TOPLUMLAR ve LİDERLİK OLGUSU

İbrahim KÖZ

VAN 27.03.2013 11:48:12 0
TOPLUMLAR ve LİDERLİK OLGUSU
Tarih: 01.01.0001 00:00
 
İnsan, toplu bir vaziyette yaşamaya başladığı günden beri bir takım zafiyet ve yeteneklerini de keşfetme imkânı bulmuştur. Bir arada yaşamanın bir kabulden öte artık bir ihtiyaç ve zorunluluk haline gelmesi dolayısıyla da bir düzen ve uyum sorununun ortaya çıkması bu beraberliğin aurası gereğidir. Bu sebepledir ki toplumsal alt şuurun olması gereken ya da var olduğu varsayılan bir ortak bağ ile yönlendirilmesi söz konusu olmuştur. Bireysel yetenek ve vizyonun etkinlik gösteremediği durumlar, bir toplum olma duygusunun ağır bastığı ve bu duygu dolayısıyla bireylerin kendi bireysel sınırlarına çekildiği bir iklimin hakim olduğu durumlarda daha bir görünürlük kazanır. Kabul edelim ya da etmeyelim, bireylerin toplu halde, aynı unsurların baskısı ve oluşturduğu mistik atmosfer dolayısıyla içine girdikleri psikoloji, bir sürü psikolojisinden öteye gitmez bazen. Elbette ki bu genel ve mutlak bir tablo olmamakla birlikte bazı durumlarda vaziyet bundan ibaret olur. Tabii ki canlı sosyolojisi bağlamında motivasyona bağlı olarak gelişen bir durumdan bahsettiğimizi hatırlatmak gerek. Bunu sağlayan temel motivasyonun da, barınma, korunma, beslenme v.s. gibi fıtri saikler aracılığıyla doğal olarak geliştiğini kaydetmek şartıyla. İşte zaman zaman insan topluluklarının da bu psikolojiden uzaklaşmaması sonucu ortaya çıkan tablo böyle bir tanıma girmesine yol açar.
Bir arada yaşama, birbirine karşı bir ego savaşımı ile birlikte, birbirine ihtiyaç duyma antagonizmasını ustaca barındırması demektir. Burada insanlar uyum ve savaşım yeteneklerini, acziyet ve zaaflarını toplumda test ederek bu sınavı vermek zorundadırlar. Sosyalite kaçınılmaz ve bir o kadar da karmaşık sonuçlar doğurması itibariyle insanın her konuda kendisi ile yüzleşip potansiyelini sınava tabi tuttuğu bir yaşam alanıdır. Topluluk içinde zeka, yetenek, kapasite/istiab gibi değerlerin artık bir erdem boyutunda melekeler olarak açığa çıkması bu hayatın bir gereğidir. Paylaşım, fedakârlık, hırs, tahakküm, kıskançlık, dayanışma, ihanet, sahip olma v.s. insan doğasına ait bütün iyi-kötü özelliklerin görülebildiği bir düzlem olması itibariyle ve buna rağmen toplumlar, bir aradalıklarını temin eden ve aidiyet duygusuna kaynaklık teşkil eden ortak değerler etrafında kenetlenirler. Toplumların bir hedef doğrultusunda yönlendirilmeleri de bu süreçleri yaşamalarına bağlı olarak değişiklik gösterebilen bir durumdur. İnsanların tabiatında bulunan kabul görme, beğenilme arzusu da toplum içinde bunu ispatlayabilecekleri fırsatlar aramalarına, oluşturmalarına ya da böyle fırsatlar doğduğunda bunları doğru değerlendirmek için harekete geçmelerine olanak sunar.
Liderlik/riyaset/karizma da, toplumsal ihtiyaç ve sorunların giderilmesi ekseninde kullanımı dolayısıyla ortaya çıkan ve toplum tarafından kabul görüp, takdir edilen bir haslettir. Bu yeteneğin mutlak anlamda doğuştan herkeste olduğunu iddia edenlerle birlikte bunun öğrenilmiş, sonradan edinilmiş olabileceği yönünde de farklı görüşler bulunmaktadır. İster doğuştan ister kazanılmış olsun, bu yeteneğin toplumları etkilediği, yönlendirildiği ve çekip çevirdiği bir gerçektir. Toplumsal zekâ ve bellek bu tür konularda son derece yetkin ve mahirdir. Liderin gerçek değeri ve potansiyelini tanıyabilecek kuvvetli bir sezgi ve tanıma gücüne sahiptir. Liderlerini kendi içlerinden çıkarmaları da bunun doğal bir yaşamsal davranış sonucu ortaya çıktığını göstermektedir. Bunun için özel bir çaba ve değerlendirmeye gerek duymaksızın gelişen spontané bir durumdur bu. Toplum kendi doğal kültür ve mecrası içinde, sahip olduğu değer ve yeteneklerini ayıklar ve açığa çıkarır. Bu, toplum cenahından bakınca böyledir. Birey cenahından bakınca; doğasında taşıdığı imkânları toplum adı verilen ve içinde bulunduğu doğal ortamın koşullarına bağlı olarak açığa çıkarabildiği, yeteneklerini test etme fırsatını kullandığı ya da bu yeteneklerinin gerekli şartlar oluşunca bir sorumluluk olarak kendisinden beklenen katkıyı sunduğu bir durumdur. Başka bir deyişle, değer ve yetenek sahibi kimseler, toplumun doğası içinde yakaladıkları bu imkânları, yetenekleri dolayısıyla kullanışlı bir imkâna dönüştürürler. Bu manada toplum da insan gibi bir organizmadır ve karşılaştığı durumlar karşısında sahip olduğu potansiyeli açığa çıkarır.
Toplumu etkileyip kabul görmenin elbette ki meşakkatli olduğunu teslim etmek gerek. Çünkü fedakârlık, kahramanlık, paylaşım, zekâ, hızlı karar verme, ikna edebilme, güven verme, yönlendirebilme, doğru iletişim kurma, saygınlık, iyilik duygusu, kitle psikolojini doğru okuma ve karşısına almama gibi incelik isteyen ve kitaptan öğrenilmeyen karakteristik birçok bileşeni vardır.
Soyut değerlere ölçüt koymak kolay değildir, hatta bazı durumlarda imkânsızdır. Kimin ne kadar iyi ve ahlaklı olduğunu tayin etmek de bu çerçevede olan bir durumdur. Bu tür ölçütler genellikle ma’şeri vicdan denilen toplumsal tercihlerle ortaya çıkar. Tabii ki bunların kriteri toplum değildir ve olamaz. Çünkü toplumlar yanıltılmış olabilir, hakim kültür baskın gelmiş olabilir, değerler konusunda bir rüşde sahip olamamış bir toplum olabilir, zayıf kişiliklerin ve ahlaki değerleri düşük kimselerin etkin olduğu bir tolum olabilir v.s. Yine bu bağlamda modern çağın simülasyon ve manipülasyon tezgahına maruz kalmış toplumların, neyin kendileri için iyi ve doğru olduğu konusunda sağlıklı bir karar verebileceklerine dair hiçbir güvenceleri yoktur. Ne var ki toplumlar haznelerinde ne varsa ona göre beklenti oluştururlar. Toplumların seviyesi, aslında kendilerinden müteşekkil olduğu bireylerin seviyesidir.
Toplumların liderleri, sözkonusu sınavları verebilmiş olmaları dolayısıyla bu payeyi elde etmişlerdir. Liderleri ortaya çıkaran şey toplumdur ve liderlik edilecek bir zemin yoksa liderlik de olmaz. Yüzme biliyor olsa dahi yüzecek suyun olmaması durumunda bir kimsenin iyi yüzücü olmasının anlam ifade etmemesi gibi bir durumdur bu. Bu noktada liderliğin temel özelliklerinden biri, toplumsal dokuyu ve atmosferi iyi okuyabilme becerisidir. Bu okuma yetisi sayesinde toplum, ruhsat verdiği bu kişiliklerin arkasından bir sürü gibi gidebilir. Çünkü lidere duyulan güvenle birlikte, liderliğin karizmatik tesiri altına girme ve başının çaresine bakma konusunda kendisini yetersiz, eksik ve muhtaç hissetme dolayısıyla içine düştüğü dilemmadan kaynaklı bir nevi çaresizlik hali buna kaynaklık edebilir. Kastedilen, ideal ve hakikate gönül vermiş bir liderlik değil, sosyolojik ve bir pratik durumun doğurduğu liderliktir. Gerek ahlaki nitelikleri ve ruhsal donanımı itibariyle yetkin ve dürüst olsun gerekse de gündelik kaygılarla beslenmiş pragmatik bir liderlik olsun; liderlik edebilmesi ve yönlendirme yeteneğini kullanabilmesi için dikkate alması gereken temel bir ilke vardır. Bu ilkeyi gözetmeksizin ve uygulamaksızın ne güven telkin edilebilir ne de içinde bulunduğu toplumun kredisini kullanabilir. O ilke de şudur: Hiçbir lider, kitleleri doğrudan kendisine çağırmaz ve kendi kişisel hedeflerini (açıktan) söz konusu etmez. Onu lider yapan ve kitlenin kabulüne mazhar kılan belirgin bir özelliktir bu. Yani toplum kredisi, toplumun kendisi için bir şeyler yapan ve bunu karşılık beklemeksizin ortaya koyan tavrın, niyetin kendisinedir. Bu noktada tarihte liderlik vasfı bilinen bütün kişiliklerin tebarüz etmeleri gereken bir eşiktir. Bu eşiği aşamayanların ne lider olabilmeleri ne de kitle tarafından bu payeye icazet alabilmeleri olanaklı değildir.
Bununla vurgulamak istediğimiz şudur: Liderlik, kişiselliklerin aşılabilmesi dolayısıyla mümkün olabilen bir imkândır. Bu vasfa sahip olmak demek her yönüyle iyi bir insan ve ahlaki nitelikleri kâmil bir insan demek değildir. Bu yeteneğe haiz olup da ahlaki değerler ve insani erdemlerden yoksun olan birçok lider vardır ve kitlelerin teveccühünü insani değerlerinden değil, liderliğin gereği olan bu vasfa sahip oldukları için elde etmişlerdir. Kitleleri çağırdıkları şeyin kendilerinin üstünde ve değer yargıları açısından herkesin kabulüne medar ortak bir değer ifade etmesi gerekir. Bunu yapabildikleri oranda etkinlik ve ağırlık kazanabilirler.
Lider profili denince ilk akla gelen, genelde büyük kitlesel hareketlere öncülük etmiş, değişim ve dönüşüm hareketlerini yönetmiş, vizyonu ve teklif ettikleri ile takdir kazanmış kimseler olarak peygamberler olmaktadır. Bahsimiz bağlamında  bakıldığında onlarda ilk göze çarpan şey, kişisel hiçbir beklenti ve kazanım hesaplarının olmamasıdır. Yalnızca Allah’a çağırmak ve O’nun için yaşamak, davetlerinin en belirgin temasıdır. Bunun için kimseden ne bir karşılık ne de bir ücret beklemedikleri gibi bunun üzerinden gelen tekliflerin tümüne açık bir reddiye ile tavır almışlardır. Şayet kendilerine çağırmış olsalardı ne böyle bir tavır içine girer ne de böyle bir kabul ve icaba mazhar olurlardı. Bu bahsi davalarının yüceliği bağlamında ve bunu ispat kaygısıyla değil, liderliğin gereği olan, kendilerine değil daha öte bir şeye çağırmak olgusunu açığa çıkarmak için ifade ettiğimizi belirtelim.
İyi-kötü bütün liderlerin bu belirgin vasfı, şunu fark etmemizi sağlamaktadır: Kitleler ortak değerleri söz konusu etmeyen, ortak bir dava önermeyen, kamu vicdanını teskin etmeyen hiçbir çağrıya itibar etmemektedirler, etmezler.
Liderlik bir yetenektir, dolayısıyla her kesin icra edebileceği bir meslek değil, yetkinlik ve ispat isteyen bir sanattır. Bu yönü dolayısıyladır ki, toplumların özellikle zor zamanlarında lidere duydukları ihtiyaç daha da belirginlik kazanırken, karizmanın tesir alanı da o kadar genişlemektedir. Böylece lider imajı, kahraman imajı ile pekişmektedir. Kitleleri sevk ve idare edebilme kudreti ile birlikte, kendilerine yönelik oluşan inanç ve güven bu vasfın omurgasını oluşturur.
Gündelik sosyolojik göstergeler dahi liderliğe muhtaç olunabileceğini gösteren örneklerle doludur. Kaldı ki bunalım dönemlerinde liderin ‘kurtarıcı’ vasfı tanrısal bir ışık gibi görülebilmektedir. Bazı toplum ve inançlarda liderliğin tanrısal özellikler bağlamında kabul edilmesi öylesine kültürel bir unsur olarak değerlendirilecek denli basit değildir. Bu anlayışın tarihsel ve antropolojik temelleri incelendiğinde, o toplum için nasıl bir değere tekabül ettiği o zaman daha net görülecektir.
Liderliğin gerçekleşebilmesi için liderin, kişiliğinin ötesinde bir çağrıya yaslanması gereğinden hareketle bazı somut örneklere bakıldığında demek istediğimiz daha net anlaşılacaktır. Liderliği, iyi olmak-kötü olmak bağlamından bağımsız, kendi başına bir olgu olarak ele almak gerekiyor. Keza liderler, despot, adil, alim, kompleksli, hasta, cahil, sakin, deli, zalim, v.s. olabilirler. Ancak lider olabilmeleri bu hallerinden bağımsız ve yetkinlikleri üzerinden temin edilen bir durumdur. Çünkü liderlik, kitleyi ihtiyaç duyduğu yöne sevk ve idare edebilme gücüne sahip olmaktır, diğer karakter durumları liderliği iptal edici değil liderliğin gücünü etkileyen unsurlardır. Keza alimlerin, bilgelerin bulunduğu bir yerde onlardan daha düşük bir kimsenin bu kimseler dahil kitleleri ardından sürükleyebilmesi, bilgelikle liderliğin aynı şey olmadığını anlamak açısından önemli bir ayrımdır. Liderin bilge olması tabii ki nur üstüne nurdur, ama bu olmadığında liderlik olmaz değildir. Keza bilgelerin de lider olması gerekli olmadığı gibi olamayabilirler. Çünkü ayrı yetenek ve imkanlar olduğunu liderleri ya da bilgeleri araştırarak ortaya koymak mümkün.
Mesela M. Kemal, kişisel hedeflerini hep mazruf tutmuş, kitlelerin arzu edip ihtiyaç duyduğu değerler ve beklentileri üzerinden seslenerek bir kabul zemini inşa etmiştir. Kemalizm adı verilen fikriyatın gelişim süreci de bu minvalde işlemiştir. M. Kemal hedefe millet, kurtuluş, bağımsızlık kavram setini koyarak bunu sağlamış, İnönü ise, kendi kişisel hegemonyası ve etkinlik alanını tesis edebilmek için ortaya çıkan bu Kemalizm fenomenini kullanmıştır. Böylece hem kişisel hedefler gizlenerek liderliğe has bu figür bir imaj haline getirilmekte hem de başka bir yön gösterilerek meselenin kişisel zeminle alakasının olmadığı algılatılmıştır. Keza Abdullah Öcalan da, Kürt kimliği ve Kürtlerin duyduğu özgürlük açlığı dolayısıyla kitlesinin teveccühünü kazanabilmiştir. Kendisi bir değer ve ikon haline geldikten ve hapse girdikten sonra örgütü, onun imajını öne çıkararak temin edilmiş desteği pekiştirmiş ve kitle ilgisi canlı tutulmuştur. Kitlelerin kahramanlarına yönelik algısı, aralarında kurulan bu bağ, her zaman kullanışlı bir mistik değer taşımıştır. Keza Tayyip Erdoğan’ın da kitleler nezdinde sahip olduğu kabul ve mazhar olduğu teveccüh, onun kişilik bütünlüğü hesap edilerek ortaya çıkmış bir sonuç değil, liderlik için gerekli özelliklere sahip oluşu dolayısıyla gerçekleşmiş bir durumdur.
            Liderlerin bu yeteneklerini ahlaki ilkeler ve insani erdemler ile taçlandırmaları onların ömrünü uzatacak, lider olmanın ötesinde onları efsaneleştirecek bir imkândır. Lider ne kadar nitelikli ise toplumun niteliği de o oranda yükselir. Bu tür liderlerin ortaya çıkması da onu doğuran, ona analık eden toplumun mayası ile alakalı bir durumdur. Çünkü her toplumun lideri onun yapısından bağımsız değildir. Toplumlar liderler doğurduğu gibi, liderlerin de toplumları değiştirmek ve dönüştürmek gibi bir kudretleri vardır. Bu kudretin hangi yönde ilerleyeceği, liderlerin ne ile beslendiğinden ayrı düşünülemez. Bu sebeple liderlerin ağzını koklamak onların ne yediği hakkında fikir verebilir. Liderin kalitesi, toplumun kalitesi ile eşdeğer olabildiği gibi, liderlerinin aynı zamanda toplumlarının layığı olduğunu hatırda tutmak lazım. Çünkü ‘nasılsanız, ona maruz kalırsınız’ uyarısı boş bir uyarı değildir.