Dikkat… Bu sandıkta sinsi bir plan var

Nuh ALBAYRAK

SİYASET 29.03.2019 09:53:45 0
Dikkat… Bu sandıkta sinsi bir plan var
Tarih: 01.01.0001 00:00

Demokratik ülkelerdeki yerel seçimler sadece, “kente kim daha iyi hizmet verir” arayışına sahne olur. 

Türkiye de demokratik bir ülke olduğuna göre bu tespit bizim ülkemiz için de geçerli demektir; değil mi? 

Maalesef değil…

Demokrasiler, ülkelerin sadece iktidarlarına değil; o ülkede yaşayan herkese; özellikle de muhalefet partilerine ve sivil toplum örgütlerine emanettir. 

Demokrasiyi korumak, bütün kesimlerin ortak paydası ve asgari müştereğidir; her türlü farklılıktan bağımsız olarak sahip çıkar, bu “zorunlu istikamet”i geçtikten sonra farklılıklarına dümen kırarlar. 

İşte bu tür ülkelerde parti ve adaylar, sadece “yerel hizmet” çerçevesinde değerlendirilir. 

    

Bunlar nasıl “demokrat”?

Peki bir demokrasi için, “doğrudan veya dolaylı işgal”den, “bölücü veya darbeci terör”den daha büyük tehdit olabilir mi? 

Peki, bir ülkede bu tehditleri ciddiye almayan, tavır koymayan kişi veya kurumlara “demokrat” muamelesi yapılabilir mi? 

Soruyu somutlaştıralım; emperyalist Haçlı kuşatmasını ve aparatları olan FETÖ ve PKK/PYD’yi tehdit olarak görmeyen bir parti veya kişiye, o ülkenin demokrasisi, belediyesi emanet edilebilir mi?   

*** 

Şimdi bir elimizi vicdanımıza, diğer elimizi de parti isimlerinin üzerine koyup, bu parametrelere göre dürüstçe değerlendirelim. 

  

Kemal bey, CHP’yi savurdu

Hiçbir zaman “millî” olamasa da ülkesinin bölünmez bütünlüğünü önemseyen bir çizgisi olan CHP, rakibini siyaset üreterek devirme beceremeyen Kılıçdaroğlu döneminde etnik ve mezhepsel marjinalliğe savruldu. 

Daha yıllar önce bu “sürüklenme”den rahatsız olan Baykal, “CHP; HDP’lileşiyor”uyarısında bulunmuştu ama işe yaramadı, buluşup; sarmaş-dolaş oldular. 

HDP’yi, parti kimliğiyle ilk defa 7 Haziran’da Meclis’e taşıyan CHP oldu. 

Bu partinin, terörü sonlandırma gibi bir derdinin olmadığı, tam aksine; siyaseti, PKK terör örgütüne alan açmak için kullandığı net olarak ortaya çıkmasına rağmen, CHP; 24 Haziran’da yine kendi oylarıyla barajdan çıkardığı HDP’ye, teröre daha fazla hizmet imkânı sağladı. 

  

İmece usulü siyaset!

Şimdi ise HDP, CHP’ye 7 ve 24 Haziran faturası ödüyor. 

Bu “ittifak”ın, “Ne var bunda, sonuçta HDP de 5 milyon oy ile Meclis’e girmiş meşru bir partidir” şeklinde savunulması mümkün değildir. 

HDP bir “operasyon” sonucu, hormonlu oylarla Meclis’e sokulmuştur. 

Zira HDP, Diyarbakır başta olmak üzere “torbada keklik” gördüğü illerde yüzde 15 üzerinde oy kaybetmiş, bu kayıp CHP’nin güçlü olduğu illerden özel yönlendirilen oylarla telafi edilmiştir. 

Burada problem 5 milyon seçmenin oy vermesi veya işbirliği yapılması değil, HDP’nin; terör örgütü uşaklığı sebebiyle bu teveccühlere layık olamamasıdır. 

HDP’ye oy veren Kürtler hendek terörü süreci ve sonrasında, bütün tehditlere rağmen ortaya koyduğu tavırla HDP’ye “Terör örgütü ile ilişkini kes” demiştir. 

CHP, terör örgütünün kucağına koşan bir HDP ile işbirliği yapabilmek için PKK ve PYD’yi “kardeş” ilan etmek yerine, HDP’yi terör örgütünden uzaklaştırarak meşru siyaset alanına çekmeye çalışan bir tutum izleseydi, aynı eleştirileri yapmak haksızlık olurdu. 

    

FETÖ ve PKK’ya tavır koyamazlar  

CHP’nin, HDP işbirliğini ilan edememesinin tek sebebi PKK iltisakıdır. 

Böyle değilse; “HDP’de meşru bir parti” diyenler neden ilişkisini ilan edemiyor. 

Hakeza Kılıçdaroğlu, en kanlı darbe teşebbüsünde bulunan emperyalist uşağı FETÖ’ye karşı da hiçbir zaman net bir tavır koyamamış, tam aksine borcundan dolayı, darbeyi savunma zilletine düşmüştür. 

İYİ Parti ise “Milliyetçilik” perdesi altında, FETÖ tipi kıvrak figürlere imza atan bir proje partisidir. 

Zira, Mehmetçiğimizi şehit eden Haçlı uşaklarına “Mehmetçik” demek, HDP ile kolkola yürüyüp, sonra da “İYİ Parti ile HDP’yi yan yana getirme çabalarını çok çirkin buluyorum”diyebilmek ancak “FETÖ tipi kıvraklık”la mümkündür. 

Bunların demokrasi hassasiyeti konusunda fazla kafa yormaya gerek yok aslında. 

PKK/PYD ve FETÖ ile nasıl mücadele edeceklerine dair bir beyanlarını duyan oldu mu? 

Bu konu, soğan-patatesten daha mı önemsiz ki sıra gelmedi! 

Tam aksine, Türkiye’nin en büyük güvenlik tehdidi olan PKK/PYD hakkında, “Bize mi saldıracak” vurdumduymazlığı içinde olanların, hatta “terör örgütü” bile diyemeyenlerin yetki sahibi olması demokrasimiz için ciddi bir “güvenlik problemi” değil midir?   

  

Teröristler kime; neden oy istiyor?

İnsanlık düşmanları ne zamandan beri demokrasiye, halk iradesine önem verir oldu bilmiyorum ama bir yanda, devletin emanet ettiği silahla, devletin başbakanını öldürmek için devletin helikopteriyle aramaya çıkan; şeref yoksunu FETÖ firarileri, öbür yanda Kandil dinazorları “Mutlaka oy verin” diye yırtınıyor. 

Bunlar kimin asına oy istiyor? 

Demokratik bir ülkede, bir siyasi parti için, terörist ve darbecilerin o partiye oy istemesinden daha büyük felaket olamaz. 

Buna muhatap olanlar, “Siz kimsiniz; kimin adına; kimden oy istiyorsunuz” diyebildi mi? 

Peki, “soğan kokusu”yla zihnimizi bulandıran bu omurgasızlara nasıl güvenip de devleti teslim edeceğiz? 

CHP’nin biatçı seçmeni…

CHP’nin “biatçı” seçmeni için bütün bu gerçeklerin bir önemi yoktur. 

Hatta adayın bile önemi yoktur. 

Dikkat edin, aday belirlenirken Kılıçdaroğlu’nun “Yok artık” dedirten uygulamalarına isyan ederler ama sonra hepsi gözlerini kapar vazifelerini yaparlar. 

31 Mart seçimlerine, tamamen kendi siyasi bekaları açısından hazırlanan Kılıçdaroğlu ve Akşener, “kararsız ve küskün”lere, “Bu sadece yerel seçim, beka ile ne ilgisi var. Sadece kent yöneticisi seçeceğiz” söylemleriyle seçimi sıradanlaştırmaya çalışıyor ama gittikleri her ilde “enflasyondan, işsizlikten” bahsediyorlar. 

Bu söylemler muhafazakâr kesimi, yıllardır iktidar olmanın ve alternatifsizliğin verdiği rehavetin de etkisiyle (çoğu da bireysel sebeplerden kaynaklanan) rahatsızlıklarını, hayat-memat mücadelesi olan seçime taşımaya yöneliktir.   

  

“Deneme”nin “dönememe” riski var  

Sandığa gitmemenin veya “iktidara mesaj verme” oyununa gelerek bu partilere oy vermenin, ülkemize ve demokrasimize destek mi, yoksa köstek mi olacağını iyi düşünmeliyiz. 

“Bir de bunları deneyelim” söylemi oltanın ucundaki yemdir. 

Vesayete, PKK’ya ve FETÖ kanserine karşı verilen mücadelede, derenin dibinden tepeye çıkarılan millet iradesini hakim kılma çabalarının, bir tekme ile tekrar uçurumun dibini boylamasına sebep olacaksa, bu bir “deneme” midir? 

“Sadece kent yöneticisi seçeceğiz” diyen Kılıçdaroğlu’nun, mesela İstanbul ve Ankara’yı CHP kazanırsa yine aynı şeyi söyleyeceğini mi zannediyorsunuz? 

Hemen ertesi günü, bırakın cumhurbaşkanını, sistemi bile tartışmaya açacaklardır. 

Vesayet sistemine dönüş Anayasa değişikliği gerektirir ama hem siyasi istikrar mumla aranacak hem de yeni sistemin bürokrasiye intikali akamete uğrayacak, sistem değişikliği bir “hilkat garibesi” olarak kalacaktır. 

İktidarını terk etmemek için bin bir dereden su getiren bürokratik oligarşi keneleri tekrar ümitlenecek ve direneceklerdir. 

Ötenazi değil, tedavi…

Milletimizin “yeniden başlama” feraseti daima çıkış yolu olmuştur, AK Parti de böyle bir ferasetin ürünüdür. 

Ancak şimdiki durum öyle değildir, “alternatif” evsafına haiz parti yoktur ve daha da önemlisi, mevcut iktidarın zaafları “yeniden başlamayı” gerektirecek noktada değildir.

***

Ama bu gerçekler, AK Parti’nin hatalarını görmeme anlamına gelmemelidir. 

Samimiyet sembolü bir lidere sahip oldukları halde AK Parti’yi, Kılıçdaroğlu gibi bir zillet sembolünün “erdem” tavsiyelerine muhatap edenler de; en az Kılıçdaroğlu kadar beka problemidir. 

Bir “dava gömleği” giyen kişi, artık “kendisi” değildir. 

Şahsî bekasını ülke bekasının önüne koyanlar, vatandaştan uzaklaşanlar, ihale verilmediği veya aday gösterilmediği için küsenler elbette tepki görmelidir. 

Ama bunun doğru yöntemi asla pireye kızıp yorganı yakmak değildir. 

Seçmen, oylarını; pusuda bekleyen “tilki”lere kaptırmamalı ama sonrasında da, bütün rahatsızlıklar masaya yatırılarak ciddi bir tedavi süreci başlatılmalıdır.