YERYÜZÜNDEN HABERSİZ UÇURTMA UÇURMAK

Gökhan SAZ

VAN 1.04.2016 08:41:48 0
YERYÜZÜNDEN HABERSİZ UÇURTMA UÇURMAK
Tarih: 01.01.0001 00:00
 “Kur’an mı? Sünnet mi?  Tam otuz yıl bu tartışmayla vakit geçirmişiz. Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmak bu olsa gerek. Yaşına, başına hürmet ettiklerimiz bile geri durmadılar bu tartışmadan. Kimisi Kur’an safında yer aldı, kimisi sünnet.

Ne anlaşılmaz ne garip saflaşmadır bu. Eti kemikten ruhu bedenden ayırır gibi peygamberi Kuran’dan, Kur’an’ı peygamberden ayırmaya kalmışız.

” Gökhan SAZ
Yazıma, ifadeleriyle takdirimi toplayan bir yazarımızın cümleleriyle başlamak istiyorum: ‘’ Kur’an mı? Sünnet mi?  Tam otuz yıl bu tartışmayla vakit geçirmişiz.

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmak bu olsa gerek. Yaşına, başına hürmet ettiklerimiz bile geri durmadılar bu tartışmadan. Kimisi Kur’an safında yer aldı, kimisi sünnet.


Ne anlaşılmaz ne garip saflaşmadır bu. Eti kemikten ruhu bedenden ayırır gibi peygamberi Kuran’dan, Kur’an’ı peygamberden ayırmaya kalmışız.’’ Peki ya siz kaygılı olan! Müslümanlar siz hangi safta safları sık tuttunuz? Safımızı belirginleştirmeden önce öncelikle sünnetin tarifini basitçe yapalım: ‘’Sünnet’’ kavramı fıkıhçılarımız dile getirdiği zaman ‘’müstehab’’ muhaddislerimiz dile getirdiğinde ise ‘’hadis’’ terimleri aklımızda beliriyor.

Peki, sünnet nedir? Lügat manası, ‘’gidilen yol, adet, kanun’’ anlamına gelir. Lügat manasını ve Hz. Peygamberin(s.a.v)’in Kur’an’ı açıklayıcısı ve pratiğe indirgeyicisi olduğu göz önünde bulundurulduğunda şöyle bir tanıma ulaşmak mümkündür: Sünnet, Resülullah’ın Kur’an’ı anladığı ve yaşadığı şekilde anlayıp yaşamaktır. Bu anlamıyla bir söze baktığımızda bir sözün Hz. Peygambere ait olup olmadığı çok rahat bir şekilde anlaşılacaktır.

O zaman kuran ve sünnet ilişkisini bu temele oturttuğumuzda bu tartışmalara bir son vermek mümkün olacaktır. Bu çelişkili çekişmeden bir an önce sıyrılıp Kur’an’ı anlayan ve yaşayan bir toplumun var olabileceğini ortaya koymak aklı başında her Müslüman’a düşen en temel görevdir. Peki Kur’an anlaşılır mı? Kur’an’a göre bu sorunun cevabı onlarca ayetle sabit ki ‘’evet’’. Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğuna örnek verilirse; ‘’İşte bunlar apaçık Kitabın ayetleridir. Anlayasınız diye onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik’’(yunus /1-2) ayrıca Rabbimiz bu vurguyu kamer suresinde(17-22-32-40) tam dört defa şu şekilde yapmıştır: Biz kur’an’ı öğüt alınabilsin diye kolay anlaşılır kıldık yok mu öğüt olan? Ve ‘‘Neml /1, maide/5, Hicr/1, Şuara/ 2, Kasas/ 2’’ gibi birçok ayet Kuran’ın anlaşılır bir kitap olduğunu ortaya koymaktadır.

Bunun üzerine  ‘’anlaşılmaz’’ diyenlerin sabitesi ne? Sorusu kaçınılmaz hale gelmektedir. Müslümanlar olarak bir öz eleştiri yapmak gerekirse sizlerin de malumu üzere Kur’an yeryüzünde en çok okunmasına ve en çok hıfzedilen kitap olmasına karşın anlaşılması, uygulaması noktasında en göz ardı edilen kitaptır. Kuran’ı okumaktan maksadın mesajı anlamak olduğunu hala anlayamadık. Yahut anlamamakta ısrar ediyoruz.

Çünkü anladıkça sorumluluklarımızın artacağına ve günlük hayatımızda yaşattığımız birçok meşgaleden feragat edeceğimizi biliyoruz. Şunu da yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var; İslam kalpte yahut hissiyatta yaşanan bir din değil yaşama, pratiğe yansıtma yönünde talepleri olan bir dindir. Sahabe Kur’an’ı okurken aynı zamanda tefehhüm, tefekkür, tedebbür ederek, Kur’an’ı, basiret ve şuurlarına arz edip anlayarak yaşadılar.


Burada konusunun çerçevesinin iyi çizilmesi ve somutlaşması açısından Hz. Osman’ın ve Hz. Ömer’in İslam davetine icabet etmelerini göz önünde bulundurulması yerinde olacaktır. Kur’an’ı gerçekten okuyor muyuz? Evet Kur’an kurslarında, camilerde, yemeklerde, mezarlıklarda, açılışlarda, törenlerde… Peki neden Hz. Peygamberin (salat ve selam üzerine olsun) okuduğu ayetler karşısında Hz. Ömer baygınlık geçirirken bizim okunan Kur’an ayetleri karşısında tüylerimiz kıpırdamıyor, kalplerimiz titremiyor ve bir türlü eyleme geçemiyoruz sizce de bir gariplik yok mu? Kur’an’ı anlamak için öncelikle zihnimizdeki ideolojileri bir tarafa bırakıp saf ve temiz kalp ile Kur’an’a yaklaşmalıyız.

Yaşamak, yaşatmak şuuru ve kaygısıyla Kur’an’a yaklaşmadığımız müddetçe düalist(Kur’an-sünnet kopukluğu) bir anlayışa maruz kalmaktan kendimizi alıkoyamayacağız. Yaşam düzleminde ahlak ve hayat tarzı haline getirmemiz mümkün olmayacaktır. Sahabe, semi’na ve ata’na merhalesiyle başladılar Kur’an’ı anlamaya, biz Müslümanlar ise asr-ı saadetten sonra semi’na demekten öteye geçemedik. Yüce Allah Rad/11 de şöyle vaat etti: ‘’Bir toplum kendi durumunu değiştirmediği müddetçe Allah o toplumun durumunu değiştirmez.’’ İslam coğrafyasının hala Kur’an’la değişmeye niyeti yok sanırım.

Beşeri Aklın ürünü olan demokraside aranılan bahar kışa dönüş(türüldü)tü. Kur’an’ı fıkhetmekten uzaklaşan Müslümanlar tarihin öznesi olması gerekirken nesnesi olma pozisyonunu hala korumakta. Kur’an’ın  ‘’hayat kitabı’’ olduğunu anladığımız zaman dünyevi kaygılarımızı Kur’an ve sünnet rayına oturtup hesap gününü hesap ederek Kur’an’ı hayatımızı şekillendiren referans kaynağı yapmadığımız sürece modern dünyanın ve beşeri aklın önümüze sunduğu ideoloji ve yaşam tarzına karşı Müslümanca bir bakış açısı oluşturmaya güç yetirmek mümkün olmayacaktır. Kur’an’i bir bakış açısından uzak olmamız, özellikle de çağın getirdiği kavramlarla İslam’a bakmamıza ve bölünmüş kafa yapısıyla çarpık zihinsel süreçlere imza atmamıza neden olmaktadır.

Yine bu bakış açısından yoksun olan zihinlerimiz İslam’a aykırı olsun olmasın her türlü ideolojiyle uzlaşmaya hazır haldedir. Kur’an ve sünnetin bize sunmuş olduğu bakış açısını kavramaktan uzak olan idraklerimiz, içinde bulunduğumuz küresel sistemin zulümlerini, kötülüklerini sineye çekecek kadar zaaf içindedir. Belki de Kur’an’ı anlamaya ve yaşamaya hiç bu kadar ihtiyacımız olmamıştı.

Çünkü yapılan zulümler artarak sistemleş(tirildi)ti, meşrulaş(tırıldı)tı. Kötü(leştirilen) dünyaya rağmen iyi bir Müslüman olmanın yolu, İslam’ın bir zihin fantezisi olmayıp, yaşanılması güç bir ütopya değil, hayal değil, hayat tarzı olduğunu ve Asr-ı saadette olduğu gibi dünyanın yaşanan kötülüklerini sineye çekmek yerine bilinçli bir şekilde kötülüklere müdahale etmekten geçer. Belki de günümüz Müslümanlarına düşen Don Kişotça bir tavır sergilemektir. Çünkü Don Kişot, sadece inandığı ülküyü kafasında kurduğu gerçekler doğrultusunda, kimseye bakıp aldırmadan inatla, ısrarla yaşar.

Şu fark var ki, Müslümanlar, Don Kişot’tan farklı olarak ne yaptıklarının bilincindedirler. Onlar hayatlarına dayatılan yaşama biçimlerini, bilinçle reddetmekte Kur’an’ın, İslam’ın ön gördüğü yaşama tarzına bilinçli bir şekilde talip olmaktadırlar. Kur’an’ı ölülerimize okumaktan idraklerimize okumaya, peygamberimiz(s.a.v)’in sünneti üzere saflarımızı sıklaştırmaya ne dersiniz? Bize düşen Yüce Allah’ın buyurduğu gibi ‘’en yakınımızdan’’ başlayarak insanları dilimizin döndüğünce Kur’an’la uyarmak ve sünnetin bize sunduğu yolun ardınca gitmektir. Biliyoruz ki tüm yollar Resulullah’ın adımları ardıca gidenlerden başka herkes için kapalıdır.

Yazımı bir ayet-i kerime ile sonlandırıyorum: “Biz her ümmet için bir şeriat tayin ettik ki, onlar onunla amel ederler. Bunun için (ey Muhammed!) bu konuda seninle hiçbir zaman çekişmesinler. (İnsanları) Rabbine (ibadet etmeye) çağır. Şüphesiz sen gerçekten hidayete götüren doğru bir yol üzerindesin.(Hacc:67)

.iktibasdergisi.