Ak Parti’nin düşüşün veya mağlubiyetinin nedenlerini irdelemek için Diyarbakır fotoğrafı stratejik bir öneme haiz.
Ak Parti, sandığa giden Diyarbakırlı seçmenin oylarının ancak yüzde 13.99’u alarak 1 vekil çıkarabildi. Oysa Ak Parti 2011’de yüzde 32.88 oyla Diyarbakır’dan 6 milletvekili çıkarırken, BDP’li bağımsızlar ise 5 milletvekili çıkarmıştı. Şimdi ise Diyarbakırlı seçmenin oylarının yüzde 79.06’sını alan HDP tam 10 vekil çıkararak Ak Parti’ye çok ciddi bir fark attı. Dolayısıyla 2011’de Diyarbakır’da seçim maratonunu HDP’ye karşı 1-0 önde kapatan Ak Parti, dört yıl aradan sonra sahadan tam 9-0 yenik çıkmış durumda.
Trajik bir mağlubiyetin ifadesi olan bu tablo birçok açıdan mutlaka analiz edilmeli. Tek celsede Diyarbakırlı seçmeni “ihanetle” suçlayıp işin içerisinden çıkmanın kimseye faydası yok. Kimseye faydası olmadığı gibi bu indirgemeci, muhatabını minnet altında bırakmaya dönük mütekebbir ve de bilinç altında milliyetçilik yansıyan yaklaşımın Ak Parti’ye de bir hayrı olmaz. Dolayısıyla Ak Particilik perspektifinin ya da holiganca bir tarafgirlik psikolojisinin tezahürü olan bu yaklaşımdan Ak Partililer uzak dururlarsa bu öncelikle kendileri için hayırlı olacaktır. Başarısızlığın, yenilginin faktörlerini teke indirmemeli; çuvaldızı birçok yere birden batırarak mevcut sonuç muhasebe edilmeli ve ilerisi için özeleştiri yapılmalıdır.
Diyarbakır bağlamında öne çıkan bu büyük hezimeti açıklayıcı birçok nedenden bahsedilebilir. Bununla birlikte nedenler skalası her ne olursa olsun nihai kertede tüm bunların mutlak değil muhtemel özellikte olduğu unutulmamalı. Bu muhtemel nedenlerden bazıları şunlar olabilir:
1-HDP/PKK/KCK’nın uzun bir zamandır devreye soktuğu ve 6-8 Ekim Kobani provokasyonunda dozajını yükselttiği, seçim sürecinde ise sistematik bir hale getirdiği kamuoyu üzerindeki baskı ve şantaj faaliyetleri…
2-Suriye direnişi karşıtı lobinin “Kobani’de Katliam Var!” ajitasyonun Erdoğan’ı ve Ak Parti’yi bu sözde Kürt katliamının tetikçisi, IŞİD’in finansörü şeklinde göstermeye yönelik işlettiği algı operasyonunun kamuoyunu etkilemesi…
3-PKK’nin 6-8 Ekim olayları üzerinden bölgede derinleştirdiği ve bir süredir bölgede adeta paralel bir devlet inşası olarak tesis ettirdiği KCK vesayetinin toplumda yol açtığı korku havası. PKK’nin özellikle de YDG-H üzerinden doğduran veya dolaylı olarak toplumun üzerine püskürttüğü tehdit ve şantaj ve 6-8 Ekim olaylarının açığa çıkardığı yıkım muhtemelen toplumda geleceğe ilişkin umutsuzluk, Ak Parti’nin iç güvenlik politikasına karşı güven bunalımı, can ve mal hürriyeti noktasında duyduğu endişe HDP’ye istemeden de olsa oy vermesine yol açmış olabilir. Dolayısıyla PKK’nin kontrollü olarak sürdürdüğü tehdit ve şantaj siyasetinin ahlaksızca da olsa kendisi açısından istenen sonucu doğurduğu söylenebilir. Şayet bu tespit doğruysa bu durumda Ak Parti'nin çözüm sürecini seçime kadar nihayetlendirmemesi ve ek olarak sürecin maslahatı adı altında Kobani olaylarından sonra iç güvenliği sağlamaya dönük güçlü ve ısrarlı adımlar izlemekten çekinmesinin kendi hanesine yazılması gereken hatalar olduğu kaydedilmelidir.
4-Dördüncü olarak çözüm süreci hattındaki aksaklıkların ve son zamanlarda gerek Erdoğan gerekse de iktidarın çeşitli sözcülerinin geliştirdiği dilin olumsuz etkileri de bir faktör olarak zikredilebilir. Hükümetin “Kürt sorunu çözülmüştür” yönlü açıklamaları bir açıdan her ne kadar doğru olsa da diğer birkaç açıdan yanlıştı. Keza PKK’li olmayan toplum kesimleri bile olayın PKK boyutu nihai bir çözüme kavuşmadan mevcut halde ve istikbalde Kürt sorununu kapatılmış bir defter saymayacaktı haklı olarak. Çünkü bu boyutuyla çözüme kavuşmayan sorunun PKK elinde topluma dönük sürekli bir baskı aracı olarak işletilmeye devam edeceği açık/tı. Dolayısıyla samimiyet tartışmalarından bağımsız olarak söylenecekse eğer; Ak Parti’nin PKK ile Kürt sorununu ayrıştırıcı söyleminin reel olarak bir tutarlılığı yok/tu. Nitekim Diyarbakır bağlamındaki bu sonuç –büyük bir ihtimalle- Ak Parti’ye bir zamanlar gönül veya oy vermiş olan toplum kesimlerinin bile Ak Parti’nin bu ayrıştırıcı siyasetini gerçekçi bulmadığını ve dolayısıyla bölgede PKK tehdidi var oldukça kendisinin gününü ve geleceğini güvende görmediğini, göremeyeceğini ortaya koymuş oldu. Burada şu da ilginçtir ki çözüm süreci Ak Parti’nin adeta hem güçlü yanı hem de yumuşak karnı işlevini görmüş/görüyor gibi. Diyarbakır bağlamında bu söylediklerimiz –şayet tutarlıysa- çözüm sürecindeki bıktıran tıkanıklıklar bölgede Ak Parti’ye bir tepki olarak kan kaybettirirken Ak Parti’nin bölge dışındaki seçmeninin bir kısmının MHP’ye yönelmesi gibi bir diğer ilginç sonucu doğurmuş. Ak Parti tabanından MHP’ye aktığı söylenen oyların önemli bir kısmı büyük ihtimalle Ak Parti’nin çözüm süreci aracılığıyla “PKK’yi şımarttığı” içgüdüsünün ürünü / idi.
5-Kayda değer bir başka faktör de belki de Ak Parti’nin başta Diyarbakır ve Van olmak üzere bölge halkının önüne sürdüğü adaylara ilişkin güvensizlik olarak zikredilebilir. Gerek kulislerde gerekse de kamuoyunun belirli kesimlerinde sıkça dile getirilen bu faktörün en azından kısmen de olsa bazı seçmenlerin tercihlerinde rol oynadığı muhakkak. Bununla birlikte sıkça duyduğumuz faktörün mevcut hezimet veya düşüşün tek açıklaması şeklinde zikredilmesi doğru bir yaklaşım olmasa gerektir.
Sonuç olarak HDP’nin başarısında rol oynayan birçok faktör söz konusu. Dolayısıyla tam da bu nedenle bu sonucun genel olarak Ak Parti’ye bir “ihtar”, HDP için ise geçici konjonktürel bir başarı olduğu söylenebilir. Bu tablonun yarın öbür gün değişmesi güçlü bir ihtimaldir.
***
Bir sonraki yazıda inşallah sonuçları üzerinden 2015 seçimini çeşitli açılardan analiz etmeye devam edelim…