İsmail Kılıçarslan sosyal medyanın yıkıcı atmosferinin toplumu nasıl etkilediğini analiz ediyor.
Sosyal medya denen illetli cangılın oluşturduğu yanıltıcı atmosfer çok ama çok zehirleyici geliyor artık bana.
Gündelik hayatımızı devam ettirirken karşılaştığımız ve halletmeye çabaladığımız sorunlarla sosyal medyanın “varmış gibi” gösterdiği ve asla halledilemez duran sorunları arasındaki fark bizleri giderek sanal bebeklere çeviriyor.
Üstelik sosyal medyada var sandığımız gücün var olup olmadığından da emin değiliz. Yani şu: Gücünden emin olmadığımız sosyal medyanın tanımladığı ve aslında var olmayan bir dünya sorunla boğuşarak boşuna zaman ve enerji kaybediyoruz.
Basit örnek vereyim. Twitter denen gayya kuyusunun 17 milyon kullanıcısı var Türkiye’de. Bunun 6 milyonunun bot hesap olduğu biliniyor. 3 milyon kadar kullanıcının pasif kullanıcı olduğu (ayda dört ve altı tweet attığı) da malum. Şirketleri, TT hesaplarını, ticari amaçla kullanılanları da dışarıda bırakırsak en iyi ihtimalle 4-5 milyon insanın evirip çevirdiği bir platform Türkiye’de twitter. Ve kocaman bir açık hava tımarhanesine benziyor.
Bu, ben dâhil, Türkiye’nin yüzde 5’inin akıl hastası olduğuna da delalet eder aslında ama orası başka bir mesele. Bunu sonra konuşuruz.
Gerçek sokaklarda öncekilere göre oldukça heyecansız ilerleyen bu seçimin nabzı twitter sokağına girdiğinizde baş döndürücü bir hal alıyor. İktidarı, muhalefeti, trolü, goygoycusu derken “içerik yorgunu” olarak çıkıyorsunuz girdiğiniz sanal dünyadan.
Aslına bakarsanız sosyal medyanın hayatımıza getirdiği yorgunluklar saymakla bitecek gibi de değil. Ülkemizde hemen hiçbir şeyin yolunda gitmediği algısından başlar, bize ait olmayan sahte duyarlılıklara maruz kalmakla devam eder, algı yerleştirmek için her türlü yalan dolana müracaat eden vicdansızların yalanlarıyla boğuşarak ilerler Türkiye’de sosyal medya.
Bütün bunlara bir şekilde tahammül edilebilir belki ama doğrudan doğruya insanların “fikirlerinin oluşmasını sağlayan” bir yere de dönüşmüş durumda artık sosyal medya. Ve üstelik bunun böyle olmasını sağlıksız bulan kimse de kalmadı.
Kısa cümlelerle fikir sahibi olunan, başka kısa cümlelerle o fikirlerin değiştirildiği korkunç bir bataklık, bir idiokrasi hükümranlığı artık orası.
Örneğin sosyal medyanın aptal dilinin ürettiği “yaşlı insan düşmanlığı” kimsenin ama kimsenin umurunda değil artık. Yahut mesnetsiz yere geliştirilen “genç övgüsü” de öyle. Siyasetçisi, medyacısı, magazincisi falan “trendlere uyum sağlamak” adına hangi aptal fikirleri, hangi mesnetsiz düşünceleri yaygınlaştırdığının dahi farkında değil. Varsa yoksa oluşan “etkileşim pastası”ndan parsayı toplamak, payını almak derdi...
Burası dehşetli korkunç...
Dehşetli korkunç olan bir başka şeyse siyasilerin sıradaki hamlelerini sosyal medyanın nabzına uyumlamaları. Sosyal medyanın aptal düzlemi neyi talep ediyorsa onu vererek siyaset üretmeye çabalayan, oyunu oradan almaya çalışan siyasetçilerin varlığı şimdi için de, gelecek için de epeyce büyük bir mesele.
En korkuncunu en sona sakladım. Sosyal medyanın ülkemizdeki işlevlerinden biri de büyük bir özen ve itinayla ülkesinden utanan, ülkesini aşağılayan, neredeyse ülkesinden nefret eden bir gençlik oluşturmadaki başarısı. Hiçbir mantıksal düzlemi olmayan, ipe sapa gelmez bir dille Türkiye’de yaşadığı için utanan bir gençlik oluşturuluyor.
Gündelik politikanın dehlizlerinde kayboldukları için yalın gerçekle mücadele azmi kalmayan koca koca adamların fark etmeleri gereken şey şu: İki kutba değil, iki millete ayrılacağız Türkiye’de ve bunun emin olun politikayla hiç ilgisi olmayacak.
Bu nasıl görülmüyor, inanın aklım almıyor artık.