YİRMİ SEKİZ ŞUBAT SÜRECİNİN GÖNÜLLÜ KULLARI

18-04-2012 Tarihinde Vansiyaseti.com yazarı Prof. Sait Ebinç’in kaleme aldığı 28 Şubat’a ilişkin yazısını günün anısına okuyucularımızın yoğun isteği üzerine tekrar yayınlıyoruz…

SİYASET 28.02.2021 15:19:49 0
YİRMİ SEKİZ ŞUBAT SÜRECİNİN GÖNÜLLÜ KULLARI
Tarih: 01.01.0001 00:00 Güncelleme: 28.02.2021 15:19

Yakın geçmişteki tarihi olaylardan gündelik siyaset için mevzi ve cephane oluşturmak zihinsel darlık ve fukaralığın şimdiki tezahürü iken, uzak geçmişteki olaylar için temyiz mahkemesini bugünden kurmak tarihin politikleşmesi demektir ki bu türden tartışmalarda her iki taraf da tezlerini bir birlerine karşı kolay kolay ispatlayamazlar. Ecnebilerin “Diary Dissea” yevmi hastalık yani gündelik hastalık olarak târif ettikleri bu durumdur. Her yapısal meselede riyakar bir tavırla gündeliğin çıkarları ve mantığı etrafında halkın tutkularını, coşkularını okşamak zihinleri uyuşturucu bir işlev görür.

Bizde tarih ekseriyetle insanların ya rahatlama alanları ya da iman alanı içinde olduğu için ona ilişkin bütün aktörler ya lanetli ya da her türlü günahtan münezzeh, tarih dışı, tarih üstü, metafizik bir idrak çerçevesi içinde konumlandırılmaktadır.

Küfür bazen ruha iyi gelir sâikiyle eğer küfredeceğiniz kişi gözünüzün kesmediği iri kıyım biriyse; üç yüz metre uzaklaştıktan sonra küfür etmekteki sâlim bir mesâfenin size sağladığı yürek soğutma temrini türünden bir tutumla, üzerinden onbeş yıl geçmiş bir sürecin sivil aktörlerini yargılamak aynı türden bir duruş değildir.

Değerli dostum Murat Uzunparmak’ın enfes benzetmesiyle 12 Eylül cuntacılarının “Mahkeme-i Kübrâ”ya ramak kala bir zamanda yargılamalarının yapılması davanın inkıtaya uğraması neredeyse mukadder bir zamanlamadır ki, Bu mahkemenin ömrüyle davalının ömrünün iç içe geçmesidir. Önemli bir hukuki kaide olan lex courtier deregot legi priori büyük mahkeme küçük mahkemeyi ilga eder hükmüyle sonuçlanacaktır.

Cunta ve muhtıra dönemlerinin resmi aktörleri yine aynı devletin aynı mahkemelerinde yeni kanunlar ve eski hakimlerle muhakemesi yapılıyor. Toplumun büyük bir kesimi üzerinde derin yaralar açmış olan otoriter ve totaliter dönemlerin üzerinden ne kadar zaman geçse de dönemin üniformasız gönüllü kullarının portrelerini çizmek siyaset-insan siyaset-toplum ilişkileri açısından halen güncelliğini korumaktadır.

Müeses nizamla birlikte müeses söyleminin iktidardan düşmesiyle bir zamanlar en gözde küfürlerinden olan söylemler dilin kemiksizliğinin sunmuş olduğu imkânı kullanarak en mûteber kavramlar haline gelirler. Eski dönemin kavramları arasında saltanat süren kavramları ise artık kimse ağzına almaz. Bütün varlığını gündelik siyasetin çıkarları üzerine kuranlar kulluğun eski dilini iktidarın yeni kulluğu için kullanmakta hiç mi hiç zorlanmazlar.

Köleliğin eski kavramlarını kavramların eski köleliğine dönüştüren hâkimiyet ve kulluk piramadinin biçimlendirdiği çıkar ilişkileri karşısında ahlaki ve epistemolojik tezlerin hiçbir geçerli hükmü yoktur. Bu hükümsüzlük yalnızca ahlaki ve epistemolojik tezler için değil; iki kere ikinin dört ettiği aksiyomatik gerçeği bile çıkarlarının mantığına ters düştüğünde bu gerçeği inkar etmeseler bile görmezlikten geleceklerdir.


Hâkimiyet ve kulluk piramidinin çıkarlarının iç içe geçtiği bu yapıda, herkes birinin adamıdır. Fakat kendi kendisinin adamı olan çok az insan bulunur. Bu yapıda sadece ilişkiler değil, zihinler ve kafalar da iç içe geçmiştir. Bu patronaj ve clientalist ilişkilerin taşrada ideal tiplerinin temel özellikleri ise şöyle özetlenebilir. Otoriteye tapınmanın tezahürü her alanda hiyerarşi ve disiplin saygısı, müthiş derecede yalan konuşmak ve yemin etmektir. Feodal bir romantizmin biçimlendirdiği bu zihniyetin iktidarla arasındaki mesafe açıldıkça kulluk düzeyinde hayranlık, mesafe yakınlaştıkça da haset düzeyinde bir bayağılıkla kendini ele verir.

Bu zihniyetin kırsal bölgelerde ön plana çıkardığı zihniyet, kişisel bağlara ve bağımlılığa dayalı mistik bir kişiliktir. Bu kişilik topluluğun mûti, edilgen ahlak ilişkilerini sadece geleneksel topluluk yapıları içinde temsil etmez. Aynı zamanda en modern biçimlerinde bile politize olduğunu zan eden fakat başka türden bir kulluğu yeniden modern formlar içinde üretilen zihniyeti de temsil eder. Ez cümle yeni kapta eski şarap türünden bir hakikati ortaya koymaktır.

Bu hakikatin merkezdeki tipi ise iktidarın lütuf ve ihsanının yamacında gezerken eski dilden bakiye kalmış kelimelerden iktidar merkezli söylem ve dünya görüşlerine en yakın dil üzerinden köprü kurmaktır. Bu dilin müşahhas ve klişeleşmiş örneği anne annelerin ya da babannelerinin namaz kıldıklarını hatırlatmalarıyla başlayan mantığın ve ahlakın yeni çıkarlara yeni koşullara uyarlanmasıdır.

Beri taraftakinin ise artık paranın, iktidarın, zenginliğin yumuşattığı dinin; liberalize edilmesiyle başlayan dönüşüm sürecidir. Bu ise geçmişte tuttukları oruçların intikamını alırcasına dünya lezzetlerine ve mevkîlerine olan açlığını artık dinin o müeddep ve mütevekkil doygunluğunun çok uzağına düşmüş azgın bir iştâha ile öbür dünyanın avansını bu dünyada paraya servete tahvil etme arzusuyla almış olduğu yeni sınıfsal konumdur.

Bu yazıdaki maksat tarihten kin çıkarmak değildir. Sakallı üstadımın ifadesiyle tarihin birinci kez tekrarlanması trajedi, ikinci kez tekrarlanması ise komedidir. Bu iki tesadüfün dışında 28 Şubatın sığ siyasetinin tahakküm ve tasallutu altında yeni toplumsal mühendislik projelerinin bu topluma artık deli köyneği giydirilemeyeceği gerçeğini ortaya koymaktır.

28 Şubat sürecinin taşrada kendi gönüllü kullarını geç kalmış bir moderleşme zihniyetinin mütereddit kişileri arasından devşirmesidir. Bu geç kalmışlık tarihsel olarak toplumsal ilişkilerin başa baş gittiği bir üretim formasyonundan öte, nominal düzeyde saatlerin ileriye alınmasıyla sağlanan suni, nümayişçi ve cünbüşçü bir ahlakla malûldür.

Bu gönüllü kulların nümayişçi ve mutantan kişiliklerinin tarihsel ve sınıfsal duruşları olmadığından, bu tipler hangi siyasal cenahta yer alırlarsa alsınlar bunun pek ehemmiyeti yoktur. Çünkü bu koşullarda solcu olmanın gerekli ve yeterli koşulu rakı içmek iken sağcı olmak içinde ekstradan fazla bir çabaya gerek yoktur. Bu ortamlarda doğmak yeterlidir.

Yirmi sekiz şubat sürecinde özellikle sağdan sola çark edip gönüllü kulluk yapanların, efendilerinin kalem ve sofra artıklarıyla beslenecekleri doğal bir sınır vardır. Nasıl ki her erdemsizliğin daha ileri gidemeyeceği doğal bir sınır varsa; her dönmenin daha ileriye gidemeyeceği bir sınır vardır. Nasıl ki erkeklikten kadınlığa dönen bir kişinin bütün operasyonlara rağmen daralmayan omuzları ve incelmeyen sesiyle ne kadar kadın sayılırsa, yirmi sekiz şubat sürecinin sağdan devşirdiği gönüllü kulları da ancak o kadar solcu ve çağdaş sayılabilirler. Bu kişiler yapaylığın ve samimiyetsizliğin bütün patolojilerini üzerinde taşıdıkları için hemen fark edilirler.

Ez cümle bu yazıda o dönemin simsarları ve gönüllü kullarının kimler olduğu sorusunun cevabı belki bu yazının yoğun kavramları arasında kaybolmuştur. Şaire bir gün sormuşlar şiirlerinizde hicvettiğiniz kişiler kimlerdir diye o da benim hicivlerim numarasız gözlükler gibidir her namussuza uyar demiş.