ABD, İslam ve İslamcılar

Veysel Yenigül

VAN 6.10.2012 16:52:22 0
ABD, İslam ve İslamcılar
Tarih: 01.01.0001 00:00
 

Graham E. Fuller, Amerikalı bir devlet adamı ve CİA eski başkan yardımcılarından olup, Siyasal İslam, Orta Asya'da Yeni Jeopolitik, İslam’ın demokratikleşmesi ve Problemleri üzerine kitapları neşredilmiş biridir.

2000'li yılların başında ABD’li bir akademisyen olan Fawaz Gerges’in ''Amerika ve Siyasal İslam'' adlı çalışması Anka yayınlarından çıkmıştı.

Doğrusu o kitapta, ABD'nin siyasal İslam konusundaki tereddütleri, çekinceleri ve kafa karışıklığının gereksiz olduğu teması belirgin bir şekilde yer ediniyordu.

Ne var ki Graham Fuller kadar bu işe kafa yoran insan, çok az bulunur.

Fuller’in özellikle, iki yıl önce piyasaya çıkan ‘İslamsız Dünya’ adlı kitabı, son derece dikkat çekici…

Fuller kitaba, okuyucudan İslam’ın olmadığı bir dünya’yı hayal etmelerini isteyerek giriş yapar.

''Kabul etmek gerekir ki “benmerkezci” dünya görüşü gündem başlıklarına sirayet ediyor. Çünkü uluslararası karışıklıkların altında hep İslam var gibi görünüyor: İntihar saldırıları, işgaller, direniş mücadeleleri, isyanlar, fetvalar, cihad, gerilla mücadelesi, tehdit videoları ve tabi ki 11 Eylül. Bütün bunlar neden oluyor? Bu soruya “İslam yüzünden oluyor” diye cevap vermek bizlere net, hiç de karışık olmayan ama eksik bir analitik ölçüt sunuyor. Dünyanın kıvranışlarına mana vermek bu şekilde daha kolay oluyor. Hatta bazı neo-muhafazakarlara göre “İslamofaşizm” yaklaşan 3.dünya savaşında karşı saftaki onulmaz düşmanımız konumunda bulunuyor. ''

Ama biraz da bana kulak verin. İslam diye bir şey ya hiç var olmasaydı? Muhammed adında bir Peygamber bulunmasaydı, İslâm Orta Doğu, Asya ve Afrika’nın geniş bölgesinde hiç yayılmamış olsaydı?...

Diye başlayan Fuller, son derece akıcı bir üslupla tarihi, jeopolitik ve stratejik tahliller yapıyor.

Dikkatimizi günümüzün en duygusal konuları olan terörizm, savaş ve yaygın anti-Amerikancılığa odakladığımız için, bu krizlerin doğru kaynaklarını anlamamız epey zorlaşıyor. Problemin kaynağı İslâm’ın kendisi mi, yoksa daha kapalı ve daha derin başka bir takım faktörler mi var?

Tabiî ki bunlardan önce de Ortadoğu’yu, dinleri ve mezhepleri anlatır. İslam'dan bağımsız bir şekilde vuku bulan siyasi mücadeleleri hem de ‘’İslamsız bir dünya içinde’’ makul bir biçimde anlatır.

Zaten İslamsız bir dünya için güçlü argümanların çoğunu da buradan çıkarır, düşüncesini bu şekilde formüle eder. 

Argümanın gereği doğrultusunda tarihi hayal gücümüzü kullanıp kafamızda İslamsız bir Orta Doğu resmi canlandıralım diyen Fuller; Böyle bir durumda mevcut sorunlarımızın birçoğundan kurtulur muyduk hakikaten? Orta Doğu daha barış içinde bir yer mi olurdu? Doğu-Batı ilişkilerinin karakteri ne kadar farklı olurdu? İslam olmadan, uluslararası düzen bugün olduğundan çok daha farklı bir tablo sunar mıydı?

Orta Doğu’nun en eski zamanlarında, İslam, kültürel normları ve halkların politik tercihlerini şekillendirmiştir. O halde İslam’ı Orta Doğu’dan nasıl soyutlayabiliriz?

Hayal etmek o kadar güç değil aslında... 

Ortadoğu’daki etnik tabloyu göz önüne getirin diyen Fuller, buna bağlı olarak tarihi süreç içinde birinin baskın çıkması durumunda muhtemel iktidar çatışmaları ve kavgalar olmayacak mıydı? Şeklinde bir de soru yöneltiyor.

Bunu da şöyle temellendiriyor:

İslam olmadan önce, Persler Anadolu ve Ortadoğu topraklarının büyük bir kısmını içine alan bir güç ve Bizans’ın bölgedeki en güçlü rakibi değil miydi?

Türkler, balkanlar ve Avrupa’nın büyük bölümünü aşıp viyana sınırlarına kadar İslam olduğu için mi dayandılar?

Moğollar, İslam olduğu için mi Anadolu ve Mezopotamya’yı yağmaladılar?

Anlayacağınız bu sorular, hem batıda hem de bizde mevcut olup da farklı gerekçelere dayanan birçok algıyı yerinden oynatmaya, hatta güçlü bir biçimde sarsmaya yetiyor.

İslam daha olmadan önce Yahudiler İsa'yı çarmıha gerdi diyen Fuller, Hıristiyanlığın kendi içinde bölünmeler yaşaması, hem doğu hem de batı Hıristiyanlığın tarihsel süreçte farklı gerekçelerle mutlakıyetçi tutumlar içinde olmasının mantığını izaha davet ediyor.

Yazar'a göre eğer İslam hiç ortaya çıkmasaydı, Orta Doğu’nun büyük çoğunluğu (aynı şimdi İslam varlığında olduğu gibi farklı mezheplerdeki) Hıristiyan olarak kalacaktı. Çünkü o zaman az sayıda Zerdüşt ve Yahudiler dışında, bölgede başka büyük bir din bulunmuyordu.

Peki, Orta Doğu İslamsız daha demokratik bir yapıda olabilir miydi?

Fuller'e göre bunu iddia etmek güç. Şöyle ki;

Avrupa'daki diktatörlük tarihi bu konuda da bir güven vermiyor. İspanya ve Portekiz'de zalim diktatörlükler daha 1970′lerin ortasına kadar sürüyordu. Yunanistan kiliseye bağlı diktatörlüğünden daha birkaç on yıl önce kurtulabildi. Hristiyan Rusya hâlâ kendini tam olarak kurtarabilmiş değil. Çok yakın zamana kadar, Latin Amerika ABD’nin “kutsadığı” ve Katolik Kilisesinin de ortak olduğu diktatörlerce sömürüldü. Birçok Hristiyan Afrika ülkesi hala belini doğrultmuş değil. Hristiyan Orta Doğu’nun bundan farklı olacağını beklemek için bir sebep var mı?

Yahudileri bin yıl boyunca utanmazca cezalandıran ve bu rezilliği Holokostla taçlandıranlar Hristiyanlar değil mi? Bu korkunç anti-Semitizm örnekleri Batı Hristiyan topraklarında ve kültüründe köklenmedi mi? Yahudiler bu yüzden kendilerine Avrupa dışında bir bölge aramadılar mı?

Yani, İslam olmasaydı da Siyonist hareket yine Filistin’de ortaya çıkıp taban bulacaktı. Ve yeni Yahudi devleti yine aynı 750,000 Arap yerliyi Filistin’deki yaşadığı yerden Hristiyan da olsalar çıkaracaklardı (nitekim bir kısmı Hristiyandı.)

Filistinliler kendi topraklarını geri almak için yine savaşacaklardı. İsrail-Filistin problemi yine ulusal, etnik ve sınırsal çatışmaların kalbi olacaktı, zaten ancak son zamanlarda dinsel sloganlarla desteklendi. Ayrıca Orta Doğu’da Arap ulusal hareketinin ortaya çıkmasında Arap Hıristiyanlarının rolünü unutmayalım; örneğin ilk pan-Arap Baas partisinin ideolojik kurucusu Sorbon eğitimli Suriyeli bir Hristiyan olan Michel Aflaq'dı.

ABD’nin yeni Ortadoğu stratejisinin işaretlerini işleyen önemli kitaplardan birini konu edindiğimizi varsayarsak şunu diyebiliriz;

Graham Fuller, bu çalışmasıyla aslında 11 Eylül olayları sonrasında Batı’da aşırı reaksiyonlara varan, dahası tarihsel önyargıları sistematik bir biçimde pekiştirip güçlendiren o lanet duyguyu ‘’islamofobi’’ yıkmaya çalışıyor. Çünkü bu duygudan beslenen ‘’islamofaşizm’’ algısının yaratacağı muhtemel sonuçların, ABD çıkarlarını ve dünya barışını zedeleyebileceği kanaatindedir.

Acaba diyorum; İslam olmasaydı Kürtler bu halde olmazdı diyen bazı Kürt aydınlarımız da bu kitabı okusaydı nasıl olurdu?

Bugün ''İslam olmasaydı Kürtler, daha çok özgür olacaklardı'' algısına sahip olanların sayısı az değil.

Ben ise bugün tam aksini iddia ediyorum; Kürtler, Müslüman olmasaydı çoktan tarihe gömülmüşlerdi. Bu konu için çok teferruatlı tartışmalar gerekli mi bilmem ama üstünde titiz bir biçimde düşünmekte fayda var.

Peki, Türkler için durum farklı mı olacaktı?

Hayır, aynısı Türkler için de geçerli; bugün olsalardı bile Macarlar gibi olabilirlerdi en fazla…

Maalesef, İslam söz konusu olduğu zaman tarihe bakış açımızda ciddi bir noksanlık veya perspektif daralması olduğunu görebiliyoruz. Ulusçu ve ırkçı paradigmanın, burada insanların anlayışları üzerinde ciddi bir etkisi olmuştur. Bunun iyi anlaşılması ve aşılması gerekiyor.

Demek ki burada sorun, yanlış anlayış ve algılardan kaynaklanmaktadır. O halde çözüm; anlayışların yenilenmesinde, algıların ise değişmesinde saklıdır.

Ortadoğu’da Mısır başta olmak üzere, çoğu yerde diktatör rejimlerin yıkılmaya başlaması ve Suriye iç savaşı ekseninde cereyan eden global kutuplaşmanın geleceği hararetle tartışıladursun.  

Bölgenin kendi iç dinamiklerinden ve batı modernizasyonun sömürgeci ruhundan kaynaklı faktörler, soğuk savaş döneminde ‘Siyasal İslam’ın halk için başat aktör konumuna yükselmesi sonucunu doğurdu.

Batı için Ortadoğu’yu diktatörlüklerle yönetmek sanıldığı gibi çok fazla da karlı bir iş değildi.

Siyasal İslamcı akımların batıya, diktatörlükler kadar prim vermeyeceğini iyi bilen 'dünya sistemi' aslında şunu istiyor; Demokrasiyle yönetilen bir Ortadoğu ama bu batıya uygun bir demokrasiyle olmalı. Bu şartlar bütünüyle oluşmadığından hep diktatörlere göz yumuldu veya yumulmak zorunda kalındı!

Çünkü, ezelden beri rejimden memnun olmayan güçlü İslamcı akımların da demokrasi algısında ciddi sorunlar vardı.

Bugün halen de bu konu bütün boyutlarıyla İslam dünyasında tartışılabilmiş değildir.

Şu bir gerçek ki İslam ve Demokrasi'nin bir arada olamayacağını söyleyenlerin sayısı da epey fazla…

Kabul etmek de gerekir ki İslamcıların temek hak ve özgürlükler, katılımcılık, şeffaf yönetim, çoğulculuk ve çok-kültürlülük, piyasa ekonomisi vs. konularda sahip oldukları performans ve anlayış çok fazla da iç açıcı değil...

Değişim ve özgürlük arzusunun yakıcı ateşi her tarafımızı kasıp kavururken, Ortadoğu'da yeni süreçte kitlelerin umudu olan İslami hareketlerin bu konjöktürde birbirlerinden farklı stratejilere sahip olduklarını veya farklı stratejilerin aracı haline geldiklerini ibretle müşahede ediyoruz.

Merak edilen soru şu: İslamcılar, İslam toplumunun tarihi, sosyolojik ve siyasi yapısını da dikkate alarak özgürlükleri her açıdan önemseyen bir vizyona kavuşabilirler mi?

Bu sorunun yanıtı; İslamcıların bundan sonra sürecin neresinde yer alacakları kadar, bu süreçte ortaya koyacakları tutumlarıyla ya herkes için özgürlük temelinde birleştiriciliğe ya da iyice dağılmaya ve farklı yapıların tezahürüne kapı açacakları gerçeği olduğunu unutmayalım.