Siyasal İktidar ve İslam

Nitekim İslam'da kesin hatlarla belirlenmiş bir devlet yapısının olmaması ve dinin ahkamlarına dair mevzuların yine toplumsal adalet ve eşitliğe yönelik pratik uygulamalar olarak karşımıza çıkması, yine iktidar algısının iktidarların?

VAN 5.02.2013 12:49:48 0
Siyasal İktidar ve İslam
Tarih: 01.01.0001 00:00 Güncelleme: 05.02.2013 12:49
 

Siyaset, insanlık tarihi boyunca sosyal bir realite olarak bir takım insanlar tarafından ideolojik, eylemsel ve devamlı süregelen bir yapının adıdır. Asıl olarak ''idare etme sanatı'' denilebilinir. İslami literatürde ise, dünya ve ahirette necatlarına sebep olacak bir yola insanları irşad ve beşeriyetin salahına çalışmak olarak tanımlayabiliriz. Yine felsefi olarak, insanların bir takım ihtiyaçlarını karşılamak adına doğal süreç gereği insanlar arasında sorumluluk üstlenen kimseler tarafından yapılan fiili çalışmalar bütünüdür. Fakat bunu yaparken, insanların güdülmesinden ziyade sadece insanlar adına inisiyatif ve sorumluluk alınması esas kuraldır. Oysa günümüz siyasetinde ise birilerinin üstüne çıkarak hiyerarşik bir yapıyla ezen-ezilen siyaseti yapılmaktadır. Orjin siyaset bu yapıdan uzak doğal yasaların gereği olarak uygulanmalıdır. Toplum ve siyaset üzerine yüzlerce anektot vardır. Konuyla ilgili muhtelif siyasi ve sosyolojik analizler mevcuttur. Fakat genel bir siyaset felsefesi değerlendirildiğinde Hz. Muhammed'in devrimi ve Kur'anı Kerim'in sunmuş olduğu toplumsal yapı ile İslam şeriatının buna en uygun sosyolojik verilere sahip olduğu görülür. 

İnsanların dinsel veya felsefi olarak farklı siyaset yollarından sonra sosyal yaşantıları bir de ''devlet'' kavramını getirmektedir. Devlet ise, aslında ilk olarak yasasız veya ekolojik toplumun ideasını oluşturan, fakat bu süreç içerisinde sosyal adaleti ve doğal yasaları bozan kişi veya kişilerden kaynaklı olumsuz etkilerden dolayı oluşan zaruri denetim mekanizması olmuş durumdadır. Nitekim devlet, varlığıyla beraber yönetmeyi ve yönetilmeyi getirir. İktidar-yönetilen ilişkisi bunun devamında var olan süreçtir. Aslında burada doğal süreci bozan sebep, ekolojik düzenin içerisinde barındırdığı, buna islami literatürde ''İlahi nizam'' diyebiliriz ki; evrensel yasayla beraber ve uyum içerisinde olmama ve insan aklının ürünü siyasi-felsefi ideolojilerle çatışma durumudur. Nitekim ''devlet'' kavramı ilk etapta belli bir toprak bütünlüğünde siyasal olarak örgütlenmiş tüzel varlığa sahip bir topluluk manasında olsa bile, ''insan'' unsuruyla beraber ''ülke'' unsurunun birlikteliğinden oluşan bir yapıyla sınırlı kalmayıp ''egemenlik'' gibi siyasal iktidar ile yöneten-yönetilen ilişkisini doğurmuştur. Eski çağda feodal zihinsel altyapıdan kaynaklı kölelik vb. sistemlerdeki egemenlik anlayışı yerini kapitalist modernitede ''paralı işçi-ezilen sınıf''a bırakmıştır. Her ne kadar teorikte güçlerin ortak payda birliği olarak değerlendirilse bile tarih boyunca bu dinsel, ekonomik, kültürel ve fiziksel güç sahipleri egemenliklerini güçsüzlerin güçlerinden güç alarak ve yine güçsüzleri ezerek gerçekleştirmektedirler. Büyük kitle hareketleri olarak devletlerde dahi seçimle bile olsa oluşmuş bir iktidarda maalesef pratikte zihinleri basit bir medyayla bile milyonların fikir dünyasına yön verecek niteliktedir. Bu dahi iktidar ve güç sahiplerinin varlıklarını korumadaki farklı bir egemenlik anlayışlarının sonucudur. Bütün bunlar nihayetinde yönetme gücünü elinde bulunduran bir iktidar furyasını beraberinde getirmektedir.

İktidarların oluşması ise maalesef her iktidarda olduğu gibi güç odağı şeklinde, kendi durumunu korumak adına sahte tarih, siyaset ve din geliştirmektedir. Oysa ki gerçek siyaset, tarih ve din algısı bu şekildeki bir iktidarın reddine yöneliktir. Ve yine gerçek siyasette esas olan şey halk üzerine iktidar kurup halkı idare edip yönetmek değil, bilakis halkın özgürlük ve eşitliğine yönelik ve yine barış, kardeşlik ve adalet ilkeleriyle ve bu eksende toplumun önünü görebilmesi ve geleceğe dair doğal siyasilerin doğal inisiyatifle gerçekleşmesidir. Burada doğal idarecilerin asıl vazifesi yetki ve yönetmek değil, tam tersi halka karşı hassas ve bilinçli bir sorumluluk üstlenmektir.

Son semavi din olarak İslam'da ise, konuyla ilgili pek çok analizler mevcuttur. Her ne kadar dini kendi iktidarlarını korumak için halk kitleleriyle beraber kendi hegemonyaları altında tutmaya çalışan iktidar güçlerinin, zorlayarak ta olsa dini sadece metafiziksel olarak değerlendirmeleri ve toplum nezdinde dinin ve ilahi kuralların 'sosyolojik verileri'ni unutturmaya çalışmaları tam manasıyla sonuç vermiş değildir. Çünkü her ne kadar her asırda kendi yalan siyaset ve tarihleri içerisinde halkı uyutmaya çalışanlar olsa bile bununla mücadele eden başta peygamberler ve onların varisleri olan şiddetli özgürlük ve adalet yanlısı alim ve önderler, sadece metafizik yanılgılar içinde değil aynı zamanda dinin ve ilahi emir ve kuralların topluma dair birçok konuda birer reçete olduğunu dile getirip bunun mücadelesini vermişlerdir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de her ne kadar insan için hem felsefi ve hem de ahlaki bir gerçeklik arz eden ölüm ve ötesi, evren boyutunda külli irade, melekler ve cinler vb. hakikatler olsa bile, nihayetinden eşref-i mahluk olan insan şu yeryüzünde bir toplum hayatı yaşamakta ve madde ve tabiatla bir ekolojik düzen, denge ve uyum içerisinde yaşamak zorundadır. Ve sadece doğayla değil, bir de insanın insan ile olan ilişkisi düşünüldüğünde ve Muhammed peygamberin davası Kur'an'ı sadece göksel bir mektup olarak değil de bütünüyle toplumun birebir içine sirayet etmiş bir konumda olduğu gerçeği orjin eksenli din-sınıfsız toplum paradigmasını dahada güçlendiriyor.

Nitekim İslam'da kesin hatlarla belirlenmiş bir devlet yapısının olmaması ve dinin ahkamlarına dair mevzuların yine toplumsal adalet ve eşitliğe yönelik pratik uygulamalar olarak karşımıza çıkması, yine iktidar algısının iktidarlarını korumak adına dini kendi tekellerinde barındırmaya çalışsalar bile belli bir kesimde tutulamayacağı ''İlahi'' olan evrensel yasa ve sistem ve düzen gereği bunun bilimsel temelini de oluşturacak ahlaki zeminle beraber sosyal ve kültürel adaletin (mikroalemden makroaleme kadar süregelen adalet; madde-tabiat-evren ve toplum) Allah ilmi ve düzeniyle sabit olduğu ve değiştirilemez olduğu gerçeği, sahte din, tarih, siyaset algılarını mağlub etmiş durumdadır.

Bunun bir güzel örneğini de din istismarı yapan İslam toplumları arasında kalmış Kürt halkının yüzyıllardır manevi güçleriyle, dinleri ve milliyetleri için mücadele vermiş Şeyh Said Efendi ve Bediüzzaman Said-i Kurdî gibi din alimlerinin hem teorik ve hemde pratikte Kürt halkının bu egemen güçlere karşı sosyal ve kültürel ve maziden aldıkları intibah ile, sahte siyaset, iktidar ve rejimlere karşı yine sivil itaatsizlik örneğiyle beraber halklarına barış, kardeşlik, adalet ve özgürlük gibi evrensel ilkeler ve manevi değerler ile bir bütün halinde mücadele ruhu kazandırmışlardır.