VAN EĞİTİM SİSTEMİ NE KADAR SAĞLIKLI?

Yakup Aslan

VAN 9.04.2013 11:46:10 0
VAN EĞİTİM SİSTEMİ NE KADAR SAĞLIKLI?
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
 
VAN EĞİTİM SİSTEMİ NE KADAR SAĞLIKLI?
 
Yakup Aslan
 
Toplumun gelişmesine katkı sağlayabilecek nitelikli insan gücünü, irfan perspektifinde her zaman zinde bir halde tutacak, sosyal kırılmaları doğuran hantallıktan kurtaracak en önemli kurumların başında eğitim sistemi gelir. Önemli bir gücünü ve ilmi dikkatini bu sosyo-kültürel alana yatırım yapan ülkeler her zaman ileri noktada olmuş ve zamanı yakalamışlardır. Olaya ideolojik ve reel olmayan dinamiklerin dar penceresinin bakış açısı çerçevesinde yıllardan beridir bu topraklar üzerinde zihinsel faaliyetlere ve özgün/özgür eğitim çalışmalarına önem verilmemiştir ve bunun neticesi de kuşkusuz toplumun ağır bedelleri göğüslemesiyle sonuçlanmıştır.
Avrupa veya başka ülkelerde yaşayan insanlar hangi dili konuşuyorlarsa, eğitim sisteminden bunu talep edebiliyorlar ve onlara tayin edilen eğitimciler de belli kriterlerle en kaliteli eğitimi sunabiliyorlar. Bu talep sorun olmadığı gibi, yeni sorunların doğmasına da yol açmıyor. Hiçbir gelişmiş ülkenin, ötekileştiren bir eğitim sistemi yoktur ve hiçbir ülke resmi kurumların kalitesiz eğitiminden dolayı çocuklarını özel okullara gönderme durumunda kalmıyor. Yaşadığımız bu topraklardaki eğitim kalitesi çocukluğumuzdan bugüne kadar hiçbir zaman verimli olmadı. Ülkenin batısında belli bir sisteme oturtulan eğitim, bizde hep programsız, denetimsiz, eksik, sorunlu ve belli bir seviyeyi yakalamada sıkıntılı olan düzeyde olmuştur. Bizim çocukluk dönemimizde, genellikle matematik, yabancı dil, fizik ve benzeri derslerin hocaları olmazdı… Dolayısıyla çoğunlukla derslerimiz boş geçer ve bizi evlerimize gönderirlerdi. O zaman, cemaatlerin büyük sermayeler dönen özel okulları, dershaneleri de yoktu. Dolayısıyla böyle bir sıkıntılı eğitim bariyerini aşıp, üniversiteye gidebilme becerisi gösterenler parmak sayısı kadardı. Onlar, sergiledikleri bu beceri, zeka açısından toplumun en değerli eğitimli saygın insanlarıydı.
Sonra süreç değişti, yöntemler çoğaldı. Muhalif kimlik anlayışının direnç gücünün kırıldığı hesaplanarak, cemaat eğitimine zemin oluşturmak maksadıyla küçük bir göstermelik rekabet hissedilmeye başlandı. Ancak resmi okullar, zengin çocuklarını özel okullara ihraç eden kurumlar olma fonksiyonunu icra etmekten öteye gidemediler. Proje yine zengin çocuklarına yönelik oldu. İmkanı olmayan, o yüklü paraları ödemeye gücü yetmeyen öğrenciler yine temelde, anlayışta ve zihniyette değişmeyen eğitim kurumlarına mecbur ve mahkum oldular. Peki durum gerçekten de bu kadar karamsar bir tabloyu mu arz ediyor? Evet, maalesef. Derinlerde devam eden rekabet ve çatışmaya bakmadan, başbakanın “dershaneleri kapatacağız!” ifadesi, eğitimin yeni bir şekil alacağı, kalitesinin, seviyesinin yükseleceği algısını zihinlerimize serpiştirmişti ve bundan böyle bölge ayrımı yapılmadan, hiçbir öğrenci ötekileştirilmeden eşit şartlar altında eğitim imkanlarının oluşabileceğini düşünmüştük. Kıyafet serbestisi uygulamasının başlatılmış olmasına rağmen, devletin tek tipleştirmeyle belirli kartelleri zenginleştirme arzusunun yeniden belirmesinin dışında, şu ana kadar eğitimin keyfiyetinin yükseltilmesi alanında ciddi bir teşebbüse rastlanmış değil. İnsanlığın ilk döneminden itibaren, insanoğlu kendisini, çevresini, zamanın akışını tanıma ve bunlarla ilintili sosyal, siyasal gelişmelere uyum sağlamak çabası içerisinde olmuştur. Bunların düzenlenip daha iyiye götürülmesi amaçlanmış, eğitim bunun en etkin aracı olmuştur. Bunda başarı olanlar, zamanın ruhuna uygun bir şekilde ilerlemişlerdir. Türkiye’de uzun tarihlerden beri eğitim gerçek mecrasından başka alanlara kaydırılmış, egemenlerin zihin dünyasının ürünü olan teorik bilgiler, gereksiz bir takım düşünceler çocukların zihinlerine empoze edilmiş, çağın gerisinde kalan ezberlerle, sembollerle, yanlış bilgilerle çağı yakalaması önlenmiştir. Çocukluk çağında bilimsel erdemlerin, ilmi faziletin eğitim içerisinde verilmesi gerekirken tamamen ezbere dayanan hurafelere yönelmeleri tercih edilmiştir. Bunun neticesi de bugün dünyanın gerisinde kalmak, ilimden/irfandan uzak kalmak olmuştur. Örnek olarak, eğitimine, özgür ilmi çabalarına önem veren ülkeler kumdan bilgisayar çipi yapabilecek kadar, tarihin/çağın ruhuna göre hareket ederken, eğitimlerini önemsemeyen, birtakım kuruntu yüklü tabularıyla ideolojik ezberlerine, bağnazlıklarına takılmış olan ülkeler, kumu sadece inşaat malzemesi olarak kullanma zihin tutsaklıklarını devam ettiriyorlar. Vizyonu olmayan ve özgür iradelere tahammül edemeyen bu donuk zihniyetin geliştirebileceği eğitim dünyası, bugün neticelerine şahit olduğumuz eğitimden ibarettir.              
Bilimsel, sosyal çağı yakalayabilmenin yolu sağlıklı bir eğitimden geçer. Cehaletin sindirilmesi, eğitimde entelektüel disiplinin sağlanması, erdemli/ahlaki karakter sahibi bir neslin yetiştirilmesi, kültürel birikim ve çağın ruhuna uygun gelişimin organize edilmesi ancak eğitim sisteminin gelişmiş ülkelerin seviyesine çıkarılmasıyla mümkün olabilir. Sosyo-kültürel savrulmalar, ekonomik alandaki başarısızlıklar, ileri seviyedeki ülkelerin gerisinde kalmalar, tamamen eğitim-öğretimin arzulanan seviyeyi yakalayamamasından, gizli cehaletin ilmin, bilimin yerini istila etmiş olmasından kaynaklı olduğunu söylemek abartı olmaz. Eğitim programı kapsamındaki sorun, okunan derslerin yeterli olmayışı ile sınırlı değil; okul binasından başlayarak temizlik, öğretim metotları, müfredat tercihi, eğitim araçları, tavır, hareket, mükafat, disiplin yönetmelikleri, hatta öğretmen, öğrencinin kıyafetleri ve atanan eğitmen gibi geniş bir alanı da kapsıyor. Doğu ile Batı eğitimindeki ayrımcılık da sorunu daha fazla katmerleştirmektedir.
Bilindiği gibi Van’daki ikinci depremle birlikte şehir büyük oranda göçe zorlanmış oldu. Biz de göç etmek zorunda kaldık ve çocukların yarım kalan öğrenimlerini gittiğimiz İstanbul okullarında devam ettirdik. Hemen ilk günlerde farklılığı rahatlıkla okuyabildik. Çocuğun dersleriyle ilgilenmesi, ödevleri, sosyal etkinlikler, çocuklarla diyalogu geliştirmek maksadıyla gezilerin, tiyatro ve sinema gösterimlerine götürülmeleri önemli bir farklılıktı. Geçen eğitim dönemini mutlu bir şekilde tamamlayan çocuklar, bu dönemde de yarı yılın bitimine yakın bir zamana kadar okudular. Eğitim bütün boyutlarıyla sistemli bir şekilde yürüyordu. Sonra, depremle yaralanmış Van’ımıza geri dönmenin bir vefa borcu olduğu düşüncesiyle yarı yıl bitmeden memleketimize geldik. Bürokratik işlemlerin tamamlanmasının ardından, çocuklarımızı okula göndermeye başladığımız ilk haftadan itibaren, geri dönüşümüze pişman olacak hale getirildik. Sınıf öğretmeni geçici ve branşı olmayan bir işe başlamış ve müfredat konusunda hiçbir tecrübesi yok. Yarı yıl bitti çocuk henüz İstanbul’da ilk ayda öğrendiklerin seviyesine bile ulaşmamış. Ödev yok, sosyal etkinlik yok. Sınıf öğretmenin cevabı da hazır: “Daha fazla ödev veremiyoruz, veliler rahatsız oluyor…” Bu dönem içerisinde her şeye rağmen kabullenmek zorunda kaldığımız o öğretmeni aldılar ve yerine ziraatçı bir öğretmeni atadılar. Öğretmen, kaçınılmaz olarak: “Ne yapabilir ki? Çocuklara çiçek, böcek öğretmekten başka ne yapabilirim?” diyor. Yıllardan beridir bizi böyle bir zihniyete mahkum edenler, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların başarılı olmaması için her fırsatı değerlendiren ilkel zihniyettir. “Doğuya yol yapmayın, eğitimde geri kalmalarını sağlayın.” Diyen egemen zihniyet pratikte bunu ciddi bir sosyal proje haline getirmiş gibi… 
Eğitimdeki Doğu-Batı ayrımcılığı, ilkelliği sona erdirilmelidir. Eğer eğitim ve öğretimdeki gaye çağı yakalamaksa ve çağın ruhuna uygun bir şekilde donanımlı nesiller yetiştirmekse, eksiklikler, farklılıklar, aksaklıklar, sorunlar tamamen giderilmelidir. İnsanlık onurunu inciten bu halin devam etmesi, kabul edilir bir durum değildir. Eğer kumu sadece inşaat yapmaktan ibaret sanan zihniyetten kurtulup, kumdan bilgisayar çipi yapma seviyesine ulaşarak zamanın ruhuna uygun hareket edilmek isteniyorsa, bu ilkel anlayışa artık son verilmelidir. Cehaletin esaretinden, kibrinden, militarist anlayışı dayatmasından kurtulmak için sağlıklı bir eğitim yöntemiyle bilginin tabana yayılması sağlanmalı ve münevver, bilgili, özgür iradeli bir neslin yetişmesinin zemini oluşturulmalıdır. Dünyaya bakışımızda, sosyal ve siyasal olguları okumamızda, eğitim ve öğretim alanındaki ayrılıklarımızın temel sebepleri insana ve kainata, hayata ve geleceğe dair hedeflere bakışımızda yatıyor. Bir başka açıdan da bu farklılık, hakikat olarak kabul ettiğimiz değerlere dayanır. Eğitimde, iyi ve kötü konusunda herkesin kabul edebileceği ortak esaslar bulmak bunların birer prensip olarak kabul edilip, uygulamaya konulması, çağın ruhuna uygun hareket etmek anlamına gelir.   Bu alanda yapılacak reformların başarıya ulaşabilmesi için modern ve esaslı bir eğitim programına, ve Doğu-Batı ayrımcılığını sonlandırılmasına ihtiyaç olduğuna kuşku yok. Gelişmiş ülkelerin bilim konusunda yakaladıkları seviye ortada. Türkiye’nin hayalini bile edemediği, evrenin yaratılmasının anlaşılmasına yönelik Big Beng (Büyük Patlama) benzeri bilimsel çalışmalar denemeleri yapıldığına dair bilgi karşısında, tabuları ezberlemekle meşgul eğitim sistemimizin neler hissettiğini merak ediyorum.
Eğitim sistemi bütün ülke çapında tamamen bir enkaz görünümünü veriyor ve yapılan bütün çabalar sadece bir pansumandan ibarettir. İlave olarak Batı ile Doğu arasında her konuda olduğu gibi eğitim-öğretim sahasında da büyük bir ayrımcılık zihniyeti devam etmektedir. Doğuya doğru gidildikçe eğitim zayıflamakta, bakımsızlık, ilmi seviyenin düşüklüğü, yoksulluk, cehalet ve enkaz içerisindeki bir müfredat galiz bir yoğunluk arz etmektedir. Özgür irade, ilim, bilim ve hakikat düşmanlarının tarihin/çağın ruhunu anlamadan tabularının ürünü olan korkularıyla bilimi necis sayarak vesayet altında tutmaya kalkışmaları, bununla da kalmayarak onu imha etmek için ellerinden geleni yapmaları, bu gün karşı karşıya olduğumuz ilkel fotoğrafı imal etmiştir. Bir ülkede, eğitim önemsenmiyor, vesayet altında tutuluyorsa, cahiller akıllıları yönetir ve korkaklar egemenliklerini ve kirli pradigmalarını sürdürmek maksadıyla cesurları ölüme göndermekle yetinirler. Cehalet, hakim değer haline gelirse o toplumda trajedi kaçınılmaz olur.