Röportaj:Bektaş Hacıoğlu
AYŞE DEMİRBİLEK
1983’de Avusturya’da doğdu. Eğitiminin bir kısmını Avusturya’da bir kısmını Türkiye’de tamamladı. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Küresel Eylem Grubu, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi, Darbelere Karşı 70 Milyon Adım gibi çeşitli kampanyalarda aktivistlik ve sözcülük yaptı. Hala bu kampanyalarda aktif olarak çalışmaya devam ediyor.
İktidarın söylemlerini ve eylemlerini Sol perspektifte değerlendirdiğimizde ne tür bir tablo ortaya çıkıyor? Bunun analizini yapar mısınız?
İktidardan kastımız AKP Hükümeti sanıyorum. İktidar olduğu dönemi bir bütün olarak değerlendirecek olduğumuzda birçok talihsizlik yanında büyük gelişmeler de yaşandı. Ben karanlık günlerden değil aksine ilginç zamanlardan geçtiğimizi düşünüyorum. Askeri vesayet konusunda atılan adımlar bugün yaşanan barış görüşmeleri süreci bunlardan sadece iki tanesi. Bu süreçte hükümetin tavrı birçok kez saldırganlaştı, ötekileştiren ve saldırgan bir dili seçti. İktidardakilerin kaybedecekleri ve kazanacakları şeyler biz mücadele edenler ile aynı olamayacağı ve çıkarlarımızın sonuna kadar çakışamayacağını bilerek süreci okur ve buna göre bir mücadele hattı çizmek kafaları berraklaştıracaktır. AKP iktidarı boyunca özellikle askeri vesayet konusunda yaratılan toplumsal muhalefet AKP hükümetini bu konuda ileri adım atmasını sağladı. Şimdi aynı baskı ve muhalefeti barış süreci için de atmak ve çözüm için atılacak adımları hem hızlandırmak gerekiyor. Neden askeri vesayetten bu kadar sık bahsediyoruz. Çünkü askeri vesayet Türkiye’de askerin elinde istediği zaman vurduğu bir tokmak gibiydi. Demokrasi ve Özgürlük mücadelesi önünde duran en büyük engel ve Türkiye’nin en karanlık ve acı günlerinin sorumlusu. Bugün sokakta mücadeleyi güçlendirmenin ve kendimize mücadele etmek için alan açmanın en önemli yollarından biri Darbeciler ile hesaplaşmaktan ve cezalandırılmalarını sağlamaktan geçiyor. Unutmayalım henüz hiç biri Katil Evren de dahil olmak üzere herhangi bir pişmanlık belirtmediler.
Barış müzakrelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Müzakerelere rağman Kandil'in bombalanması ve KCK tutuklamalarının son bulmaması bir ironiyi doğurmuyor mu?
Tüm barış süreçleri böyle dönemlerden geçti. Bugün içinde bulunduğumuz süreci umutlu ve çözüme yakın bir dönem olarak okumakta fayda var. Hiç bir şey bitmedi hatta daha yeni başlıyor. Bugün konuştuğumuz şeyler 30 yıllık bir mücadelenin sonucunda, binlerce ölümün yaşandığı bir savaşın durdurulması için başlayan bir süreç. AKP benim açımdan demokrasi neferi, sosyalist, adaletçi, eşitlikçi ve özgürlükçü bir parti/ iktidar değil. Dolayısı ile attığı her adımı, söylediği her sözü bunları unutmadan değerlendiriyorum. AKP muhafazakar bir neo-liberal burjuvca partisidir. Yapabilecekleri bellidir. Daha fazlasını istiyorsak bunu kendimiz almalıyız. Bak bunu da yapıyor bunu da yapıyor diyenlere “ AKP’den ne beklediklerini” sormak gerekiyor. Belli ki biraz fazlasını bekliyorlar. Diğer taraftan bu süreci en başından beri karalayan ve karşısında duran bir CHP-MHP ittifakı var. Asıl önemli olan sol cenahtan bu konuda ses çıkmıyor olması.
Abdullah Öcalan'la görüşme notlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Acaba Abdullah Öcalan kürt halkının haklarından feragat ediyor mu?
Ben bu süreçte Türk tarafında olanların yapması gereken tek şeyin bu sürecin çözüm ve Kürt Halkının taleplerinin karşılanması ile sonuçlanması için desteklemek olduğunu düşünüyorum. Sayın Öcalan’ın görüşme notalarında tartışılacak şeyler bulmak isteyenler elbette bulabilir ve tartışabilir. Örneğin azınlıklar ile ilgili geçen bölüm çok tartışılması gereken bir bölüm bence. Onun dışında Kürt halkı ve temsilcileri Öcalan’ın görüşlerini/ görüşmelerini destekledi benim bakacağım yer burası olur. Dediğimiz gibi sürecin daha çok başındayız ama şüphesiz ki geri dönülemez de bir noktadayız. Bugün bu sürecin Çözüm ile noktalanması hepimiz için başka bir Türkiye’ye uyanmak demek olacak.
DHKP-C tutuklamaları malumunuzdur. Egemenler, her muhalif kesime karşı bir sindirme politikası izliyor ve bundan en çok zarar gören Sol camia. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Hep böyleydi. Sadece sol değil kendi dinamiklerine bağlı olarak Devlet’in her zaman bir düşmanı vardır çünkü yaşamak için bir düşmana ihtiyacı vardır. Türkiye’de bu düşman solcular, Müslümanlar, Kürtler, azınlıklar ve muhalefet eden herkes. Bunun karşısında duracak olan güç ise sanıyorum az önce saydığımız her kesimin ortak özgürlük ve demokrasi mücadelesi olacaktır. Bazı alanlarda bu son yıllarda mümkün oldu ve evet bu hareket birçok kazanım elde etti. Devam etmek lazım.
Egemen sınıfın hakimiyetine karşı kitlesel bir hareketin başlayamamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de bunun en önemli nedeni Kemalizm ve ulusalcılık belası. Egemenlere karşı onların yapı taşlarından birini kendi temeliniz olarak kabul ederek kazanamazsınız. Özgürlük ve demokrasi mücadelesi topyekûn bir değişim için verilen bir mücadeledir. Geçmiş ile hesaplaşmaktan, ezilen halkların haklarını savunmaktan, kabul edilmeyen kimliklerin kabulünü ve özgürleşmesini savunmaktan geçiyor. Milliyetçi ve Mustafa Kemal sevmeyi özgürlük sosyalist ve solcu olmanın bir koşulu olarak ortaya koyarsanız yaptığınız tek şey bu topraklarda yaşanan katliamları ve cinayetleri kabul etmek olur ki gelinen nokta da bu oldu. Kendisini solda tanımlayan bir yayın en son Varlık Vergisini savundu. Bu yarılma son yıllarda derinleşti. İyi oldu. Bu yarılmanın yaşanmaya başladığı zamanda bu hâkimiyete karşı az önce saydığımız temellerde mücadele edecek bir hareket çıktı. Darbe karşıtı net tutumu ile bir bakıma motor görevi gören bu hareket Yetmez Ama Evet kitlesi olarak daha da güçlendi. Her keskin zamanda aldığı tutumlar onu çok daha kitlesel yaptı yapmaya devam ediyor. Bugün içinde bulunduğumuz Çözüm süreci bu hareketi daha da genişletecek ve güçlendirecektir. Sizin sorduğunuz anlamda bir hareket ancak hak, özgürlük ve demokrasi temelinde verilebilir. Dünün ve bugünün darbe savunucuları bugün de barış sürecinde çözümsüzlüğü savunuyor. Bunlar tesadüf değil.
Lümpen proletarya sınıfına rağmen bir devrimden bahsedebilir miyiz? Ve bu devrim tepeden inme bir devrim mi yoksa tek tek aydınlatmacı bir devrim mi olmalı? Kısacası devrimi nasıl betimlersiniz?
Ben devrimi betimleyemem. Aklıma devrimi tanımlamak için söylenebilecek en iyi şey olarak Lenin’in “ Ezilenlerin şöleni” sözleri geliyor. Soruda kullanılan her iki tanımlama benim açımdan devrim olarak kabul edilemez. Her ikisi için de tabii ki örnek verilebilir ama bunlar devrim değildir. Bugün dünyada yaşanan gelişmeler bize devrimin nasıl bir şey olabileceğine dair fikir veriyor. Ortadoğu’ya baktığımızda bunu görebiliriz. Benim için devrim aşağıdan gelen topyekun bir değişim. Asla bitmeyecek olan kendi içinde değişen, dönüşen ve öğreten bir süre. Lümpen proleterya sınıfına rağmen olabilir mi ? Evet. Dünya’nın en kanlı ve baskıcı diktatörlüklerine karşı olabiliyorsa lümpen proleterya sınıfı sadece küçük bir ayrıntı olabilir. Devrim nasıl olmalı sorusuna ise cevap veremiyorum. Yaşadığımızda göreceğiz.
Ülkemizde sık sık işçi cinayetlerinin yaşanması karşısında bir ıslah çalışması yürütülmüyor ve işçiler ölüyor AKP yürüyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bu konuda cezalandırıcı ve caydırıcı önlemlerin alınması için ciddi bir çalışmaya ihtiyaç var. İşverenler hukuki yaptırımlara tabii tutulmalı. Denetim sendikalar ve hükümet ile ortak yürütülmeli. Sorumlular ve sonuçlar ile ilgili hızlı ve önleyici temelde çözümler sunulmalı.
Üniversite mezunlarının aktif hayatta toplumla uzlaşma sağlayamamaları ve işssiz kalmaları ayıbının failini yargılayacak adaletin geleceğine dair umudunuz var mı? Ne olacak üniversite mezunlarının hali?
Bence öncelikle ortada cezalandırılabilecek bir fail yok. Bu çarpık eğitim sisteminin kapitalizmin krizi ile çakışmasının bir sonucu. Üniversite öğrencilerinin toplumla uzlaşmazlıkları var ise ( ki bence yok) bunun nedeni şimdiye kadar öğretilen rollerin yerine getirilmesi için var olan ve hissettikleri toplumsal baskı olabilir. Üniversite mezunlarının ve işsizlerin hali ne olacak diye daha genel bir perspektiften bakmayı tercih edeceğim ve soruya bu şekilde cevap vermek isterim. Bunun çözümü hükümetlerin işverenlere yönelik yaptırımlar uygulayarak istihdam politikalarında gidecekleri temelden bir değişim olabilir. Adaleti sağlanması konusunda ise koşullar ve rakamlar olumlu yönde değişebilir değişmesi için mücadele etmek gerekir ama ayıp sistemin adaletsizliğinin ve eşitsizliğinin ayıbıdır onu da ortadan kaldıracak olan bu sistemin ortadan kalkması olabilir.
Pınar Selek davası AKP zihniyeti içerisinde bir kırılma noktası oldu ve AKP'nin yanlış ve acımasız politikaları, seçimlerdeki oy oranının akıbetini değiştirir mi sizce?
Pınar Selek davasının kararı bir utanç kararıdır. Ancak bunun AKP’nin oy oranına bir etki yapacağını sanmıyorum
Osmanlı'nın alevilere karşı yaptığı kıyımlar karşısında resmi tarihin Osmanlı'yı kutsallaştırmasına dair neler söylemek istersiniz?
Osmanlı Türkiye tarihinde hep kutsaldı. Yıllarca okullarda öğretilen de bu oldu. Bence tam tersi biraz bu kutsallığı bozmuş durumdayız. Osmanlı’nın kutsallığının karşısında ki tek şeyi Alevilere yapılan kıyımlar ile sınırlandırmak biraz eksik olur. Osmanlı’nın son zamanları bir soykırımlar tarihidir. Bunun ile de yüzleşmek gerekir ve tabii ki varlığını sürdürdüğü yıllar boyunca bünyesindeki sömürgeleri de unutmamak gerekir.
Hrant Dink cinayeti, Samatya cinayetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ermeni soykırımı devam ediyor mu?
Hrant Dink için bizler 1.500.001 demiştik. Öldürüldüğü yıldan bu yana her 24 Nisan’da Ermeni Soykırımı anması yapıyoruz. Hrant Dink’in ölümü Türkiye’de bir kırılma noktası oldu. Milliyetçi kanat ve devlet hala Hrant’ın arkasından yürüyen HEPIMIZ ERMENİYİZ! diyen yüzbinlerce insanın o görüntüsünü sindiremedi. Samatya’da yaşanan saldırı ve cinayet hala aydınlanma sürecinde. Bunun üzerine gitmek gerekiyor. Ama kısa zamanda olay karşısında yapılan eylemler vs. bugün eski günlerde olmadığımızı gösteriyor. Bu saldırıların önünü kesmek ise Irkçılık ve Milliyetçilik karşısında verilecek kararlı bir mücadele, daha kalabalık 24 Nisan’lar ile mümkün olabilir.
Sex işçilerine rağmen 8 Mart'ın anlamını koruduğuna inanıyor musunuz?
Evet. Seksi işçilerinin varlığı kadın mücadelesine değil sistemin kadın bedeni üzerindeki politikalarının ve cinsiyetçi bakışının bir sonucudur. 3 Mart Seks işçileri günüdür ve kadın örgütleri, sendikalar ve toplumsal hareketler Seks işçilerinin taleplerine sahip çıkmalı ve birlikte mücadele etmelidir. Dünya’nın birçok yerinde Seks işçileri de 8 Mart’lara, 1 Mayıs’lara hatta küçük büyük bir çok yürüyüşlere kendi örgütlenmeleri ile katılırlar. Bence 8 Mart’lar belki seks işçilerinin katılımı ile daha anlamlı hale gelebilir.
Söyleşi için teşekkür ediyorum.