Selahattin Demirtaş’ın 6-8 Ekim olaylarını beyhude çarpıtma çabası

Rıdvan Kaya 6-8 Ekim olaylarına dairHDP'nin yürüttüğü kirli provokasyonu aktardığı yazısında, sorumluluğunu gizleyip, olaylar içinde yaşananları çarpıtan Selahattin Demirtaş'ın ve avanesinin tavırlarını yorumluyor.

SİYASET 19.10.2020 19:09:03 0
Selahattin Demirtaş’ın 6-8 Ekim olaylarını beyhude çarpıtma çabası
Tarih: 01.01.0001 00:00

Kobani olaylarından kendilerinin sorumlu olmadığını, şiddete çağıran tek bir ifadelerinin bulunmadığını söyleyen Demirtaş olayların Erdoğan’ın 7 Ekim’deki sözleriyle başladığını iddia etmiş. 

Halen Edirne cezaevinde tutuklu bulunan HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş Gazete Duvar internet sitesi için kaleme aldığı “Kobane Üzerinden HDP’ye Kumpas” başlıklı yazısında 6-8 Ekim 2014 olaylarında kendilerinin asla şiddet çağrısında bulunmadıklarını, olayların Erdoğan’ıun Gaziantep’te 7 Ekim’de yaptığı konuşmada sarfettiği “Kobani düştü, düşecek” sözlerine tepki olarak ortaya çıktığını ve yayıldığını iddia ediyor. 

demirtas.jpg

Demirtaş’ın yazısında dile getirdiği iddiaları şöyle:

“…Şimdi dikkatinizi şu çok önemli noktaya çekmek istiyorum: 6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse tarafından en küçük bir imada bile bulunulmamıştır. Öyle ki, 7 Ekim günü Gaziantep Islahiye’de mülteci kampında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında HDP’nin şiddet çağrısı yaptığına dair tek bir kelime bile etmedi. Etmedi, çünkü ortada öyle bir şey yoktu

Peki buna rağmen nasıl oldu da bunca şiddet, katliam ve yıkım yaşandı? Size yine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihli konuşmasını hatırlatmak durumundayım. Ne demişti orada? “Kobanê düştü, düşecek.” İşte provokasyonları tetikleyen cümle budur.

Bu konuşmadan sonra birkaç yerde insanlar yeniden gösterilere başladılar. Çünkü ülkenin cumhurbaşkanı, Kobanê’ye yardım edeceği yerde -hani çözüm süreci de var ya, hani Kürtlerle barış oluyor ya, hani analar ağlamayacak ya- adeta keyifle Kobanê’nin az sonra düşeceğini ilan ediyordu. Ve ilk provokasyon da bu konuşmadan hemen sonra yaşandı. Muş’un Varto ilçesinde, polis göstericilere ateş açarak 25 yaşındaki Hakan Buksur adlı HDP’liyi katletti. Aynı gün, toplam 13 kişi daha, kimliği belirsiz veya gizlenen kişilerce katledildi. Dolayısıyla provokasyonlara, HDP’liler katledilerek başlandı.

Peki HDP’lileri öldüren, halen en küçük bir araştırma yapılıp kim olduğu bulunamayan Varto’da görev yapan polis dahil olmak üzere, tüm katiller HDP’nin çağrısıyla mı harekete geçip HDP’lileri öldürdü? Aklımızla alay mı ediliyor? Yakılan iş yerlerinin tamamına yakını HDP’lilere aitti. Bunu da HDP’nin tweet'lerini okuyan HDP’liler mi yaptı? Siz kendinizi akıllı, halkı aptal mı sanıyorsunuz? Ellerine silah tutuşturulup ortalığa salınan Hizbi Kontra üyelerinin ve IŞİD destekçilerinin halk tarafından bilinmediğini, bunların sonsuza kadar gizli mi kalacağını sanıyorsunuz?...”

Daha önce de gerek Demirtaş’ın gerekse de HDP-PKK çevrelerinin bu yönde dillendirdikleri iddiaların yalan olduğuna dair çok şey yazdık. Bir kez daha tekrar etmekte fayda görüyoruz. 

Demirtaş sorumluluğunu gizliyor, yaşananları saptırıyor!

Öncelikle Selahattin Demirtaş’ın kendisinin ve partisinin açıklamalarında şiddet çağrısı bulunmadığı ifadesi kurnazca bir çarpıtmadır, yalandır. 

Suriye’nin Haleb’e bağlı Kobani (Aynularab) beldesinde IŞİD ve PKK/YPG arasında yaşanan çatışmaların PKK/YPG aleyhine gelişme göstermesi üzerine başta Kandil merkezli olmak üzere PKK ve kendisine bağlı tüm kuruluşların Kobani olaylarından ötürü Türkiye’yi suçladıkları ve Kürt halkını Kobani ile dayanışma adına sokağa çıkmaya çağırdıkları aşikardır. 

6 Ekim 2014 tarihinde PKK’nın yayın organı fıratnews’te yayınlanan KCK’nın çağrısı şöyle bitmektedir: 

“…Tüm Kürt gençliği şehit Jiyan, Şehit Gerilla ve şehit Militan yoldaşların ruhuyla zafere kadar Arin Mirkan çizgisinde yürümeye çağırıyoruz. Kobani ile başlayan devrim dalgası tüm Kürdistan’a yayılmalı ve Bu temelde Kürt gençliğinin ayaklanması çağrısında bulunuyoruz.” 

Aynı gün Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşme sonrasında basına açıklama yapan Mehmet Öcalan abisinin ağzından şu mesajı kamuoyuna duyurmuştur: 

"… Kobane'deki insanlarımız sonuna kadar direnecekler. IŞİD'in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa sonuna kadar direnilecek. Sonuna kadar direneceğiz… Çözüm süreci deniliyor... Çözüm için 15 Ekim'e kadar bekleriz. Gelen heyetlere aktarırız. Ondan sonra da yapacak bir şeyimiz kalmaz. Çözüm diye de bir şey yok yani. Müzakere diyorlar, müzakere diye bir şey de yok. Yapay bir yapıdır dedi. Artık buna dayanmıyoruz, yapacak bir şeyimiz de kalmamıştır. Ve kalmayacaktır da.”   

Ve yine 6 Ekim 2014 tarihli HDP MYK açıklamasında şunlar söylenmiştir:

 “Şu anda toplantı halinde olan HDP MYK’dan halklarımıza acil çağrı: Kobanê’de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobanê’ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz .”

Bu çağrılarla birlikte başta Diyarbakır olmak üzere bir çok il ve ilçede bilhassa YDG-H adıyla örgütlenmiş militanlar sokaklarda yol kesme, yakma-yıkma eylemlerine başladılar. Gece boyu devam eden eylemler, sonraki gün yeni çağrılarla birlikte sabahtan itibaren artarak devam etti ve tam bir barbarlığa, vandalizme dönüştü. 

7 Ekim 2014’te KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanlığı adına yapılan ve ‘DAİŞ vahşetine karşı’ milyonların sokaklara çağrıldığı açıklamada "Kuzey halkımız İŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır" deniyordu: 

“…Kuzey halkımız İŞİD çetelerine, uzantılarına ve destekçilerine hiçbir yerde yaşam şansı tanımamalıdır. Tüm sokaklar Kobani sokaklarına dönüştürmeli, tarihin bu eşsiz direnişine denk bir direniş gücü ve örgütlülüğü geliştirilmelidir. Bu saatten itibaren milyonlar sokaklara akmalı, sınır insan seline dönüşmelidir. Her Kürt ve onurlu her insan, dostlar, duyarlı kesimler bu andan itibaren eyleme geçmelidir….” 

Tüm bu çağrılar, tahrik ve organizasyon barışçıl destek çağrısıymış! 

Şimdi tüm bu açık gerçekliğe rağmen Selahattin Demirtaş “bizim tek bir şiddet çağrımız olmadı” diyebiliyor. Evet, HDP açıklamalarında net, açık ifadelerle şiddete çağrı yapılmamıştır, insanlar doğrudan ölmeye, öldürmeye davet edilmemiştir ama zaten yasal bir partinin bunu dolaysız ifade etmesi mantıklı olur muydu?  

Kaldı ki PKK/KCK adına yapılan açıklamalarda da gelenek olarak şiddete doğrudan çağrı yapılmaz. Ya ne yapılır? İnsanlar sokağa ve direnişe çağrılır! Örgüt literatürü bunu gerektirir. Sokağa çağrılan kitle de zaten kendisinden ne istendiğini bilir ve görevini ifa eder! 

Demagojiye gerek yok, kimse HDP’nin ya da Demirtaş’ın yandaşlarına talimat yollayıp, Yasin Börü ve arkadaşlarının katledilmesi emrini verdiklerini söylemiyor elbette. Ama tabanlarını eyleme geçmeye, inisiyatif almaya çağırarak katliama zemin hazırladıkları ve kışkırtıcılık yaparak tüm bu yaşanan vahşetten sorumlu oldukları tartışmasızdır. 

Kitleleri HDP ve Demirtaş değil, Erdoğan tahrik etmiş! 

Demirtaş yazısında Erdoğan’ın ‘keyifle’ sarfettiği “Kobani düştü, düşecek” şeklindeki sözlerinin tepki doğurduğunu ve olayların fitilini ateşlediğini söylüyor. Öncelikle Erdoğan’ın bu sözleri keyifle söylediği iddiası yalandır. 

Bilakis Erdoğan sözleriyle ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun hava operasyonlarıyla sınırlı kalan müdahalesinin IŞİD’i durdurmakta yetersiz kaldığını vurgulamaya çalışmaktadır. Bunlar keyifle değil, hayıflanarak sarf edilmiş sözlerdir.

Peki, Erdoğan’ın bu sözleri olayların büyümesine katkıda bulunmuş mudur? Evet, bulunmuştur ama bu Demirtaş’ın iddia ettiği şekilde değil, tam tersi istikamette olmuştur. Erdoğan’ın “Kobani düştü, düşecek” sözünü PKK propaganda mekanizması “bakın işte Kobani’nin düşmesi için gayret ediyor, bunun için çalışıyor” şeklinde çarpıtıp, kitleleri kışkırtma aracı olarak kullanmıştır. 

Sokakları tutuşturanlar katil değil, kurbanmış! 

Demirtaş’ın bir diğer yalanı da olaylarda HDP tabanının suçlu değil, mağdur olduğu, ‘devlet destekli Hizbi Kontra üyeleri ve IŞİD destekçilerinin’ HDP üyelerinin işyerleri ve parti binalarını hedef aldıkları, HDP’lileri kurşunlayıp öldürdüğü iddiasıdır. 

Kışkırtılmış, yönlendirilmiş PKK’lı çetelerce sokaklarda insan avına çıkıldığı, HÜDA-PAR’dan Selefi derneklere kadar İslami kimliğe sahip pek çok kuruluşun, vakfın saldırıya uğradığı, sadece sakallı olduğu için yabancı uyruklu insanların dahi sokaklarda hunharca katledildiği bir barbarlık dizisine dair ortaya konan şu resme bakar mısınız? 

Elbette PKK yanlısı çetelerden de olaylar sırasında ölenler olmuştur, bu inkar edilemez. Ama bu doğaldır, insanların kendilerini korumaya çalışması garip değildir. Kimisi güvenlik güçlerinin müdahalesiyle kimisi de kendilerini, parti ya da dernek binalarını korumaya çalışan vatandaşlar tarafından öldürülen saldırganları mağdur ve kurban göstermeye çalışmaksa propagandadır. İşte Selahattin Demirtaş’ın yaptığı tam da budur! 

Yalan gemisinde yolculuk nereye kadar? 

Demirtaş beyhude bir çabayla gerçekleri örtme, saptırma çabasında. İktidara muhalif kimi çevrelerce son dönemlerde ‘siyasi mağdur’ konumuna oturtulduğunu da görerek durumu lehine çevirmeye çalışıyor. Politik bir figür olarak kendisini savunmaya çalışması anlaşılabilir bir şey ama tarihi tersyüz ederek bunu yapamayacağını bilmeli. 

Demirtaş’ın indi değerlendirmeleri ve gayreti kör bir itaat çizgisinde bağlılığını sürdüren parti tabanında ve Kürt milliyetçiliğine aşık sol çevrelerde haklılığının ispatı olarak yorumlanabilir. Ve yine siyasi müttefik arayışı içinde olan kimi politikacılara da bir ölçüde inandırıcı gelebilir. Ama tüm bunlar söz konusu iddialara tutarlılık ve inandırıcılık vasfı kazanmaya yetmez. 

Peki ne yapmalıydı Selahattin Demirtaş ya da ne yapabilirdi? Açıkça çıkıp yanlış yaptıklarını, yönlendirildiklerini, çağrılarıyla kontrolden çıkan güruhların yapabileceklerini, işleyecekleri vahşeti öngöremediklerini söyleyebilirdi. Başta Yasin Börü ve diğer kurbanların ailelerinden özür ve helallik dileyebilirdi. 

Bunu yapmak yerine gerçekleri çarpıtmaya, olayların gelişimini tersyüz etmeye çalışması sonuçsuz kalmaya mahkum bir çabadır. Bu yaptığı saplandığı bataklıkta daha derine batmasından başka sonuç vermeyecektir! 

Rıdvan Kaya'nın yazısı: