bir şikayet söz konusu bulunmasın. Âhiret duraklarından ilki hesab günü durağıdır ve “O gün insana, ileri götürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.” (75 Kıyame 13). Evet, “Gökyüzünün yarıldığı, yıldızların döküldüğü, denizlerin birbirine katıldığı, kabirlerin içindekilerin dışarı çıkarıldığı zaman insanoğlu yapıp gösterdiklerini ve yapmayıp geride bıraktıklarını bir bir anlayacaktır” (82 İnfitar 1-5). O ahret gününde “kimseye kıl kadar haksızlık edilmeyecek” (4 Nisâ 77)tir.“Kıyamet günü (tekrar diriltiliş ve ayağa kaldırılış günü) ancak sayılı bir müddetin sona ermesi için ertelenmiş” (11 Hûd 104)tir. O gün, insanların “Ey rabbimiz! Hesab olunacağı gün beni, ana babamı ve mü’minleri bağışla” (İbrahim 14/ 415) diyeceği gündür. Hayatta da böyle değil midir ki, insanlar işlerinin sonuna ulaştıklarında bütün gayretlerinin sonunu görmek isterler ve bu gayretlerin boşa gitmemesini temenni ederler. Gerçekten “Allah insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir süreye kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler, ne de öne geçirilirler.” (35 Fâtır 45 ve 16 Nahl 61).“Onlar âhiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar salih insanlardır.” (3 Al-i İmran 114) Salihlerin vasıflarını anlatan bu ayet âhirete inanmayı; varlığını kabul edip ona göre tavır almayı salihliğin ilk vasfı saymaktadır. Kötülükten men etmek ve hayırlı işlere koşuşmak da salihliği tamamlayan, belirleyen ameller toplamı olarak belirtilmektedir. “Allah’a ve âhiret gününe iman edip de Allah’ın kendilerine verdiğinden harcasalardı ne olurdu sanki! Halbuki Allah onların durumunu hakkıyla bilicidir.” (4 Nisâ 4/39) diyerek Allah, Salihliği tamamlayan amellerin örneklerini çoğaltmaktadır. “Kıyamet gününü (ve ahireti) inkar etmenin tam manasıyla sapıtmışlık olduğu” (4 Nisâ 162)’nu söylemektedir.“Âhiret gününe umut bağlamayı” (29 Ankebut 36) Şuayb peygamberle milletine bildirdiğini belirten Allah “Andolsun ki resulullah da sizin için Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır.” (33 Ahzab 21) buyurmakta ve sonunu (âhireti, yani sonunda kavuşacağı mükafatı isteyenler için aynı yolu takib eden Resulullah’da mükemmel bir örnek bulunduğu ifade edilmektedir.“Allah’a ve âhiret gününe inanan bir toplumun babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğim görmezsin. İşte onların kalbine Allah iman yazmış ve katından bir ruh ile onları desteklemiştir. Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’tan yana olanlar (Allah’ın hizbinden olanlar)dır. İyi bilin ki Allah’tan yana olanlar (Allah’ın hizbinden olanlar) kuşkusuz kurtuluşa erenlerdir.” (58 Haşr 22). Hizbullahîliğin olmazsa olmaz şartlarından birincisi Allah’a iman etmekse, ikincisi âhiret gününe iman etmek olarak hem bu ayette, hem de diğer ayetlerde defaatle vurgulanmaktadır. Zira sonunu (âhireti) düşünmek kaçınılmaz olarak tekrar O’na döndürülmeyi düşünmek demektir ve huzuruna çıkanlacağmızı düşündüğünüz Varlığı kabul etmeyi ve daha ileri giderek O’nu hiç hatırdan çıkarmamayı gerektirir. Allah ile âhiret biri diğeri için gereklidir. Acil rahatını düşünerek, sonunda alacağı maaşı düşünmeden bırakıp kaçan memur gibi, işçi gibi “… ahirete karşı dünya hayatını satın alanların azabı azaltılmaz ve onlar, kendilerine yardım edilenlerden de olmazlar.” (2 Bakara 86) “Ey Rabbimiz bize dünyada ver, derler. Böyle isteyenlerin ahretten hiç nasibi yoktur.” (2 Bakara 200) “Onlardan bir kısmı da Ey rabbimiz bize dünyada bir iyilik, âhirette de bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru derler.” (Bakara 2/201) Âhiret hayatının devamlılığını azaba uğratılacakların orada devamlı kalacağını belirten âyetler “ Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.” (2 Bakara 217) diye belirtmektedir. Ayrıca “Onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır.” (58 Haşr 22) ayetinden de âhiretteki hayatın başlangıcı bulunduğu lakin sonunun olmadığı açıklıkla anlaşılmaktadır. Ahireti inkâr edenlerin kalblerinin inkârcı, kendilerinin de böbürlenen kimseler olduğuna Nahl Suresi’nin 22. âyeti delâlet etmektedir. Böbürlenmekle, âhireti inkâr arasında bir doğrudan bağ bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu dünya hayatının, asıl sondan önce yaşanan hayatın sadece bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu, âhiret yurdunun ise hayatın bizzat kendisi olduğu Ankebut suresinin 64. Âyetinde açıklanmaktadır. Gerçekten gerek bu dünya hayatını hayatın tümü sayanlar için gerekse gerçek âhiretin varlığına inananlar için âhiret duygu ve düşüncesi vazgeçilmez bir duygu ve düşüncedir. Bu dünyada bile âhireti düşünmek, bu dünya hayatının son bulacağı âna kadarki zamanı düşünerek yaşamak ve düşünüp davranmak insan için vazgeçilmezdir. Hemen bütün toplumlarda ve bütün insanlar için bu duygu ve düşüncenin ne denli önemli bulunduğu örneklendirmeye çalıştığımız gibi gerçekten pek önemli sonuçları bulunan bir vakıadır. Kaldı ki gerçek âhiret, yaratıcının huzuruna çıkarıldıktan itibaren başlayıp sonu bulunmayan ebedî hayatı da kapsayacak şekildeki geniş âhiret anlayışının insan düşünce ve davranışlarına ne denli etkin düzenleyici rol oynayacağı görmezlikten gelinemeyecek boyutlardadır. Hakikaten yaptığı bütün işlerde âhireti düşünerek hareket edenler en azından kendileri açısından hayırlı bir sonla karşılaşmaktadırlar. Bu dünyada dahi her düşünce ve işinin sonunu (âhirini) düşünerek yapanları gerçekten hayırlı bir son beklemektedir. Ne varki gerçek âhiret, insanın yeniden yaratılarak (diriltilerek) yaratıcısının karşısına çıkarıldığı (döndürüldüğü) zaman başlayan ve ebedî olarak devam eden gerçek hayattır. Bunu hedefleyerek düşünen ve hareket edenleri ise mutlaka çok daha hayırlı bir son bekleyecektir, beklemektedir.İnsanı uygunlaştıran, fıtratı ve eşyanın tabiatı ile uyumlu kılan bu âhiret düşünce ve duygusu gerçek hayâtı hedefleyen kimseler açısından elbette çok daha hayırlı sonuçlar doğurucudur. Bu yüzdendir ki “Âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (29 Ankebut 64) buyurmaktadır Allah. Kendini âhirete göre hazırlayanlar elbette âhiretin sahibinin bildirdiklerine göre hazırlayanlar ve bir âhiretin bulunduğuna, gerçek hayat olan âhiret hayatının bulunduğuna inananlardır. Âhirete inananlardan kötülük sadır olmaz. Âhirete inananlar yaptıklarının hesabına çekileceklerine inananlardır. Hem de zerre miktarı hayır yapsalar da, zerre miktarı şerr yapsalar da bunların sorulacağına inananlardır âhirete inananlar. Bu sebeble insanlardan şayet hem bu dünyayı, hem de gerçek hayatın yaşanacağı ve sürekliliği açık şekilde bildirilen diğer hayatı huzur içinde yaşamak isteyenler için teslim olmaktan başka alternatif yoktur. İnanılsa da inanılmasa da karşılaşılacak olan son mutlaka gelip çatacaktır. Ölümü hatırına getirmeyenin bile ölüm nasıl kaçınamadığı bir vakıa ise, dirilteceğini ummayanlar için de diriltilip hesap sorulma kaçınılamayacak şeydir. İnsan için ise kaçınılamayacak şeyi kabulden daha akıllılık yoktur. Ne var ki bu kabulün isteyerek, ihtiyarın kullanılması sonucu olması kabullenen için daha hayırlı, daha isabetlidir.