Tarih: 16.06.2025 10:31

Yolsuzluklar yol mu olmalı?

Facebook Twitter Linked-in

Siyaset gündemi uzun bir süredir, yerel yönetimlerdeki yolsuzluk iddiaları ve buna dair partiler arası karşılaştırmalar üzerinden şekilleniyor. 

Son dönemde CHP’li belediyeler ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yürütülen soruşturmalar, yargısal süreç ve bu minvalde kamu kaynaklarının usulsüz kullanımı, yakınlara ihale dağıtımı, ideolojik kadrolaşma ve kamu hizmetlerinin partizanca yürütülmesi gibi iddialar gündemi yoğun biçimde meşgul ediyor.., 

Bu durum karşısında bazı çevrelerin geliştirdiği refleks dikkat çekici: “Başka partilere mensup belediyelerde de zamanında benzer yolsuzluklar yapılmadı mı? Şimdi CHP’li belediyeleri hedef almak adil midir?" şeklindeki savrulma ve savunmalar, hem siyasi hem etik hem de yönetim bilimi açısından sorgulanmaya değer bir yaklaşımı temsil ediyor. Zira bu söylem, kamu yönetiminde en temel ilkelerden biri olan “hesap verebilirlik” ilkesini etkisizleştirme çabasıdır.

Burada asıl mesele, “Bir yerde yolsuzluk oldu mu olmadı mı?” sorusunun ötesinde; bu tür iddialara karşı partilerin ve yönetim yapılarının verdiği kurumsal tepkinin niteliğidir. Başka bir deyişle, yolsuzluk münferit bir vaka mı, yoksa sistemin dokusuna işlemiş bir hal midir? 

Keza, yönetim anlayışı bu tür sapmalara karşı kendini düzeltebiliyor mu, yoksa bu sapmaları görünmez kılıp meşrulaştırıyor mu? AK Parti ile ve hatta diğer partilerle CHP’nin yerel yönetim anlayışı arasındaki temel fark tam da burada ortaya çıkıyor.

AK Parti, özellikle 2004 sonrası yerel yönetimler reformuyla birlikte belediyecilikte rasyonel, teknik, performans odaklı ve denetime açık bir model inşa etmeye çalışmıştır. İçişleri Bakanlığı’nın sürekli denetimleri, Sayıştay raporları, partinin yerel yönetimler başkanlığının rutin performans değerlendirmeleri ve zaman zaman kamuoyuna açık biçimde yapılan görev değişiklikleri, bu mekanizmanın parçalarıdır. 

Geçmişte bazı belediyelerde görülen yönetim zaafları ya da kamuoyunda oluşan algılar doğrultusunda başkanların değiştirilmesi, yalnızca siyasi değil aynı zamanda etik sorumluluk temelinde alınmış kararlardır. Bu, partinin kendi içinde kurduğu oto-düzeltici kapasitenin bir göstergesidir. Yönetim bilimi literatüründe bu tür yapılar “kurumsal düzeltme kapasitesine sahip sistemler” olarak tanımlanır. Yani hata olabilir, ama sistem bu hatayı kabul eder, gereğini yapar, yenisini engeller.

Oysa CHP’nin son dönemdeki yerel yönetim pratiği, yolsuzluk iddialarına karşı sistematik bir savunma ve inkâr hattı üzerinden yürümektedir. 

İstanbul’da olduğu gibi, kamu kaynaklarının vakıflar, dernekler ve medyatik figürlerle kurulan ağlar üzerinden dağıtıldığı, buharlaştırıldığı; personel alımlarında liyakatin değil, partizan aidiyetin esas alındığı; sosyal yardım bütçelerinin siyasi örgütlenmeye entegre edildiği, kamu gücünün rüşvet ve irtikap için kullanıldığı yönündeki iddialar, sadece tekil vakalar değil, bir belediyecilik modeline işaret etmektedir. 

Üstelik bu iddialara karşı gösterilen refleks genellikle yargının siyasi olduğu, iktidarın baskı uyguladığı, hatta “bu işler zaten her zaman, her yerde olur” şeklindeki göreli inkârlarla biçimlenmektedir. Bu da gösteriyor ki CHP’li birçok yerel yönetimde kurumsal denetim ve oto-düzeltme kapasitesi zayıf, partizan sadakat ise kamu yönetimi etiğinin önüne geçmiş durumdadır.

Bu iki yaklaşım arasındaki farkı, sadece ahlaki düzeyde değil, kamu yönetimi ilkeleri bakımından değerlendirmek gerekir. 

Etkinlik, verimlilik, hesap verebilirlik, şeffaflık ve katılımcılık gibi temel ilkeler, yönetişim teorisinin temel yapı taşlarıdır. AK Parti, uzun yıllardır bu ilkeleri merkezine alan bir dijital belediyecilik, açık veri sistemi ve e-devlet entegrasyonu kurma çabası içindedir. 

Belediyelerdeki ihalelerin şeffaflaştırılması, sosyal yardımların dijital ortamda izlenebilir hale getirilmesi, halk meclisleri ve danışma kurulları gibi katılımcı araçların kullanılması bu yaklaşımın parçalarıdır. 

CHP’nin ise özellikle büyükşehirlerde kamuoyundan saklanan meclis kararları, bütçe kalemlerinin gizlenmesi, liyakatsiz atamalar ve ideolojik kutuplaşmayı körükleyen yönetim tarzı; iyi yönetişimin tam tersi bir pratiği ortaya koymaktadır.

Burada söylemek istediğimiz, “bizimki meşrudur, onlarınki gayrimeşrudur” gibi kaba bir siyasi üstünlük iddiası değil; sistemsel bir farkın altını çizmektir. 

Her yönetim yanlış yapabilir, ama iyi yönetim o yanlışı kabullenip düzeltebilme cesaretini gösteren, kurumsal refleksleri ve etik ilkeleri güçlü olan yönetimdir. AK Parti’nin yerel yönetim pratiğinde bu refleksin defalarca işlemiş olduğunu kamuoyu bizzat gözlemlemiştir. 

Görevden alınan başkanlar, yargılananlar, parti disiplin kurullarına sevk ve ihraç edilen isimler, doğrudan Cumhurbaşkanlığı ve Genel Merkez denetimiyle iyileştirilen uygulamalar bu sistemin çalıştığını göstermektedir.

Diğer taraftan, CHP’li belediyelerde yaşanan sorunların büyüklüğü kadar, bu sorunlar karşısında geliştirilen “suçlamayı inkâr ve iktidarı suçla” yaklaşımı, toplumda etik siyasetin zeminini aşındırmaktadır. 

Her eleştiriyi “iktidar saldırısı” olarak niteleyen, yargı süreçlerini değersizleştiren ve kamu denetimini siyasi rövanş aracı gibi gösteren bu yaklaşım, CHP’ye olduğu gibi Türkiye’nin demokratik olgunluğuna da zarar vermektedir.

Peki iyi yönetim için ne yapılmalıdır? Her şeyden önce siyasi aidiyetin ötesinde bir kamu ahlakı bilinci inşa edilmelidir. Belediyeler, halkın vergileriyle yönetilen kurumlardır ve bu kurumların görevi sadece hizmet üretmek değil, aynı zamanda adaletli ve şeffaf yönetimle halkın güvenini tesis etmektir. 

Bu nedenle iyi yönetim için şunlar gereklidir: Şeffaflık, yani vatandaşın her kalemi görebilmesi; hesap verebilirlik, yani yönetimin attığı her adımın kamuya açıklanabilmesi; katılımcılık, yani vatandaşın karar süreçlerine dahil olabilmesi; etkinlik, yani kaynakların maksimize edilerek kullanılması; ve denetim, yani iç ve dış mekanizmaların bağımsızca çalıştırılabilmesidir.

AK Parti’nin bu ilkeleri kurumsallaştırma çabası vardır. Ayrıca AK Parti’nin hatalardan ders çıkarma, kurumsal reformlarla kendini yenileme ve hatalı yöneticilere karşı refleks gösterme kapasitesi, onu diğer partilerden ayırmaktadır. CHP’nin ise hâlen bu süreci başlatamadığı, aksine eleştiri karşısında savunmaya geçerek yapısal sorunları inkar ettiği görülmektedir.

Bugün kamuoyunun temel sorusu “kim yolsuzluk yaptı?” değil, “kim yolsuzluklara karşı nasıl mücadele etti?” olmalıdır. Cevaplar da bu çerçevede aranmalı, siyasi polemikler değil, yönetsel gerçekler üzerinden tartışılmalıdır. Yolsuzluğu mazur gösteren göreli eleştiriler değil, ilkesel tutumlar ve kurumsal disiplin, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu etik yönetim modelini inşa edecektir. 

Tam da bu nedenlerledir ki, AK Parti, kurumsal refleksi, yaklaşımı olan bir parti olarak öne çıkmakta; CHP ise bu süreci hiç başlatamamış bir yapı olarak görünmektedir.

Prof. Dr. Zakir AVŞAR/  Haber7

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —