“…Allah’ın milletler arasından kendisine bir kavim seçmek için çeşitli sınamalarla büyük işleri acayip işaretleriyle yapan güçlü bir el ve uzanmış bir kol ile yüce görkemiyle çekmeye el attığı kim var?’’ Tensiye; 4/34
18.Yüzyıla kadar etnik olarak Yahudiler ve Yahudiliğe dini açıdan bağlı olanlar eş anlamlıydı ve Yahudilik, Yahudiler üzerinde “dinî bağlılıkları” dikkate alınmaksızın bir baskı sebebiydi. Yahudiler, diğer vatandaşlarla eşit haklara sahip değillerdi. Aydınlanma çağı ve modernlik süreciyle birlikte Avrupa ülkelerinde farklı zamanlarda, eşit vatandaşlık haklarına kavuştular ve Haksala hareketinin katkılarıyla inanca bağlılığın dışında ayrı bir ulus olarak kabul gördüler. Bulundukları yerel kültürlerin etkisiyle etnik açıdan ve dil açısından farklılaşan, kendilerine mahsus topluluklar olarak gelişen Yahudi toplumunun hayatında, dinsel unsurlar her zaman çok önemli olmuş, etnik ve dini kimliklerinin muhafazasını sağlamıştır.
Kutsal metinlerin yazı dili olarak kullanılan İbranice, günümüzde İsrail’in Arapça ile birlikte iki resmi dilinden biri olmuştur. İ.Ö 5. Yüzyıla kadar Yehuda’da konuşulan Aramice de kutsal metinlerde kullanılmaktadır.
Eşkanazi Yahudilerinin geliştirdiği Judeo-Germen bir dil olan Yiddish, Seferdi Yahudilerinin konuştuğu Judeo-İspanyolca olan Ladino dili ve Judeo- Arapça ile diğer yerel dillerle kaynaşmış farklı diyalektlerden bahsedilebilir.
Eşkanazi (Alman kökenli), Seferdi (İspanya-İberya, Portekiz kökenli), Mizrahi (Kuzey Afrika kökenli), Teimanim (Yemen, Umman kökenli) ve diğer birçok farklı etnik gurubun yanında seküler ve dinci Yahudiler gibi ayrışmalar da olmakla birlikte hala Yahudilik denince belli bir ulus, etnisite, din ve kültürü anlamaktayız.
Yahudi kimliğinin tarihsel tanımı, “Tanrının sürgün ve esaret altındaki Yahudileri, Yahudi olmayan kadınlarla evlenmemeleri, eğer evlenirlerse bu kadınların, çocukları Kendisine ibadetten alı koyup başka tanrılara taptıracağı” uyarısıyla ilgili Babil Talmudu’ndaki yorumlara kadar gider ve anaerkil bir yapıya dayanır. Buradan diğer uluslara mensup insanların Yahudiliği din olarak seçemeyecekleri sonucu çıkarılmamalıdır. 8.Asırda Yahudiliği din olarak kabul etmiş Hazar Türklerinin, Hazar Yahudi Türk İmparatorluğu 13. Yüzyıla kadar sürmüş ve adeta Yahudiler için “ikinci vaat edilmiş ülke” olmuştur. Yahudiliği inanç olarak benimsemiş topluluklara Her ulusta rastlamak mümkündür. Öte yandan birçok Yahudi de bulundukları ülkelerin din ve kültürü içinde asimile olmuş veya bazen zorla din değiştirmeye zorlanmışlardır. İspanya’da engizisyon mahkemelerince Katolik olmaya zorlanmaları ya da Orta Çağ Avrupa’sındaki diğer baskılarla Hıristiyanlaşmaları bunun örneklerindendir. Yahudilere, din değiştirmeleri için yapılan baskılar, farklı ülkelerde birçok “kripto Yahudi kimlikli” topluluğun oluşmasına sebep olmuştur. Ancak bu şekilde bulundukları ülkelerin zengin sınıfları arasında ve üst düzey politik çevrelerinde varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Tarih boyunca birçok imparatorluğun, kralların ve milletlerin zulmüne maruz kalmış Yahudi toplumunun yaşadığı olaylardan bir kısmını kronolojik olarak sıralayabiliriz:Musa a.s. liderliğinde, Firavunun esareti sonucu Mısır’dan Çıkış ve Büyük Çöl Sürgünü (M.Ö1300-1200),Nil ve Fırat nehirleri arasında vaat edilmiş topraklarda Büyük İsrail Krallığı (İ.Ö 1050-920), Krallığın İsrail ve Yehuda diye ikiye bölünmesi ve İsrail’in Asurlar tarafından fethedilerek on İsrailoğlu kabilenin yok edilmesi(İ.Ö 920-721), Yehuda Krallığının Babilliler tarafından fethi ve Babillilerin Yahudileri Babil’e sürgün ederek orada esaret altında tutması(İ.Ö 922-587),Zerdüşt Pers İmparatoru Büyük Cyrus’un Babillileri yenerek Yahudileri esaretten kurtarması ve Jerusselam’a yeniden yerleştirerek Süleyman mabedini tekrar inşa ettirmesi(İ.Ö 539), Büyük İskender’in Persleri yenmesi ve bölgeyi fethetmesiyle Helenistik etkilerin artması ve Yahudilerin dağıtılması (İ.Ö 331), Roma İmparatorluğuna karşı Büyük Yahudi Ayaklanması sonrası uğradıkları katliam ve sürgün edilmeleri (İ.Ö 73-66), Birinci Haçlı Seferinde Haçlılar tarafından katledilmeleri (İ.S 1095),
İspanyada Torquemada liderliğinde Engizisyon mahkemelerinde yargılanmaları sonucu katledilmeleri, Katolik olmaya zorlanmaları ve yurtlarından atılmaları (İ.S.1492),Ukrayna’da 18. Yüzyılda katledilmeleri, yerlerinden sürülmeleri, Rus Çarları tarafından desteklenen planlı katliamlar ve nihayet Almanya’da A.Hitler liderliğinde uğradıkları büyük soykırım.
Avrupa’da Rönesans ve Aydınlanma çağında Yahudi toplumu açısından önemli değişiklikler oldu. 17. Yüzyılda özellikle Haskala hareketinin katkılarıyla Yahudi toplumu, Aydınlanma felsefesinin değerlerini önemli ölçüde benimseyerek Avrupa toplumlarına entegre olmada ve sınırlayıcı yasaların kaldırılmasıyla eşit haklara sahip olmada, çok büyük ilerlemeler elde etti. 1789 Fransız Devrimi ve etkileri Yahudilerin kurtuluşunu(emancipation) daha da hızlandırmıştır. Böyle bir ortamda mistik dinsel yaklaşımlarıyla Hasidik Yahudi hareketi gelişmiş ve bu yeni ortam daha sonraki Siyonizm hareketinin de tohumlarını atmıştır. 1871 yılına gelindiğinde Yahudiler, Rusya hariç bütün Avrupa ülkelerinde özgürlüklerine kavuşmuştur.
Bu gelişmelere paralel olarak Orta Çağdaki dinsel nefretten farklı seküler karakterli ırkçılığa dayalı, Yahudilerin Batı Avrupalı aryan uluslardan ayrı ve aşağı bir ırk olduğunu savunan yeni bir antisemitizm şekli gelişti ve hızla yayıldı. Bu yeni antisemitizm şekli, Fransa’daki meşhur Dreyfus yargılamasında etkisini gösterdi. Rusya’da devlet desteğiyle Yahudi karşıtı baskı ve katliamlar uygulandı. Bütün bu gelişmeler, Yahudilerin ancak anayurtlarında emniyette olacakları düşüncesini geliştirdi ve Theodore Herzl liderliğinde siyonizmin güçlenmesini sağladı. Önemli bir Yahudi nüfus Amerika’ya göç etmek zorunda kaldı. Nihayet 1942’de Avrupa’daki Yahudilerin katledilmesini(holocaust) de içeren A.Hitler’in “Nihai Çözüm’’ programı, Yahudilerin Filistin’e göçünü hızlandırdı ve 1948’de bugünkü İsrail kuruldu.
Görüldüğü gibi Yahudilerin Yahudi olmalarını sağlayan etnik ve dini mensubiyetin kaynaştırılması sonucunu doğurmuş tarihsel bir süreç söz konusudur. Bu tarihsel sürecin ana unsurları katliam, acı çekme, sürgün, umut ve intizardır. Değişik milletlerin, krallıkların egemenliği altında, tarih boyunca yahudiye Yahudi muamelesi yapılmıştır. Farklı coğrafyalarda dağınık topluluklar halinde olsalar da Yahudiler, daima Yahudi kalmayı başarmışlardır. Yahudi tarihinin kronolojisi, adeta dünya tarihi anlamına gelecek şekilde, Yahudilerin farklı coğrafyalarda farklı halkların arasında yaşayarak önemli tarihi gelişmelerin parçası olduklarını anlatır. Dini kimlikleri ekseninde örgütlü yapıları ve güçlü hafızalarıyla yaşayan bir geleneğe sahiptirler. Her zaman her yerde Yahudi olmak, hem kendileri hem de temas halinde oldukları toplumlarda, bilinçli ve kararlı bir ayrışmayı zorunlu ve temel unsur yapmıştır. Bu durumu besleyen “Tanrı’nın seçilmiş milleti” gibi Hz. İbrahim’e kadar götürülebilecek teolojik anlayışa da işaret etmek gerekir.
Avrupa’ da bütün insanları etkileyecek gelişmelerin yaşandığı Rönesans ve aydınlanma çağına kadar Yahudilerin durumu, dinsel sebeplerden dolayı pek iç açıcı sayılmazdı. Kimliklerinin parçası haline gelen sürgün, acı ve intizarın kendi içinde oluşturduğu küresel boyuttaki mistik bir dayanışmacı ve iletişime dayanan örgütlülüğü ile diğer insanlardan kendilerini ayrıştıran, diğer toplulukların da onlara karşı ayrımcı tutumları karşılıklı olarak kemikleşmiş kadim Yahudiliği doğurmuştur. Artık Yahudiler ve Yahudi olmayan diğerleri (goy-gentile) söz konusudur. Öyle ki kendini varoluşun merkezinde telakki edecek şekilde Allah’ı tekelleştirmiş bir Yahudi teolojisinden bahsedilebilir. Aydınlanma çağı adeta Yahudi olmayan herkesin eşitlenmeye çalışıldığı bir süreç olmuştur.
Burada şu durumun altını çizerek belirtmeliyiz: Her ne sebeple olursa olsun, içinde yaşadıkları toplumların dünyevileşmesini, rasyonelleşmesini, din hâkimiyetindeki bir dünyanın büyüsünün bozulmasını (disanchentment) ve baskılarının kaldırılmasını, bireyselleşmeyi ve birey olarak insanın özgürleşmesini vadeden Aydınlanma çağına girerken, Yahudilerin öznel konumu bu yeni gelişmeyi ve paradigmayı desteklemelerini, teşvik etmelerini hatta kışkırtmalarını gerektiriyordu. O güne kadar insan haklarından yoksun bırakılmış, çeşitli katliamlara maruz kalmış, şehirlerin gettolarında yaşamaya mahkûm edilmiş, bu mazlum dindar halkın nesilden nesile aktardıkları bilinç, yaşama dair reflekslerini diğer insanlara oranla daha güçlü yapmış olabilir. Aydınlanmanın vaat ettiklerini elde etmek için seferber olmuş şekilde, hazır kıta kurtarıcı Mesihi bekler gibi bekliyorlardı. Özellikle Katolik Hıristiyanlığı için vahim sonuçları içinde taşıyan bu yeni paradigma Yahudiler için iki bin beş yüz yıllık sürgün, esaret ve acı çekerek geçen hayattan kurtuluşun ve kurtuluş ümidiyle bekleyişin mutlu sonu olabilirdi. Tanrının bir türlü göndermediği Mesih’in vaat ettiği dünyevi kurtuluşu bu vesile ile ve kendi iradeleriyle sağlayabilirler, kendi elleriyle kurabilirlerdi. Tarihsel ve sosyal bağlam bu imkânı sunuyordu ve Yahudiler için, bu doğrultuda yürüme ve gelişmeleri hızlandırma iradesini göstermek, kendilerinin dışında tetiklenmiş ve akıp giden bu süreci teşvik etmek bir yükümlülük idi. Adeta 2500 yıldır maruz kaldıkları sürgün, ayrımcılık ve baskı altında umutla bu günü bekliyorlardı.
Toplumsal değişime dair kuramlarla ilişkilendirmek gerekirse, dinlerin ve düşünce akımlarının-kelâmın kabul görme ve tarihe dâhil olma süreciyle ilgili Weberci yaklaşıma uygun olarak Yahudilerin öznel durumlarına ait beklenti ve düşünceler nesnel anlamda devam eden sürecin devamlılığını ve hızlanmasını sağlayacak bir örtüşmeye (coinsidence) denk geliyor ya da Yahudi halkının yaşamsal çıkarlarıyla aydınlanma kelâmının vaatleri tarihsel olarak örtüşüyordu. Marksçı yaklaşıma uygun, tarihsel diyalektiğin gerektirdiği istikamette zorunlu olarak akıp giden süreç ile alt sınıfa ait bir toplumsal gücün öznel bilinci aynı zamanda örtüştü ve bu örtüşme sürece katalizör oldu. Durumu, İbn Haldun’un yerleşik-hadarî toplumun çürümüşlüğü ve kaçınılmaz çöküşünün, bedevi asabiyetine sahip göçebe topluluğun öncülüğünde toplumsal değişim yaşayarak, hem daha ibtidai yaşam tarzına sahip bedevilerin hem de daha uygar hadârilerin ileri bir düzeye taşınması şeklindeki yaklaşımıyla da açıklayabiliriz.
Buradaki temel tezimiz şu olmak icap ediyor: Aydınlanma felsefesinin bütün vaatleri Yahudilerin lehineydi ve onlara Yahudi olarak ve birey olarak geleneksel kimliklerine ek imkânlar ve fırsatlar sunuyordu. Nitekim en büyük imkânı Aydınlanma felsefesinin düşünsel alt yapısını sunduğu Fransız Devrimi ve Bolşevik İhtilali sağlamıştır. Bu iki ihtilalden sonra inşa edilen Dünya’nın dizaynında Yahudilerin katkısı ve belirleyiciliği dikkate değerdir. Kısacası Aydınlanma felsefesine ait bilginin ortaya çıktığı tarihsel ve sosyal bağlamda, aydınlanma felsefesinin kendi iç dinamiklerinde taşıdığı, dünyayı yeniden imar etme (modernlik) vaatlerinin yanında Yahudilerin Yahudi olarak var olma talepleri ve geleceğe yatırımları da barınmaktadır. Modernliğin Yahudilerle olan bu ilişkisi, küresel anlamda modernleşme süreçlerinde, diğer coğrafyalarda yaşayan toplumlar arasında, bütün iktidar ilişkilerine ve toplumsal yapılara uyarlanabilen bir modernleşme modeli de sunar. Modernleşme süreçlerinde de diğer toplumlarda yaşayan etnik ve dini çoğunlukça bastırılmış farklı etnisite, dine ve mezhebe ait azınlık toplumlarının kurtuluşuna, aydınlanma felsefesi ilham olmuştur. Bu şekilde Batı Avrupa dışındaki toplumların modernleşmeleri genellikle azınlıkların öncülüğünde ve kışkırtmalarıyla yürüyen bir toplumsal süreç olmuştur.