HAFIZA-İ BEŞER VE FETÖ -2

Mehmet Şafi Avcı

VAN 23.08.2016 11:44:17 0
 HAFIZA-İ BEŞER VE FETÖ -2
Tarih: 01.01.0001 00:00 Güncelleme: 23.08.2016 11:44
 HAFIZA-İ BEŞER VE FETÖ -2

28.01.1995 Sabah Gazetesinden Nuriye Akman’ın Fethullah Gülen’le yaptığı röportajın ikinci bölümünden görüşlerini aktaralım.

       “Ben bir hiçim, ben nifakımdan korkuyorum, ben bu ilgiye layık ve salahiyetli değilim, ben son derece günahkarım..,. ben ilmi ve fikri itibariyle çok az nasibi olan biriyim.”

       Korktuğu şey başına gelmiştir ya da gerçeği itiraf etmiştir de kendisine körü körüne bağlı olup peşinde gidenler, bu sözlerinden bir hikmet! aramışlardır. Kendisinde aşağılık duygusunun olduğunu ve nifakın olduğunu söyleyen Fethüllah Gülen’in her söylediğini gassalın elindeki meyyit gibi kabul edenlerce bu söz tevazu eseridir. Ama bilmiyorlar ki “aşırı ve gereksiz tevazu, kibirdendir

       Gerçek anlamıyla İslami Mücadele eden İslami Hareket mensupları konjonktürel davranmadıkları gibi, pragmatist ve Makyavelistçe de davranamazlar. “emr olundukları gibi dost doğru” olurlar, “kınayıcının kınamasından çekinmezler.” Fakat “aşağılık duygusuna” sahip olanlar her türlü yolu meşru görürler. 15 Temmuz işgalinde nasıl bir yola başvurduklarını gördük. Ya da emniyet, askeriye ve bürokraside istedikleri mevkilere gelmek için nasıl islami değerleri hiçe saydıklarını gördük, gerçi bunların gayrı meşru yöntemleri kendileri için nasıl meşru kıldıklarını biliyoruz. Tesettürün füruat olduğundan tutun da namazın kılınmaması gerektiğine, içkinin içilebilmesinden tutun da eşlerinin dekolte elbise giyebileceklerine kadarki sapkın görüşlerini yılardan beri biliyor ve söylüyoruz.

       12 Eylül darbesi ve darbecileri için aynı röportajda şunları söylüyor FETÖ lideri:

       “Eğer (ordu) atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, Sancağa selam ve ölçülerinin içinde onun tutan yüce başa binlerce selam..!” Binlerce selam gönderdiği kişi zaten kendisinin de bağlı olduğu CIA’nın “bizim çocuklar” dediği kişiler değil miydi? Fethullah Gülen hareketi CIA’nın Ortadoğu’daki en büyük sivil organizasyonu olduğu herkesin malumudur. Fethullah Gülen’in Gladio yapılanması içerisinde Komünizmle mücadelede kullanılan, SSCB’nin dağılmasından sonra Soğuk Savaşın bitmesi ile (Yeşil Kuşak Projesi) İslami Hareketlere karşı kullanıldı. Dini Cemaat görünümlü terör ve casusluk örgütü olarak Gladio tarafından inşa edilmiştir. CIA ajanı Graham Fuller’in Türkiye Masasındaki görevine başlamasıyla, Fethullah Gülen’in 1966’da İzmir’de örgütünü kurması arasında birebir bağlantı vardır. Bu konuyla ilgili çok yazı ve makale vardır, biz sadece 15 Temmuz işgal girişiminden sonra Yeni Şafak Gazetesinden Tamer Korkmaz’ın Fethullah Gülen’in 1966’da İzmir’de örgütünü kurduktan tam elli yıl sonra, 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün darbeye kalkışmasının arkasında Graham Fullar’in olduğu konusundaki yazısına[1] ve yine Tamer Korkmaz’ın Moon tarikatının Türkiye Kurucusu Kasım Gülek’in Fethüllah Gülen ile bağlantısını yazdığı yazısına[2]bakılmasını tavsiye ediyoruz. Bilindiği üzere Kasım Gülek, 1950-1959 yılları arasında CHP’nin genel sekreterliğini yapmış 1996 tarihinde vefat ettiğinde, Ankara Kocatepe Camiinde cenaze namazını Fethüllah Gülen kıldırmıştır. Fethüllah Gülen’in Masonlarla, CIA ve MOSSAD ile bağlantısı ve tanışmasını Moon tarikatı mensubu Kasım Gülek sağlamıştır.

       Yine aynı röportajdan Fethüllah Gülen’in şu anda güvenli bir şekilde sığındığı ABD hakkındaki görüşlerine bakalım.

       “Amerika’da, insanlar arasında dünyada bulunmayan bir denge var. Demokrasi anlayışı iyi işliyor. Yani herkese hak ve hürriyetleri veriliyor… Bir yönüyle mamur edilmiş bir ülke. Tabiat kirletilmemiş. O insanlar bu kültürle yetişmişlerse hayran olmamak mümkün değildir.”

       Kendisindeki “aşağılık duygusunu” burada da gösteriyor. En azından 14-15 yıldan buyana Türkiye’deki nisbi de olsa demokratik gelişmeleri görmezden geliyor. CIA korumasındaki malikânesinden demokrasinin orada ne kadar geliştiğini anlatıyor. Halkın üzerine sürülen tanklar, uçakları görmüyor. Tıpkı ABD ve Batılı Devletler gibi. Onlarda 5-6 kişi öldürülünce olağanüstü hal ilan edilip, şehir merkezlerine tam teçhizatlı askerleri çıkarırken demokrasi oluyor da, Türkiye’nin Başkenti Ankara’da, en büyük şehri olan İstanbul’da silahsız halkın üzerine uçaklarla saldırılırken ve Parlamento bombalanırken akabinde uygulanan olağanüstü hal demokrasiye uygun değil!..bu iki yüzlü Batılı devletlere ve onların gönüllü işbirlikçilerine diyeceğimiz bir şey yok, sadece şunu diyebiliriz; kişi sevdiklerinin dini üzeredir ve onlarla birlikte haşr olunacaktır. Biz Müslümanlar olarak ABD ve Batılı Devletler ile onların işbirlikçilerinden beriyiz.

       Aynı röportajda Fethullah Gülen şunları söylüyor.

       “Çok menfi propagandalar devleti darbelemek olur. Devlet çok önemlidir, devletsizlik anarşi doğurur, devlete itimat olmasa değişik kargaşalar gelebilir. İslam’da kargaşa, boykot, anarşi olmuşsa bunu hariciler yapmışlardır. Böyle bir şeyi, ehli sünnet yapmamıştır… Ben vaaz ediyordum camilerde. Bazıları cami avlularına dahi kargaşayı taşımak istediler, slogan attılar, vaazı, nasihatı terk ettim.”

       Vaaz verdiği camilerde sırf bazıları slogan attı diye vaazı terk eden, devlet aleyhinde yapılan menfi propagandalar devleti darbelemek olacağını, devletin çok önemli, devletsizliğin anarşi doğuracağını ve kargaşanın, boykotun ehli sünnetin yapmayacağını ancak Haricilerin başvuracağı bir yöntem olduğunu söyleyen zat, 15 Temmuzu nasıl görüyor? Haricilik ve devletsizliğe giden yol olarak görmüyor mu? Gerçi mensupları, haşhaş içmişler gibi yapılan olayları, öldürülen insanları, uçak saldırılarının hayal, tiyatro görüyorlar. 15 Temmuz olayları bir günde hesaplanıp icra edilen bir olay olmadığına göre, devlete başkaldırıp, icra edilen bir olay olmadığına göre, devlete başkaldırıp, halkın çoğunluğunun seçimi ile iktidara gelmiş bir hükümeti (Sevip, sevmeyelim) düşürmek için ehli sünnetin hangi prensibine dayanarak yapmıştır planını? Yoksa inandığı ehli sünnetin prensipleri artık onu kurtaramadığı için harici mi oldu?

       Kendisine muhbirlik görevini biçtiğini yine aynı röportajda şöyle belirtiyor: “Siz 12 Eylül’den önce “Polise, askere kurşun sıkanları ihbar etmeyenler, Allah katında sorumludurlar” diyordunuz. Buna rağmen 12 Eylül’den sonra aranan insanlar listesine girdiniz. Nasıl bir çelişki bu? “çelişki, bana değil, devlete ait. Ben askerin, devletin yanında olmuşum…” demek bugün de, 15 Temmuz işgaline karşı olanlar, FETÖ’cüleri ihbar etmezlerse “Allah katında sorumlu” olurlar. %52 oyla Cumhurbaşkanı seçilen ve 4 dönem tek başına iktidara gelen hükümetin yanında olanların en önemli görevi (Gülen’e göre) FETÖ’cü çeteleri ihbar edip, devleti bu işgalcilerden temizletmektir. Hem Milli bir görev hem de İslami bir görevdir. (Gülen’e göre)

       “1989’daki ünlü Hisar Camii (İzmir’deki cami) vaazında türban yürüyüşlerindeki çarşaflı kadınların bazılarının erkek, bir kısmının da açık saçık kadınlar olduğunu söylemiştiniz. Bunu dile getirmek için çok güçlü bir istihbaratınız olmalı. Bunu neye dayanarak söylediniz? “O mesela olmuştu. Onu kendi kalbim gibi biliyorum. Benim bu mevzuda değişik kesimlerde güvendiğim arkadaşlarımız var…”

       “Ne Mit’in, ne Güvenlik Kurulu’nun, ne Genel Kurmay’ın bizden endişe edecek bir durumu olmamalı. Biz ordumuzun, milletimizin, devletimizin yanındayız. Devletin kendine göre bir politikası vardır. Zülüm de yapabilir. Fakat Gladio deyip, İtalya’daki gibi falan olmuş filan olmuş diyemezsiniz. Ben değil devlet önemli.” Tabii hakları olan (hem dini hem de kanuni) eğitim-öğretim haklarını gasb eden 12 Eylül’cülerin haksız uygulamalarını protesto eden kardeşlerimize etmedikleri hakareti etmedikleri iftira kalmamıştı bu zalimlerin. Hele bir Sevgi Engin olayı var ki; bugün Allah’u Teala hem Sevgi Engin hem de diğer kardeşlerimizin haklarını bunlardan alıyor. Banka Asya ya da Gazete ve Televizyonlarına Kayyum atanırken ablalar toplanıp Çevşenler, Yasinler, Fetihler okudularsa, 1986-1989’larda kardeşlerimiz de tesettürleri ve okullarına gidebilmeleri için haklı mücadelelerini veriyorlardı. Kendileri her türlü sahtekarlığı meşru gördükleri için, muhaliflerini de kendileri gibi sahtekarlık yaptıklarını sanıyorlar. Allah’a hamd olsun muvahhidler meşru davalarını, meşru haklarını meşru yol ve yöntemlerle savundular. FETÖ örgütü muhbirlik, yabancı istihbarat örgütü ajanları ve yerli satılmış işbirlikçilerine bilgi sızdırabilir fakat, gerçek anlamıyla ülkesini seven ve muvahhidce hareket eden İslami Hareket mensubları, kendilerinin yaptığı o adice yollara- yöntemlere tevessül etmezler. “ordumuzun milletimizin, devletimizin yanındayız” diyen Gülen çetelerinin 15 Temmuz’da orduya, millete, devlete neler yaptığı, yapmak istediğini dünya alem gördü. Onları yöneten ağababaları İstanbul’da Büyük Ada’da onları nasıl sevk ve idare etmeye çalıştıklarını ve başarısız olduklarında da arkalarına bakmadan yerli işbirlikçi çeteleri nasıl sattıklarını milletçe gördük.

       İslah Çizgisini benimseyen İslami Hareket mensupları, kendilerini tecdid hareketinin öncüleri olan; Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Seyyid Kutub, Hasan Elbenna, Mevdudi, Mehmet Akif Ersoy, Said Halim Paşa Vb. alim ve düşünürlere nisbet ederler. Bunun gibi Fethullahçılar da kendilerini Risale-i Nur ve müellifi Said Nursi’ye nisbet ederler. Fakat kendilerini nisbet ettikleri ve üstad diye kabul ettikleri Said Nursi’nin Atatürk’le barışık olmadığı herkesin malumudur. Burada o konuyu aktarmayı gereksiz buluyorum. Üstadlarının o kadar karşı olduğu Atatürk hakkında, her zaman Resülüllah’la görüştüğünü iddia eden Fethullah Gülen hazretleri ne buyuruyorlar bakalım. Darbeden önce, Ramazan Bayramında mensublarından biriyle bu olayı konuşurken Fethullah Gülene ait sözleri inkar etmişti. Bende kendisine Gülen’in yaptığı röportajın mevcut olduğunu ve gösterebileceğimi belirtmiştim maalesef bu meş’um işgal oldu. Şimdi bakalım Gülen Atatürk hakkında neler söylüyor.

       Siz Trakya’da askerliğiniz yaparken Gümülcine’de bir Yunan, köpeğine “Atatürk” ismini koyuyor. Bu size çok dokunuyor. “Şöyle ya da böyle bu milletin başına gelen bir insandır. Memleketi idare etmiş. Ah o Yunan elime bir geçirsem de gırtlağını sıksam. Ben bu mevzuda müdafi olurum O’na hakaret benim milletime hakarettir” diyorsunuz. “Belirttiğiniz bu sözlerimin aynen kabulleniyorum. Yani devletin başına gelmiş bir insana karşı hakaret ettirmem. Bunu kim yaparsa yapsın. Türk de yapsa, Müslüman da yapsa yakışıksız şeyler bunlar.” Atatürk’e yapılan hakareti kendi milletine yapılmış olarak kabul eden, devletin başına gelmiş bir insana hakaret ettirmeyen Gülen, nasıl oluyor da halkın seçtiği, devletin başına getirdiği Recep Tayip Erdoğan’a beddua ve hakarette bulunabiliyor.

Erdoğan’a yaptığı bedduaların yarısını İsrail’e, ABD’ye yapmış olsaydı ve halk da amin demiş olsaydı (halkın aminlerinden dolayı) kabul edilirdi. Ama insan kendisini besleyene beddua edemez ki! Onlara atılan füzelerden dolayı gözyaşı döker ve dua eder. Devam Edecek.