Yeni gündem Ayasofya

Ayasofya'nın ibadete açılması, hem içeride hem dışarıda hatırı sayılır bir yankı buldu ve son birkaç günün gündemine oturdu. Olumsuz reaksiyonların yanında olumlu reaksiyonlar da oldu. Dışarıda ve içeride rahatsız olanların r

SİYASET 13.07.2020 23:53:56 0
Yeni gündem Ayasofya
Tarih: 01.01.0001 00:00

Ayasofya'nın ibadete açılması, hem içeride hem dışarıda hatırı sayılır bir yankı buldu ve son birkaç günün gündemine oturdu. Olumsuz reaksiyonların yanında olumlu reaksiyonlar da oldu. Dışarıda ve içeride rahatsız olanların reaksiyonu çok şaşırtıcı değil. Neticede içimizdeki ve dışımızdaki memnuniyetsizler görevlerini yapacaklardır.

Dışarıdaki reaksiyonların çoğunun siyasî olduğu ve daha çok Türkiye’ye karşı memnuniyetsizlikten kaynaklandığı her halinden belli. Örneğin dini açıdan Katolik dünyanın çok umurunda olduğunu düşünmüyorum. Mamafih Haçlı seferleri sırasında Ayasofya’yı nasıl yağmaladıkları hususu dikkate alınırsa Papalığın en son konuşması gereken kişi/kurum olduğunu hatırlatmalıyım. Bu yüzden Papa Hazretlerinin büyük üzüntü duyduğunu ifade etmesi inandırıcı ve tutarlı değildir.

Şu da bir gerçek ki, konu Türkiye ve Türkiye düşmanlığı olunca Katoliği, Ortodoksu ve onların yerli işbirlikçilerinin bir araya gelip alkış tutacaklarını zaten kimse beklemiyor.

Halkı Müslüman olan ülkeler arasında da sevinenler olduğu gibi, memnun olmayanlar da vardı. Arap basınındaki kimi yorumlarda Fatih’in bu mabedi parayla satın aldığı gibi iddialara bile yer verildi.

Şunu öncelikle vurgulayayım ki, Ayasofya’nın ibadete açılmasından Müslüman Türk evladı olarak şahsen rahatsız değilim, olmam da.

Kararın dinî ve siyasî olmak üzere iki yönü vardır. Dinî olarak zaten geçmişte cami idi, yine cami statüsüne getirilmiştir. Bunda bir beis yok. Burası Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğinde olan bir mabet veya mekândır, açar da kapatır da. Kimseye hesap vermek zorunda da değildir.

Karar siyasî olarak ne getirir ne götürür burası tartışılabilir bir konu. Nitekim dış dünyadan çeşitli tepkiler geliyor ve bunu zaman gösterecek. Konuyu rövanş alma mantığı veya söylemi yerine, dünya ile entegre olma iddiasındaki Türkiye Cumhuriyeti için daha diplomatik bir tutum takınılması gerektiği inancındayım. Bu yüzden dışarıdan gelebilecek reaksiyonlara karşı daha özenli bir dil kullanılmalıdır.

Lakin bu konu üzerinden estirilen rüzgâra bakılırsa bana göre son derece anlamsız söylemler dillendirildi. Bağımsızlık naralarından zafer sarhoşluğuna veya kılıç hakkı retoriklerine kadar türlü güzellemeler yapıldı. En yersiz söylemlerde birisi ise “kılıç hakkı” retoriğiydi.

İslâm fetihlerini çalışmış birisi olarak belirteyim ki, böyle bir söylem asla İslâmî değildir. İslâm’ın erken döneminde de böyle bir uygulama veya anlayış yoktur. Hem çok kışkırtıcı hem de Orta Çağ’ın derinliklerinde kalmış bir söylem. Üstelik bu söylem sahibine de hiçbir şey kazandırmaz.

Bu tür retorikler muhafazakâr kesimin duygularını okşayabilir ve onları memnun edebilir. Özellikle egemenlik hakkı bizde olan bir mabedin fethin sembol değeri açısından önemini de yok saymamak gerekir. Buna mukabil bizim tasarrufumuzdaki bir mabedin ibadete açılmasının zafer veya bağımsızlık sloganlarına dönüştürülmesi oldukça sığ veya sakil bir söylemdir. Bugüne kadar tutsaktık da bizim mi haberimiz yoktu, ya da bugüne kadar Ayasofya’da çan mı çalıyordu?

Şunu hatırlatayım ki, Ayasofya kılıç hakkı olarak gösterilir veya sunulursa, bugün elinde kılıç olan İsrail de Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’yı kılıç hakkı ilan eder ve Havra’ya çevirirse Müslümanlar olarak halimiz nice olur? Nitekim yakın geçmişte Sayın Cumhurbaşkanımız da bu duruma işaret eden açıklamalar yapmamış mıydı?

Ecdat burayı fethetmiş ve fethin sembolü olarak Fatih bu mabedi camiye çevirmiştir. Hâkimiyetin sembolik tescili bağlamında fethedilen beldenin en büyük mabedinin camiye çevrildiği örneklerine yer yer rastlanmaktadır, ancak farklı örnekler de bulunmaktadır. Nitekim Hz. Ömer Kudüs’ü Hırstiyanlar’dan teslim aldığı zaman şehrin patriğinin önerisine rağmen, Hıristiyanlara ait mabette ibadet etmemiş, hatta bunun geleneğe dönüştürülebileceğini belirterek açık alanda ibadeti tercih etmiştir. Daha sonra da onun namaz kıldığı yere Ömer Camii inşa edilmiştir.

Diğer yandan Hz. Ömer Yahudiler’i Beytülmakdis’e (Süleyman Mabedi’n) sokmayan Hıristiyanların kararını da ilga etmiş ve onların kendi mabetlerinde ibadet etmelerine izin vermiştir. Hatta bu yüzden Yahudiler tarafından “Yahudi muhibbi/Yahudi sever” olarak nitelenmiştir.

Görünen o ki, Ayasofya’nın camiye çevrilmesi kararı halkın belli kesiminde psikolojik tatmin sağlamış durumda. Keza bunun iç politikaya yönelik bir tarafının olduğunu da göz ardı etmemek gerekir. Ancak hamasetle atılan veya atılacak adımlar sağlıklı sonuçlar getirmeyebilir. Özellikle şova dönüştürülen reaksiyonlar ise samimi niyetten daha çok farklı saikleri çağrıştırmaktadır. Estirilen havaya bakılırsa mabet ibadetten daha çok siyasî tartışmalara veya duyguları okşamaya yönelik olarak açılmış gibi. Bu nedenle iç kamuoyuna yönelik hamasi söylemler, kısa vadede duyguları kabartabilir, ancak getireceği yararı ve zararı da dikkate almak durumundayız.

Ayasofya’nın ibadete açılması muhafazakâr kesimlerde zafer sarhoşluğu içinde sunulurken, yanıbaşımızdaki Eşek Adası’nı da unutmamalıyız. Hatırlanırsa Sn. Çiller döneminde Kardak nedeniyle savaşın eşiğine gelmiştik.

Tüm bunların yanında unutmayalım ki, mabedi açmakla daha iyi dindar olmayacağız veya dini konulardaki problemlerimiz son bulmayacak. Mamafih Allah da bizi daha çok mabet inşa etmek veya açmakla imtihan etmeyecektir. Keza ülke meseleleri de hallolmayacaktır.

Diğer yandan Ayasofya’nın belli bir bölümünde zaten ibadet edildiğini ve imamının bile olduğunu unutmamak gerekir. Keza cami yapılınca ziyarete de kapanmayacak ve yine turist gelmeye devam edecektir.

Sonuç itibarıyla bizim olan mabedi kapatan bizdik, açan da biz olduk. Bu mesele Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğinde olan bir konudur. Kapatırız da açarız da. Ne kapatılması hainlik olur ne de açılması kahramanlık, şayet kahramanlık payesi çıkarılacaksa tek kahraman vardır, o da şehrin ve Ayasofya’nın fâtihi Fatih Sultan Mehmet’tir.

İsrafil Balcı / Samsun Haber