İnsanlar nasıl haşhaşileştirilirler?

Musab SEYİTHAN

SİYASET 21.12.2019 18:57:19 0
İnsanlar nasıl haşhaşileştirilirler?
Tarih: 01.01.0001 00:00

İslam, akleden bir toplum inşa eder. Körü körüne birilerine ya da atalarına uyanları yerer. Kur’an, bu konuda şöyle buyurur: 


“Ne zaman onlara: "Allah'ın indirdiklerine uyun" denilse, onlar: "Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye (geleneğe) uyarız" derler. Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler (yine de mi uyacaklar?).” (Bakara:2/170)


 “Onlara: “Allah’ın indirdiği Kur’an hükümlerine ve Peygamberin sünnetine gelin”, denildiği zaman: “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter”, diyorlar. Ataları bir şey bilmiyor ve doğru yola gitmiyor idiyseler de mi (yine onlara uyacaklar?)” (Maide:5/104)


 Bu ayetler, birilerinin yaptıkları ve söylediklerinin, sorgusuz-sualsiz kabul edilmemesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Sorgulanmayan tek şey, vahiyle ortaya konulmuş olandır. Sahabe bu hassasiyeti gösteriyordu. Kafasına yatmayan bir şey olduğu zaman; “Ya Rasûlallah! Bu vahiy mi, yoksa sizin görüşünüz mü?” diye soruyor, Rasulullah da (s.a.v), vahiy olmayıp kendi fikri olduğunu söyleyince sahabe; “Şöyle olursa daha iyi olmaz mı?” diye âdâbınca, erkânınca ve ahlakınca medeni bir şekilde karşı fikrini söylüyordu. Dolayısıyla Rasûlullah’ın inşa ettiği toplum, insan mahsulü görüşlere karşı, fikir geliştiren ve eleştiri getiren açık bir toplum idi.


 Rasulullah (s.a.v) ve dört halife döneminden sonra, kaybettiğimiz değerlerin başında eleştiri ve muhalefet kültürümüz gelmektedir. Eleştirmek, seçici davranmak demektir. Toptan kabul veya toptan red hastalığına düşmeden, iradesini ortaya koyarak doğruyu yanlıştan çekip çıkarmaktır. Hakkı batıldan, eleyerek ayrıştırmaktır. Vahiyden beslenen aklını devreye sokarak iradeli hareket etmektir. Çünkü eleştiri, bir irade kullanma sanatıdır. İradesini kullanan seçiyor demektir. Çünkü irade, seçme işini gerçekleştiren bir melekemizdir. Neyi seçiyorsanız eliyorsunuz demektir. Öyleyse eleştirmek, eleyerek almak demektir.


Akıl-irade ikilisini devreye koymazsak; “Sen beni izlemeye devam et. Ben pirizim sen de fişsin. Fişini benim pirize tak, benim gibi hareket et, benim gibi düşün, aklını, iradeni bende yok et” diyerek insanları tek tipleştirip sürüleştirenlerin konu mankeni haline geliriz. İşte insanlar böyle haşhâşileşirler.  


Bir takım cahil çevrelerde “şeyhim bana içki iç dese içerim, çünkü vardır bir hikmeti” şeklindeki yaygın sapmanın gerisinde, akıl ve iradeyi devre dışı bırakarak eleştiri yeteneğini kaybetme yatmaktadır. Bu meleke kaybolunca da doğruyu yanlıştan eleyerek alma diye bir irade ortaya konamayacaktır.


Bugün birçok tarikat ve cemaatte “Söz dinle, teslim ol, itaat et” cümlesi sanki bir iman esasıymış gibi dillendirilir. Elbette bir söz, sonuna kadar dinlenmelidir. Rasulullah (s.a.v), davadan vazgeçmesi halinde, istiyorsa en güzel kadınla evlendirmek, zengin olmak istiyorsa sermaye vererek Arapların en zengini yapmak, hasta ise tedavi ettirmek, kral olmak istiyorsa başlarında görmek gibi saçma tekliflerle gelen Utbe b. Rabia’yı, sözünü kesmeden sonuna kadar dinlemiştir. Kişilerin sözünü kesmeden sonuna kadar dinlemek Nebevî bir tavırdır. Velev ki kişi saçmalasa bile…Çünkü insanların saçmalama hakkı da vardır.


Dinlenen her söz, teslim olunacak söz olmayabilir. Delilli bir şekilde söylenmiş ve karşı tarafı ikna etmişse, bu doğru söze şapka çıkarılmalı ve teslim olunmalıdır. Fakat “her ne söz olursa olsun; şeyh, hoca, lider veya üstad söylediği için dinlenmeli ve kayıtsız şartsız teslim olunmalı, o sözün sahibine itaat edilmeli” denilmek isteniyorsa, bu anlayış, Kur’an’a, Peygambere ve Sahabeye saygısızlıktır.


Kur’an, iddia sahiplerinden, iddialarını delillendirmelerini ister. Kendilerinden başka kimsenin cennete giremeyeceğini iddia eden Ehl-i Kitapla ilgili Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Bir de “yahudiler veya hıristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer iddianızda doğru iseniz, haydi kesin delilinizi getirin!” (Bakara:2/111) 


Bu konuyla ilgili olarak Asr-ı Saadetteki uygulamaya bakacak olursak, körü körüne bir kabul ve teslimiyetin olmadığını görüyoruz. Şöyle ki:


Bedir savaşı sırasında Hz. Peygamber, orduyu bir yere konaklatmak istedi. Sahabeden biri ona şöyle dedi: “Ya Rasûlallah! Bu yer vahiyle Allah tarafından emredilmiş bir yer midir? Eğer öyle ise biz ondan ne bir adım geri kalırız, ne de bir adım öne geçeriz. Yoksa şahsi görüşünüz ve bir harp taktiği midir?” Rasûlullah (s.a.v): “Hayır vahiy değil, şahsi görüş ve harp taktiğidir” diye buyurunca, sahabi: “Doğrusu burası uygun bir konaklama yeri değil” dedi ve gerekçelerini açıklamak suretiyle ordunun konaklaması için uygun olan yeri Rasûlullah’a gösterdi. Hz. Peygamber, kendisinin de onlar gibi bir insan olduğunu, müslümanlar arasında şura usulünün esas teşkil etmesi gerektiğini ve kendisinin güzel güzel meşverete katılıp farklı görüş beyan edecek kişilere ihtiyacı bulunduğunu belirterek o sahabinin farklı görüşünü uygulamaya koydu. Orduyu onun teklif ettiği yerde konaklattı. (Prof.Dr. Zekiyyüddin Şaban, Usûlü’l Fıkıh, Trc. İ. Kâfi Dönmez, s.101, Diyanet Vakfı yay. Ankara, 2009)


Rasulullah (s.a.v), ilk etapta Medine hurmalıklarının aşılanmasını yasaklamıştı. Sahabe de bu emri o sene uygulamış ve iyi bir verim alamamışlardı. Rasulullah’a durum arzedilince “O söylediğim şahsi kanaatten ibarettir. İşe yararsa uyarsınız. Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Şahsi kanaat hatalı da olabilir, isabetli de…Fakat size Yüce Allah’tan bana bildirilmiş bir şey söylersem, bilin ki, Allah’a asla yalan nispet etmem” diye buyurmuştur. (Zekiyyüddin Şaban, a.g.e. s.101)


Görüldüğü gibi alternatif görüş söylenince Rasulullah fikrini değiştirmiştir. Çünkü fikrimiz namusumuz değildir, daha iyisi teklif edilince değiştirebilmeliyiz.


 “Söz dinle, teslim ol, itaat et” sözüne, itiraz etmeden “denilenleri kabul etmek” anlamında körü körüne teslim olmak, sahabe uygulamasına da aykırıdır. Şöyle ki: Ermenistan seferi dönüşü elde edilen ganimetler arasında değerli bir kumaş dağıtımından sonra bir hutbesinde “Dinleyin ve itaat edin” diyen Hz. Ömer’e, sahabeden Selman, “Bize düşen kumaştan biz gömlek çıkaramadık. Onun için sırtındaki gömleğin hesabını vermedikçe dinlemiyor ve itaat etmiyoruz” demişti. Hz. Ömer de, “Söyle oğlum Abdullah” diyerek cevabı oğlunun vermesini istemiş, o da “Benim hisseme düşen kumaş parçasını babama verdim ve kendi hissesiyle birleştirerek üzerindeki gömleği diktirmiştir.” Bu cevap karşısında ikna olan Selman, “Konuş ya Ömer! Dinliyor ve itaat ediyoruz” demiştir.


Açık toplumda dinlemek ve itaat etmek böyle olur. İtaat, ama bilinçli bir itaat…


 “Söz dinle, teslim ol, itaat et” sözü, müslümanlar arsında papalık ihdas etmektir. Bilindiği gibi Hıristiyanlıkta din adına söz söyleme ve kutsal kitabı yorumlama hakkı papanındır. Onlara göre papa, hata etmez ve yanılmaz. O ne söylerse dinlenilir, teslim olunur ve itaat edilir. Dün böyle idi, bugün de böyledir.


 Rasulullah (s.a.v), Tevbe suresi 31. ayeti okuduğunda Adiy b. Hâtem:


-“Ben Hıristiyanım ama papazlarımızı rab edinmiyoruz. Yahudileri de tanırım, onlar da hahamlarını rab edinmiyorlar” deyince Rasulullah; 


-“Ey Adiy! Allah bir şeyi İncil’de haram kılsa, papazlarınız da bunun aksini söylese kime uyarsınız” dediğinde. 


 -"Elbette, papazlarımıza..." cevabını alan Rasulullah:


 -"İşte bu, papazlarınızı Rab edinmektir." demişti.


 Ama İslam’da, konumu ve ilmî derecesi ne olursa olsun, hiç kimsenin sözü mutlak doğru değildir. Çünkü insan hatadan uzak değildir. Peygamberimiz ve diğer peygamberler de “zelle” denilen hatalar işlemiştir. Bu hatalar onların derecesini düşürmez, insan olduklarının bir yansımasıdır.  


 Öyleyse İslamî yapılanmalarda lider konumundaki kişiler “Ben ne söylüyorsam dinleyin, teslim olun, itaat edin” diyorlarsa, bu anlayışlarını Kur’an, sünnet ve sahabe uygulamasının formatından geçirsinler. “Müslümanların işleri kendi aralarında istişare iledir” (Şûrâ:42/38) ayeti gereği, istişare ile ortak akıl oluşur, müslümanlar da bu ortak akla göre idare edilirler. 


 “Söz dinle, teslim ol, itaat et” sözü, saltanat kültürünün kalıntısıdır. Açık toplum, bu tür tek adam, tektipleştirme ve haşhâşîleştirme anlayışlarına kapalıdır. 


 Bu tür insanlar, etraflarında tahkik ehli değil, taklit ehli görmek isterler. Kafası saltanata endeksli biri, farklı görüşlere tahammül edemeyecektir. Onun hazzettiği insanlar da taklit ehli olanlardır. Kafasını kiraya vermeyenler, onların hiç sevmediği insanlardır. 


 Bütün bunlardan şu sonuca varmamız mümkündür: Her türlü istismar aşağılıktır, adicedir. Fakat istismarların en âdisi ve en alçağı; itaat, cemaat, beyat gibi dinî kavramları istismar ederek insanları kendine çağırmaktır.

Kendilerinin ve yapılanmalarının, Nuh’un gemisi olduğunu ve bu gemiye binmeyenlerin kurtuluşa eremeyeceğini söylerler.

İnsanları; Allah’a ve Rasûlüne yani Kur’an’a ve Sünnete çağırmayıp kendini ya da cemaatini veya tarikatını onun yerine koyarak insanların kafasına girenler, bolca haşhâşî üretirler.

Hipnozlanmış bu haşhâşîlere bu saatten sonra ayet ve hadis okumak bir mana ifade etmeyecektir. Çünkü onun “doğruları”, mensubu olduğu “hoca efendinin ya da efendi hazretlerinin” dile getirdikleridir.

Kargadan başka kuş tanımayan bu tiplere, hangi güzel kuşun tarifini yaparsanız yapın, o hep “karga”dan bahsedecektir. Çünkü o artık müzmin bir haşhâşîdir. Allah, insanımızı onların tuzağına düşmekten korusun.

 Selam ve dua ile.