28 Şubat’tan bugüne...

Terör örgütü Sabancı suikastını neden yaptı?

VAN 3.04.2015 10:46:25 0
28 Şubat’tan bugüne...
Tarih: 01.01.0001 00:00
 12 Eylül’e giden süreç dahil, Türkiye’de teşeron terör yapılarının ortaya çıkartılması ve eylem yapması ile ekonomi arasındaki ilişki çok açıktır. 

Seksen öncesine dönelim; biliyorsunuz Turgut Özal’ın bir teknokrat olarak o zaman mimarı olduğu 24 Ocak 1980 kararları, duvara toslayan içe kapalı, ithal ikameci yeni sömürge ekonomisini aşmak için ortaya çıkarılmıştı. 
Türkiye, 24 Ocak kararları ile “liberal” yeni bir ekonomik düzene adım atıyordu. Dış ticaretin serbestleştirilmesi, yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi, ithalatın  liberalize edilmesi ve devletin ekonomide küçülmesiyle ilgili iradenin ortaya çıkması… 24 Ocak dönüşümünün önemli başlıkları idi. Ancak bu “liberalizasyon” kararlarının, bunlara denk gelecek siyasi liberalizasyon ile tamamlanması gerekiyordu, aksi halde atılan adımlar, Türkiye için özgün yeni bir kalkınma yolundan ziyade, dışarıya daha fazla kaynak aktaran, gelir dağılımını bozan yoksullaştırıcı sürece dönüşecekti. İkincisi oldu; çünkü Türkiye, bu kararların hemen öncesinden başlayarak-1978, 1979 yılları- iç savaşa varan yoğun terör saldırısıyla karşı karşıya kaldı. Taksim, Maraş ve Çorum gibi katliamları, ekonomide de kıtlıklar, düşük ücretler ve giderek artan işsizlik, gelir dağılımı bozukluğu takip ediyordu. Buraya rutin hale gelen elektrik kesintilerini de ekleyelim tabii. Bu süreç, bilindiği gibi 12 Eylül darbesini meşrulaştırdı ve Türkiye, etkileri bugünlere gelen karanlığa gömüldü.  
Böyle olunca, “liberalizm” cilalı 24 Ocak kararları, -belki Özal’ın tasarladığının tam aksi olarak-12 Eylül’ün otarşik, tekelci sermayeye ve dışarıya kaynak aktaran yolunun resmi ekonomi politikasına dönüştü. 
Buradan doksanlı yıllara gelelim; bu yıllarda yalnız Türkiye değil, tüm dünya yeni bir finansal kriz ile dalgalanıyordu. 1994 yılında Meksika’dan başlayarak gelişmekte olan ülkelere sıçrayan borç krizi-Meksika Dalgası- Türkiye’de, palyatif önlemlerle-bkz: 4 Nisan kararları- geçiştirilmeye çalışıldı. Ancak bu krizden hemen sonra Türkiye, 1996 başında AB Gümrük Birliği'ne girdi. 
Gümrük Birliği kararı, tıpkı 24 Ocak gibi, iki yönlü idi; Türkiye Gümrük Birliği ile küresel bir üretim üssü olursa ve üretim bazlı yeni bir programa geçerse, G.Kore’nin kriz sonrası yaptığı gibi, hızlı bir kalkınma yoluna girecek ve AB’ye yaklaşacaktı. 

Terör örgütü Sabancı suikastını neden yaptı? 

Ancak Türkiye Gümrük Birliği’ne girdikten dokuz gün sonra, yani 9 Ocak’da Sabancı suikastı gerçekleşti. Suikastı yapan örgüt, Çağlayan’da savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden DHKP-C idi. Daha sonra Sabancı suikastı ile Susurluk derin devleti arasındeki bağlantı ve ilginç ilişkiler; ayrıca örgütün Almanya merkezli finans-oligarşisi tarafından nasıl kullanıldığı da ortaya çıktı. 
Bakın çok benzerdir; Sabancı suikastı, şimdi olduğu gibi, yeni ekonomi politikalarının tartışılmaya başlandığı dönemde DHKP-C kullanılarak yapılmıştır. 
Sabancı suikastı çok yönlüdür. Birincisi dışarıya, dış yatırımcıya Türkiye’de iş yapmanın ‘zor’ olduğu anlatılmış, ikincisi de Kürt sorununda çözümden ve Gümrük Birliği’nden yani küresel rekabetten yana olan sermaye sürüden ayrıldığı için cezalandırılmıştır. Tam o günlerde Sabancı, Türkiye’yi, Japonlarla  otomotiv üretim üssü yapma kararı almıştı. Bu karar, özellikle rekabette artık zorlaran Alman otomotiv sanayi için idam fermanı gibiydi. Ama bu suikast ve 28 Şubat sonrası, Toyota ve Sabancı dahil olmak üzere, birçok yatırımcı üretimden çekilmiştir. Böylece DHKP-C’yi 1996’da kullananlar amacına ulaşıyordu. 
Dikkat ederseniz bu örgütün uyandırıldığı bütün süreçler, Türkiye’de dışarıya ve tekelci sermayeye kaynak aktaran bir darbeyle sonlanmıştır. 
Çok ilginçtir ki 17 Aralık Darbe Süreci’nde Neo-Con gibi küresel sermaye çetelerine ‘paralel’ olarak çalışan bazı ‘sivil toplum’ örgütleri AB’yi adım adım dolaşıp “Türkiye’de Erdoğan diktatörlüğü (!) var, yatırım yapmayın” kampanyası yürüttüler. 

28 Şubat’tan bugüne... 

Bu hatırlatmalardan sonra yine 1996’ya dönerek devam edelim. Bakın çok ilginçtir: Haziran 1996’da kurulan Refah-Yol Hükümeti’ne kadar Türkiye yolunu aradı. Bu arada Türkiye-İsrail ilişkileri savunma alanı başta olmak üzere birçok alanda önemli anlaşmalarla devam ediyordu ancak Erbakan’ın Başbakan olması ile bazı ‘şeyler’ değişmeye başlamıştı. İslam ülkeleri ile geliştirilen ilişkiler, TÜSİAD çevresi ve 28 Şubat medyası tarafından ‘Türkiye, Batı dışında bir arayış içinde’ diye anlatıldı. Şimdiki eksen kayması tartışmaları gibi... Bu arada hükümet, Koç, OYAK gibi otomobil üreticisi holdingleri yerlerinden sıçratacak kullanılmış otomobil ithalatı gibi, aslında iç piyasayı fiyat açısından düzenleyecek adımları da atıyordu. Ancak en önemli iki adım, Denk Bütçe ve Havuz Sistemi adımlarıydı. Havuz Sistemi ile de nakit fazlası olan kamu kurumları bu fazlalarını bir kamu bankasına yatırıyor ve açığı olan kamu kurumları düşük faizle ihtiyaçları olan kaynağı buradan çekiyordu. Böylece Denk Bütçe ve Havuz Sistemi, kamu borçlanma gereğini düşürüyor ve faizleri aşağıya çekiyordu. Yani bugün Cumhurbaşkanı’nın faiz lobisi dediği, finans oligarşisinin bütün finansal rant damarlarını Erbakan kesiyordu. Tıpkı şimdiki gibi dış borca dayanan, faizle büyüyen sermayenin kaynaklarının kesildiği gibi o günlerde de, şimdikinden daha zayıf da olsa, Erbakan ve ekibi bunu yapmaya çalışıyordu.
Aynı şekilde Türkiye, D-8 projesini ortaya atmıştı. Türkiye, İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Singapur, Endonezya, Mısır, Libya ve Nijerya vardı. Bu proje, yalnız içerideki tekelci sermayeyi ayağa kaldırmadı, tıpkı bugünkü gibi ABD’de Neo-Con cephesini yerinden zıplattı. Çok ilginçtir, 17 Aralık öncesi ve sonrası Erdoğan bütün bu ülkelere gitti ve  şimdi de Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, dünyayı adım adım geziyor ve Türkiye’nin ekonomik olarak ulaşmadığı yer kalmıyor. Türkiye, özellikle gelişmekte olan Asya ülkeleriyle savunma sanayi başta olmak üzere, serbest ticaret anlaşmaları konusunda mutabakata varıyor. 
Yine Türkiye, bütün enerji oyununu değiştirecek anlaşmaları yaptı/yapıyor. 

Siber saldırı ihtimali...  

Türkiye, Kürt barışını sağlayarak Irak kaynaklarına ulaşma konusunda çok önemli adımlar atıyor. İşte bunun için, 17 Aralık sürecinde deşifre olan Neo-Con Küresel Sermayesine paralel olan çete, Enerji Bakanı’nı dinledi. Şimdi de, Çağlayan saldırısıyla aynı gün, Türkiye’nin enerji sistemine siber saldırı ihtimalinden söz ediyoruz.  
Böylece 17 Aralık 2013’te ve daha önce 28 Şubat’ta ortaya çıkan”gerici” dinamiklerin  devam ettiğini bugün görüyoruz. Bugün amaçladıkları, Türkiye’nin yeni bir büyüme modeline geçmesini önlemek, çözüm sürecini dinamitlemek ve Cumhurbaşkanı’nın ısrarla işaret ettiği Başkanlık Sistemi’nin önünü kesmektir.