SEKÜLERİZMİN DİNİ İNANÇ VE YAŞANTI ÜZERİNE ETKİSİ

İdeoloji ve Bir Toplumsal Kurum Prensibi Olma Açısından Sekülerizm

VAN 15.11.2015 10:22:07 0
SEKÜLERİZMİN DİNİ İNANÇ VE YAŞANTI ÜZERİNE ETKİSİ
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Modernitenin unsurlarından biri olarak, sekülerizm ilk defa Martin Luther’den sonra batı dünyasında ortaya çıkmıştır-kendisi 16.yüzyılda Roma Katolikliğine karşı isyan başlatan kişidir. İsyan, Protestanlığın oluşturulması sonucunu doğurmuştur. Şöyle bir baktığımızda, 16.yüzyılın Avrupa’da teolojik açıdan Katolik-Protestan bölünmesi ile geçtiğini görüyoruz.
Adibah Binti Abdul Rahim/Türkiye Günlüğü Dergisi güz 2013/116 sayı
Çev.Yrd. Doç.Dr.İlknur Türe
Çevirenin Önsözü: Makalenin yazarı Mısır,Hindistan gibi ülkelere özgü bazı süreç ve düşüncelere yer vermiştir yazısında. Bunların makalenin çevirisinden çıkarılması düşünülmüşse de orijinal halinde bırakılması tercih edilmiştir.
Özet
Sekülerizm, batı tarafından ortaya konulmuş, modernitenin en çok itiraz alan konusudur. Temel ideolojisi insanı dinİ ve metafizik değerlerden özgür kılmak ve dini insanın günlük hayatından çıkarmaktır. Sekülerizm, yaratıcıdan, aşkın olandan ve üstün doğa ilkeleri ile olandan bağlantıyı kesip materyalistik bir bakış açısı ortaya koymaktadır; dini olanla herhangi bir ilginin kalmasını değil, tam soyutlanmayı ister. İnsan zihni üzerinde büyük ölçüde etkide bulunarak sekülerizmin yayılması sağlanmış ve evrensel hale getirilmiştir. Hayatın her alanında büyük etkisi vardır-eğitim, siyaset, ekonomi ve sosyo-kültürel. En önemlisi de eskiden beri insanların sahip olduğu dini inançlarını ve hayatlarını etkilemiştir. Bu çalışmada sekülerizmin ve ilkelerinin tehlikesi ve dini yönden dünya bakış açısına özellikle de İslami düşünceye ters olduğu anlatılmaya çalışılacaktır.
Keywords:sekülerizm,seküler,sekülerleşme,modernite,dini dünyagörüşü.
Giriş
İdeoloji ve Bir Toplumsal Kurum Prensibi Olma Açısından Sekülerizm
Modernitenin unsurlarından biri olarak, sekülerizm ilk defa Martin Luther’den sonra batı dünyasında ortaya çıkmıştır-kendisi 16.yüzyılda Roma Katolikliğine karşı isyan başlatan kişidir[1]. İsyan, Protestanlığın oluşturulması sonucunu doğurmuştur. Şöyle bir baktığımızda, 16.yüzyılın Avrupa’da teolojik açıdan Katolik-Protestan bölünmesi ile geçtiğini görüyoruz. 17.yüzyılın sonunda bazı önde gelen entellektüeller-Thomas Hobbes(1588-1679), John Locke(1632-1704) gibi-teolojik meselelerden siyasal devleti ayıran yeni siyasi ve toplum kurumları prensipleri oluşturmaya çalışmışlardır. Kilise gibi dini otoriteler, geliştirmeye çalıştıkları bu sosyal kurumların önünde büyük bir engel oluşturuyordu onlar açısından. Bu, durum dünyada sekülerizmin ortaya çıkmasına katkıda bulunan ilk harekettir.
Sekülerizmin bir diğer kökeni ise bilimin savunucuları ile kilisenin dini gelenekçileri arasında doğan din ve bilim karşıtlığından olmuştur. Modern bilimin keşifleri sonucu bilimin savunucuları dini olguları bilimin ışığında-aklın önplana çıkarılması süreci başlamış oluyor- açıklamaya başlamışlardır. Bu yüzden kilise otoritelerine karşı bilim adamları ve rasyonalist hareketlerce yavaştan ama sistematik bir şekilde itirazlar süregelmiştir. Örneğin, Copernicus(1473-1543), Kepler(1571-1630), Galileo(1564-1642) ve Newton(1642-1727)’un etkileri güneşin evrenin merkezi olması ve dünyanın da bu geniş alan içinde yeraldığını söylemeleridir. Bu keşifler Hristiyan teolojisi olan yaratılış ve kozmolojiye ters düşmekteydi[2]. İşte bu durumdur ki bilim ve din arasında karşıtlık oluşturmuş ve batı Hristiyan geleneği içerisinden sekülerizmin çıkışına neden olmuştur.
18.yy esnasında, aydınlanma döneminin etkisi ile dini öğretinin insanlığın gelişmesi ve ilerlemesine en büyük engel olduğunu söyleyen birçok batılı filozof çalışmalar yapmışlardır. 18.yüzyılın sonunda Avrupa’da yeralan entellektüel duruş dine karşı aydınlanma tavrı şeklindeydi. Filozofların sosyo-siyasal alanda gerçekleştirdikleri çalışmaların sonuçları  kamusal alandan dinin soyutlunması üzerine olmuştur. Modern ulus-devlet de bir ölçüde Avrupa’da kilisenin siyasi üstünlüğünü kırmak için ortaya çıkmıştır denilinebilir. Sonuçta, Avrupa’da siyaset teorisinin gelişimi yasa yapma sürecinin dini otoriteleri herhangi bir şekilde referans almasının tamamen son bulması şeklinde olmuştur. Din toplumun kamu işleri alanından çıkarılarak marjinelleştirilmiştir.
17. ve 18. Yüzyıl önde gelen entellektüelleri, kamusal işlere dinin müdahalesi bir toplumun ilerlemesine zarar verir deseler de, 19.yüzyıl da daha da ileri gidilmiş ve dinin heryerden hatta insan zihninden bile çıkarılması gerektiğini savunmuşlardır. Karl Marks,örneğin, dini maddi dünyanın bir yansıması olarak görüyor ve insanoğlunun umutlarından ortaya çıktığını söylüyordu. Dini, yöneticilerin kitleleri kontrol altında tutmak için kullandıkları bir araç olduğu için eleştiriyordu. Din insanı  pasifleştirmek, kapitalist dünyada ızdırap çeken insanı sindirmek için, rıza göstermelerini sağlamak ve devrim yapmaları gerektiği gibi düşüncelere kapılmalarını engellemek için kullanılıyordu ona göre. Marks’ın bu konudaki meşhur sözü: “din kitlelerin afyonudur” şeklindedir. Marks için, din insanlara hayali bir mutluluk sunuyordu. Bu yüzden insanların gerçek mutluluğu bulmaları için, bu hayali mutluluk sunan din kaldırılmalıydı[3].
Sigmund Freud’un (1856-1939)[4] psikobiyolojik tartışma ortamı oluşturmasıyla  başka bir seküler görüş belirmiştir. Freud’a göre Tanrı inancından çıkmış dünya ile ilgili dini iddiaların hepsi de geçersizdir. O dini olguların deneysel açıklamalardan geçmesini ve bilime uygun olması gerektiğini düşünüyordu. Dini fikirler, Freud’a gore, sadece psikolojik bir sürecin sonucu olabilirdi. The Future of an Illussion[5]  kitabında, Freud kişilerin içindeki dini fikirlerin yaratılması ve üretilmesinin kültür nedeniyle olduğunu iddia ediyordu. Ona gore, tüm diğer kültürel oluşumlarda olduğu gibi, din de doğanın üstün güçlerine ve kadere karşı kendini savunma gerekliliğinden doğmuştur. Bu aciz küçük bir çocuğun ailesinin verdiği huzur gibi, aciz insanın da kendi kendine bir tanrı yaratmasıdır[6].  Bu bakımdan, dinin kökeni insanoğlunun bir çeşit dileğinin gerçekleştirilmesi gibi bir şeydir. Freud için, din hem bir illüzyon hem de yanılgıdır. İllüzyondur çünkü insanın dilekleri gerçekleştirilecek gibidir; yanılgıdır çünkü rasyonel ve bilimsel temeller üzerine oturtulamaz[7].   Deneye dayalı iddialardan farklı olarak, dini iddialar  dış dünyanın gözlemlenmesi üzerine kurulu değildir-deneylerle değişikliğe uğrayabilir, yanlışlanabilir olmaktan ziyade insanların kanılarına dayanır[8]. Dini konular gözle görülemez/gösterilemez, o yüzden hiçkimse bunlara inanmaya zorlanamaz Freud’a göre.
Bir başka 19.yüzyıl seküler düşünürü de Friedrich Nietzsche (1844-1900)’dir. Nietzsche ne Hristiyanlık ne de başka bir dinin metafiziksel gerçekliği ile ilgileniyordu. Hiçbir dinin gerçekten doğru olduğuna inanmıyordu. Tüm dinleri oluşturdukları sosyal etkiye gore değerlendiriyordu[9]. Nietzsche’in meşhur ilanı “tanrı öldü” dür; Nietzsche yeni değerler oluşturma peşindeydi; bunun için de dinin karşısında en umut verici olarak insan fıtratı üzerine yoğunlaştı. Ona gore, varoluş ve dünya her daim yalnızca estetik bir olay olarak değerlendirilmelidir[10]. Dini inanışlar modern toplumun sosyal hayatında hiçbir önem taşımamaktadır.
Günümüz tartışmalarında, “sekülerizm”, “sekülerleşme” ile hemen hemen aynı anlama gelecek şekilde yer almaktadır-sekülerizm belirli fikir ve değerler ya da bir ideolojiye inanma anlamına gelmesi, sekülerleşmenin ise entellektüel devrimle birlikte giden sosyo-kültürel süreci ifade etmesi dışında tabii ki[11]. Sekülerizm terimi çeşitli şekillerde yorumlanarak tanımlanmıştır bugüne kadar. C.Williams’a göre, sekülerizm latince “saeculum” dünyevi olma, çağ [12]  ifadesine karşılık gelmektedir ve geçici, dünya ile ilgili şeyler demektir. Chamber’s Twentieth Century Dictionary sekülerizmi dinden bağımsız olmak kaydıyla ahlaki, eğitim ve hayatın her alanındaki inanç durumu şeklinde tanımlamıştır[13]. Bununla birlikte, Lexicon Webster Dictionary sekülerizmi tüm dini inanç ve ibadet şekillerini reddeden inanışlar sistemi olarak tanımlamıştır[14]. Encylopedia Americana ise sekülerizmi din ve doğa- üstünden farklı olarak doğal moralite prensipleri üzerine kurulu ahlaki sistem şeklinde tanımlamıştır.
Sekülerizmin ilk öğretisi düşünce özgürlüğüdür, yani herkesin düşünme hakkının olmasıdır. Sekülerizm bu hakkı tüm canalıcı soruları tartışmak ve üzerinde konuşmak için savunmaktadır aslında-moral sorumluluğun oluşturulması, tanrının varlığı, ruhun ölümsüzlüğü gibi konulara dair sorular. Sekülerizm içinde yaşadığımız hayatın “iyi”si “gerçek iyi” dir der[15].
Sekülerizm üzerine diğer yazarlar dinin toplumun temel kurumu olmasından çıkarılması gerektiği kadar bilimsel ve rasyonel düşüncenin dinin yerini alması gerektiğini de vurgulamaktadırlar. Örneğin, G.A.Almond ve G.A.Powell sekülerizmin insanların giderek daha fazla rasyonel, analitik ve deneysel davranmaya başlayacaklarını sağlayan siyasi bir süreçtir demektedirler. Bu geleneksel yönelim ve tavırlarının dinamik olmadığı anlamına gelmektedir[16]. Arnold Tonybee için sekülerleşme dinin teknoloji ile yer değiştirmesidir[17] ve Wilbert G.Moore için, sekülerleşme insanların içinde bulundukları duruma geleneksel ve doğaüstü çözüm bulmaları yerine, rasyonel çözümleri bulması durumudur[18]. Harvey Cox’a göre, sekülerleşme dünyayı anlamanın yolunun din olmaması ve tüm doğaüstü mitlerden ve kutsal sembollerden kurtulma halidir[19]. Sekülerizm, insan fikrinin dini ve metafizik vesayetinden kurtulmasını sembolize eder[20].
İslamiyet Ve Sekülerizme İtirazi
Syed Naquib “al-Attas Islam and Seculerism” kitabında modernitenin temel karakterini oluşturan sekülerizmin bazı bileşenlerini incelemiştir. Sekülerizmin  doğanın büyüsünü bozduğunu, siyaseti kutsaldan arındırdığını ve değerlerin içinden dini çıkardığını belirtmektedir. Doğanın dini niteliğinin değiştirilmesi doğadaki dini akla getiren herşeyin anlamsızlaştırılması ile olmuştur. Bu tabiat dünyasından Tanrıyı çıkararak, onu Tanrıdan ayırarak yapılmıştır ki, insan artık doğayı Tanrısal varlık olarak algılamayacaktır. Böylece insan doğa üstünde serbestçe hareket edecek, onu ihtiyaçları ve planları doğrultusunda serbestçe kullanabilecektir[21]. Siyasetten dinin çıkarılması ise siyasi güç ve otoritenin kutsal meşruluğunun yok edilmesi demektir. Bu siyasal düzenin geleneksel ve dini niteliğinden din kontrolünden uzak seküler otoriteye doğru siyasetin modernleştirilmesi anlamına gelmektedir[22]. Değerlerin içinden dinin çıkarılması ise, al-Attas’a göre kültürlerdeki dini değerlerin çıkarılması ve değer sistemlerinin göreceli ve değişken hale getirilmesiydi. Böylece, gelecekteki değişimlere açık hale gelecektir değerler. Bu nedenle, insan mevcudu değiştirmekte özgür olacak ve kendini evrim sürecine bırakacaktır. İslami açıdan baktığımızda bu yanlıştır çünkü İslam değer sistemini ve moraliteyi –çağlar geçse de değişmeyen- değişmez kılmıştır. Örneğin, zina 1400 yıl önce yasaklanmıştır ve kıyamete kadar da yasak olarak kalacaktır. Oysa Batıda Hristiyanlığın güçlü olduğu birkaç yüzyıl öncesinde zinanın tabu olduğunu ama şimdi değerlerin sekülerizm nedeniyle değiştiğini ve artık kabul gördüğünü görmekteyiz. Bunların anlamı hayatın amacı olacak dini yorumlamaların artık varolmayacağıdır. Birçok faaliyet sekülerleşmiş ve insanın girdiği her ortamda kendine rasyonel roller biçilmiş bu da dini olan herşeye çok az yer bırakılması anlamına gelmiştir. Seküler toplumun dünyadaki amaçlarının din ile çok az ilgisi bulunmaktadır. Seküler toplumda kişilerin benimsemiş olduğu dinle ilgili olan büyük ölçüde düşüşe geçmiş ve dinin devletin işleyişine girmesine izin verilmez olmuştur.
Sekülerizm insan hayatında yer alan Tanrının yol göstericiliğini, Tanrıya ibadeti ve Onun emirlerine uymayı sınırlamış ve dünyadaki tüm işlerin insanın kendi istek ve nefsine göre yapmasını salık vermiştir. Dünyevi işlerde Tanrının emirlerini,  Tanrının yol göstericiliğini ve Kutsal Kitapların ne dediğini düşünmenin bir anlamı yoktur sekülerizme göre. Bu tür tavır değişikliği yeni bir hayat sistemi getirmiştir ve modern medeniyetin kurulması gerçekleştirilmiştir. Bu inanış üzerine kurulan hayat tarzı Tanrının ve dinin insan hayatının hiçbir alanında etkisi ile ilgilenmez –eğitim, siyaset, ekonomi ve sosyo-kültürel alanlarda. Bu tür konuların düzenlenmesi Tanrı kılavuzluğu ve emirlerinden çıkarılmış onun yerine insan bilgi ve aklı konulmuştur. İnsan tarafından oluşturulan bir sistemin kabulü Tanrının yol göstericiliği yerine insanın sınırlı bilgi ve tecrübe kapasitesinin konulması demektir.Müslüman bir toplum için sekülerizmin kabulü bir hayat tarzı olarak İslamiyetin reddi ve din yolunda gidişin kaldırılması anlamını taşımaktadır[23].
Sekülerizm dünyevi meselelere çok fazla vurgu yaptığından, dini kurumların eski önemi kalmamış ve bu da toplumun rasyonel, maddeci, bireyci ve faydacı olmasına sebebiyet vermiştir.  Seküler toplumun gayesi yalnızca bu dünyadaki mutluluğu sağlamaktır; bu yüzden dini hayatla bir bağı yoktur. Bu da toplumu çıkmaza sokan sosyal problemlerin içine düşürmüştür. Aşağıda sekülerizmin hayatın bazı unsurlara etkisi özellikle İslami bakış açısından olmak üzere tartışılacaktır.
1.Sosyal ve Kültürel Alanlara Etkisi
Günümüz hayatında merkezi yer tutan medya ve internet gibi bilgi ve iletişim teknolojileri yoluyla sekülerizmin sosyal ve kültürel hayattaki etkisi görülebilmektedir. En başta Müslümanlar olmak üzere diğer inançlı toplulukların üzerinde tüm bunların  olumsuz etkileri olmaktadır çünkü bu araçlar dini duyarlılığı olmayan, dini öğretiye tamamen ters değişik değerlerin oluşmasına neden olan kişilerin elindedir. Yeni nesil her tür modern Batı modası ve hayat tarzını soğurmaktadır bu yolla. Onlar için, kutsal kitaplarda yer alan dini değer ve öğretilerin artık bir anlamı yoktur. Televizyonda gösterilen programlar ahlak dışı eğlenceler, şiddet ve cinsellik içeren sahneler  insanın gelişiminin üzerine olumsuz etkide bulunmaktadır. Tüm bunlar gençlerin zihnini de etkilemektedir. Bu tür programlar sistematik bir şekilde hayatın dini ve ruhi yönlerini unutturmaktadır.
Dinin dünya işlerinden ayrılması fikri ile sekülerizm insanların moralitesi üzerinde oldukça kötü etki yapmıştır ve bu da dinin unutulmasına neden olmuştur. Sekülerizmin etkisi altında, insanlar ahlak dışı olanları yapacak özgürlüğü bulmuşlardır-homoseksüellik, zina, kürtaj,v.b. Amerika Birleşik Devletleri gibi seküler ülkeler insanın seçim yapabilme ve bunu açıklayabilme özgürlüğü adına homoseksüel evliliği meşrulaştırmışlardır. Amerika Birleşik Devletleri evlilik kurumunu yıkan ve evlilik kurumunun önemini yok sayan bir şekilde zinayı da hak olarak kabul etmişlerdir. Zina seküleristler açısından evlilik hayatının sorumluluklarından kaçmak için bir çözüm olmaktadır. Zina, bir soyun yok olmaya yüz tutması, hastalıkların artması ve kürtaj gibi diğer ahlaki problemlere sebebiyet vermektedir oysa. Kürtajın belirli toplumlarda meşrulaştırılması bilim ve teknoloji alanlardaki  gelişmişliklerine rağmen onları barbarlaştırmaktadır aslında. Kürtaj yaptırma İslamiyette kesinlikle yasaktır. Bu insanlığı yıkan acımasız bir davranıştır.
Gençler arasındaki moral değerler sekülerizmin etkisi altında yıkılıp gitmektedir. Sekülerizm dinin önemini azalttığı ve Tanrının yol göstericiliğini insanın günlük hayatından hemen hemen tamamen çıkardığı için insanlar rahatça günah işlemeye başlamışlardır ve günden güne giderek daha çok değerlerin dışına çıkan tavırlar içine girmektedirler. Tüm dinlerin güzel bir yol sağladığını ve bu dinlere inananların dünyada barış dolu bir hayat yaşamak istediklerine inanıyorum. Sekülerizmin her toplumun kültürel değerlerini etkilediğini burda belirtmek gerekmektedir. Sekülerizmin etkisi altında, insanlar kültürel değerlerine daha az ilgi gösterirler. Çünkü kültürel miraslarının modasının geçtiğini ve eskidiğini düşünmektedirler. Oysa ki yeni nesil için kültür korunmalıdır çünkü bir toplumun ve ülkenin kimliğini, imajını ve bütünlüğünü korumanın tek yoludur. Sekülerist bakış açısından, insanlar değerlerini, normlarını ve kültürlerini modern toplumun standartlarını kazanmak için unutmalıdırlar. Bu değerlendirme aslında eğer biz halen kuvvetli bir kültür ruhuna sahip olarak modern ve gelişmiş ülke olabilirsek, tamamen geçersiz kılınacaktır.
Ekstrem Müslüman sekülerist grupların önde gelen kaygısı, sekülerizm fikrinin ve Batı kültürü ve medeniyetinin  üstünlüğünü kanıtlamaya çalışmaktır.  Batı kültürü ve medeniyetinin çekici gelmesi İslamiyetten üstün olduklarını düşünmelerine neden olmuştur bu kişilerin. Batı medeniyetine karşı böyle bir yakınlık içinde bulunan bir seküler Müslüman yazar Taha Husayn’dır. O şöyle demektedir bir yazısında:
Her yönüyle Avrupalı olmalıyız. Ancak Avrupanın iyi ve kötülerini kabul ederek  Avrupalının gittiği yoldan gidebiliriz ki böylece onların iyisiyle, kötüsüyle, tatlısı ile acısı ile, sevilen ya da nefret edilen, övülen ya da suçlanan olalım medeniyetleriyle eşitlenebilir ve onların partnerleri olabiliriz[24].
Husayn’ın bu fikirleri özellikle “Mustaqbal al-Thaqafah fi Misr” adlı kitabından bilinmektedir. Zamanın liberal seküler fikirlerini tanıtarak, bu kitapta Mısır’a kültürel olarak Avrupalı kimliği kazandırmaya çalışmış ve buna uygun bir kamu eğitim program müfredatı yapılmasını sağlamıştır.
Bu yazar Mısır’ın Avrupa’nın her daim bir parçası olabileceğini iddia etmektedir-tüm yönleriyle,  entellektüel ve kültürel hayatı ile benimserse eğer tabii ki. Bir cümlede söylemek gerekirse, örneğin, o şöyle yazmaktadır: Al-Azhar eğer seküler eğitim ve modern hayat yoluyla bir modern Müslüman kültürü oluşturamazsa -tüm İslam dünyası boyunca yaymaya çalıştığı- başarısız sayılacaktır[25].
Eğitime Etkisi
Eğitim tüm toplumların en önemli köşe taşlarından biridir. Eğitim sistemi üzerinde sekülerizmin etkisi oldukça ciddi ve tehlikeli olmuştur çünkü eğitim insanoğlunun entellektüel kalitesini oluşturmaktan sorumludur. Sekülerizmin etkisi altında, kamu eğitiminden Tanrının önemi konusu tamamen çıkarılmıştır; bu yüzden, artık Tanrı konusu eğitimin temel amacı değildir. Böyle bir şeyin yapılmasının genel göstergesi, ya eğitimde Tanrıdan hiç bahsedilmemesi  ya da onun tamamen özel hayat meselesi yapılması şeklindedir. Her iki durumda da dine özel hayatta küçük bir öncelik tanınma eğilimi ortaya çıkmıştır; daha da kötüsü, gençlerin Tanrıya karşı hiçbir sorumluluk hisstmemelerine neden olmuştur. Böyle bir seküler eğitim sistemi yeni nesile moral ve dini değerlere teşvikte başarısızlığa düşmüştür; ve bu da toplumun ahlak dışı ve din içermeyen hayat sürmesine neden olmaktadır.
Seküler bir eğitim sisteminde, bilgi, deneysel yöntem, rasyonel düşünme ve bilimsel yöntem gibi belirgin yöntemlerle kazanılmaktadır. Sekülerizmin bu yolda kullandığı ideolojileri ise bilimcilik,bilimsel materyalizmdir.Bunlardan bilimcilik, sekülerizmin en fazla entellektüel itirazlara neden olan taraflarından biridir. Bilimcilik seküler kişiler tarafından insan eğitiminin en değerli bölümü olduğu düşünülen bir inançtır ve bu kişilere göre bilimsel yöntem bilgi edinmenin tek güvenilir ve geçerli yoludur[26].Bu yüzden, bilimcilik gerçeklik üzerinde mutlak bir perspektif benimsemiştir. Bu da yalnızca bilimsel bilginin gerçek olanın doğru tanımını yapabilme kapasitesine sahip olduğu anlamına gelmektedir. Bilimcilik Tanrı vahiyi, dini tecrübe ve sezgi gibi diğer bilgi kaynaklarını reddeder ve metafizik ve dini bilginin ileri sürdüklerinin, bilimsel yöntem ile keşfedilemez ve rasyonelleştirilemez olduklarını ileri sürerek kaçınır. Bilimselciliğin işaretlerini 17.yy gibi erken dönem yazılarında bulmak mümkündür. Bilimcilik Newton’un evreni tarifi ile tahta oturduğu 18.yy’da baskın ideoloji olmuştur. Bu tarif dine ciddi bir tavır alıştır; çünkü evreni  yöneten evren kanunlarını  matematik gibi bilimsel yöntemlerle yapmaktadır. 19.yy’ın başında, bilim dinden çok daha popüler hale gelmiştir. Bilim üzerine yazılanlar bilimsel pozitivizmin -Auguste Comte(1798-1875)[27] tarafından ortaya atılmış ideoloji olan- ortaya çıkışı ile 19.yy’dan sonra daha da yaygınlaşmıştır.  Comte, bilimsel yöntemi bilgi ve hakikati elde etmenin mutlak yolu olarak görmüştür; bilimsel yöntem teolojik ve metafiziksel yaklaşımların yerine geçmeye değer tek unsurdur onun için. Bu bakımdan, Comte bilim ile açıklanamayan tüm soruların gayrimeşru olduğunu ilan ederek insan zihninden aşkın gerçekliği kaldırmaya teşebbüs etmiştir. Bilimcilik, aşkın bilincin onun dini temellerinin altını oyarak  silinip gitmesine neden olmuştur. Dini metafizik unsurların aşkın gerçeklik duruşu ile bilimin içkin yöntemleri birarada bulunamayacaktır artık.
Sekülerizmin ilkeleri nedeniyle ortaya çıkmış olan bir diğer ideoloji bilimsel materyalizmdir. Bilimsel materyalizm prensip olarak bilimcilikten çok da farklı değildir uygulamada. Bu yalnızca bilimsel yollarla gözlenebilen ve ölçülebilen cisim ve olguların gerçek olduğunu iddia eden bir inanıştır. Bu yüzden, bilimsel materyalizm yalnızca tek bir gerçekliği kabul eder; o da fiziksel, deneysel ve materyal evrendir. Çağlar boyunca insanlığın dini ve uhrevi bir hayat yaşamış olmasını bir hata olarak görmektedir. Bilimsel materyalizm insanın hayatını şekillendirmesinde dikkate değer etkilere sahip olmuştur. Örneğin, bilimsel materyalizme inanan biri sadece bu unsur üzerine bilimsel sonuçlar çizgisinde hareket edecek ve buna inanacaktır.
Bilimsel materyalizmin ilk aşamalarındaki bu inanıştan 19.yy’ın sonu ve 20.yy başlarında ortaya çıkan materyalistik felsefelerden biri Charles Darwin’in(1809-1882) Evrim Teorisidir[28]. Darwin’in evrim üzerine çalışmalarının yayınlanması, canlı organizmaların herhangi bir doğaüstü kaynak ve yaratıcıya referans etmeksizin materyal bir temelden oluşmuş olma olasılığını gösteriyordu. Darwin’in Evrim Teorisinde, canlı varlıklar önceki biçimlerinden başlayarak doğal bir süreçte evrimleşmişlerdir[29]. Değişik türlerin görünmesi ve evrenin tarihi gelişimi -hiçbir aşkın nedenin etkisi olmaksızın- evrenin fiziksel olarak varolduğundan itibaren tesadüfi materyal matriks içinde[30] yavaşça gelişen bir evrim sonucunda gerçekleşmiştir. Bu görüş türlerin Tanrının iradesi  ile yaratıldığı ve düzenlendiği aşkın inanışın yerini almıştır.
Bilgi kavramı ise gerçek amacını yitirmiştir zaman içinde. Bilginin formülasyonu dini değil, spekülasyonlara dayanan felsefi önermelerin sonucu oluşan kültür geleneği üzerine kurulmaya başlamıştır[31]. Bu bilgi, seküler hayatın-insanı ve onun entellektüel kapasitesini merkez alan-insanın çevresinin ve varoluşun sırlarını çözen tek şey olmasını planlıyordu. Sonuç olarak, insan  hayatı insanın entellektüel yeteneği ile elde ettiği böyle bir sınırlı bilgi ile yönlendirilecektir bundan böyle.
Sekülerizmde, dünyevi bilimler, insan ve insan ruhu dikkate alınmaksızın mekanik ve materyalistik insan oluşturma peşindedir. Dini açıdan baktığımızda, bu bilimler Tanrı bilgisini edinmek ve ruhu mükemmelleştirmek için kullanılmaktadır. Evren bilgisi, örneğin, Tanrıyı idrak etmenin ve hatırlamanın bir yolu olarak görülebilir[32]. Bundan başka, seküler bir eğitimde bilgi araştırmanın amacı, insan hayat standartlarını artırmak için olduğu kadar ülkesinin gelişmesini sağlayacak şekilde yetenekler kazandırmaktır. Bu tamamen dünyevi bir amaçtır ve herhangi bir uhrevi unsur içermemektedir. Böyle bir bakış açısında bir insan hayatında başarılı olabilir ama aynı zamanda alkolik, zina yapan ve ateist de olabilir. Sonucunu düşünmeksizin ahlakdışı bir davranışta bulunabilir. Halbuki, dini eğitim adab ve fazilet öğretisinin üzerinde yoğunlaşır çünkü insanlar davranışlarından kıyamet günü sorumlu tutulacaklardır. İslami açıdan, bilgiyi araştırmak ibadetin bir gereğidir ve Tanrının rızasını kazanmak için yapılmalıdır. Aynı zamanda bu dünyada olduğu kadar ahirette de daha iyi durumda olmak için yapılması gerekmektedir. Bu nedenle İslam’da bilgi iki kısma ayrılmaktadır. Birincisi kazanılmış bilgidir; bu fizik, kimya, biyoloji, astronomi, psikoloji, siyaset, ekonomi vd. gibi tüm tabii ve sosyal bilimleri içermektedir. İkinci tür bilgi vahiyle bildirilmiş bilgidir ve bilgiyi araştıran her insanın en önemli önceliği olmak zorundadır. Çünkü bir insanın düşüncelerinin ve dünya görüşünün oluşturulmasını ve esasını oluşturmaktadır bu.
Seküler eğitim sistemi yalnızca bu dünya ile ilgili kazanılmış bilgi(sonradan elde edilmiş) üzerinde yoğunlaşmaktadır. Sonuç; insan artık kim olduğu, nerden geldiği, varoluş amacı, Tanrısının kim olduğu ve benzeri konularla ilgilenmemektedir. Sonuçta, bu sistem dini bilgiden yoksun doktorlar, mühendisler, mimarlar, ekonomistler, bilim adamları ve politikacılar yetiştirmektedir-o zaman bu insanların dünyayı tanrının iradesine uygun yönetmelerini nasıl bekleyebiliriz ki?
Müslüman ülkelerinde, seküler okulların kurulması ile dini eğitimin önemi azalmıştır. Müslüman seküler eğitiminin temel özelliklerinden biri onun modern Batı rasyonelizminden ve bilimsel gelişiminden etkilenmiş olmasıdır. Hiç şüphe yok ki İslam akıl ve bilimle uyum içindedir. Fakat bazı müslüman modernistler İslam üzerinde akıl ve bilimin rolü üzerinde daha çok yoğunlaşmışlardır. Örneğin, Hindistan’ın bir alimi Sayyid Ahmad Khan(1817-1898), “conformity to Nature” [33] olarak adlandırdığı çalışmasında[34] 19.yy Batı rasyonalizmi ve doğa felsefesinden oldukça fazla etkilenmiş olduğu için, İslamın akıl ve doğa dini olduğunu ileri sürmüştür. Kuran’ın akıl ve tabiata uygun olarak yorumlanması gerektiğini(tefsir edilmesini) iddia etmiş ve kanunların ve ahlaki değerlerin tabiata dayalı belirlenmesi gerektiğini söylemiştir. Tabiatın neden ve sonuç sistemi üzerine-hiçbir doğaüstü varlığın müdahalesine izin verilmediği- oluştuğunu söylemiştir. Bu açıdan, Sayyid Ahmad Khan demek istemektedir ki tabiat dünyası üzerinde hiçbir aşkın güç yoktur ve insan herşeyin hakimidir. Khan’ın Batının 19.yy bilim çemberi arasında moda olmuş olan bir çeşit “deism”den[35] etkilendiği açıktır.
Tabiatı ve tabiat kanunlarını savunmak adına, Sayyid Ahmad Khan sadece mucizelere, meleklere ve cin ve şeytana değil, aynı zamanda yeniden dirileceğimize ve kıyamet gününe, cennet ve cehenneme de inanmıyordu ve bunların hepsinin de prensip olarak reddedilmesi gerektiği konusunda ısrarlıydı. Onun seküler görüşü sosyo-kültürel ve siyaset alanlarında da gözlenebilmektedir. Bu alanda, Hindistan Müslümanlarının reformasyonu görevini de üzerine almıştı(Tahdhib al-Akhlaq adlı bir dergi çıkararak). Rasyonel ve faydacı bakış açısından bakarak yazdığı entellektüel kelimelerle, Batı ve İslam düşüncesini bütünleştirmeye çalışıyordu çünkü Müslümanların  modern entellektüel gerçekliğe uyum sağlamaları gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden,  Müslümanların düşünce tarzını değiştirmek için Batı eğitim sistemini salık verdi. Onun Cambridge Üniversitesi model alınarak kurulmuş olan Aligarh Üniversitesi, fikirlerin özgürleşmesini, bilimsel görüşün oluşturulmasını ve siyasete pragmatik yaklaşımda bulunulmasını amaçlıyordu. Üniversitede müslümanlara siyasi ve kültürel olarak yeni bir yön verecekti. Khan bu sıralarda İngiltere’yi ziyaret etmişti ki niyeti de Hindistan’ın ilerlemesi için Avrupa kurum ve kültürü üzerine çalışmaktı[36].
19.yy’ın daha ileriki tarihlerinde, Müslüman dünyası dini ve modern seküler eğitim olmak üzere iki eğitim sistemi uygulamaya başladı. Dini eğitim, özellikle dini amaçlar için isteniyordu; örneğin, Arapça öğrenmek ve Kuran’ı ezberlemek(hafız olmak için) gibi. Modern bilginin müfredatı nerdeyse tamamen gözardı ediliyordu. Modern seküler eğitim ise dine hiçbir şekilde değinmeksizin yalnızca Batı eğitim felsefesini izleyen modern bilgiyi veriyordu. Bu yeni eğitim tarzı sekülerizmin oluşmasında önemli bir faktör olmuştur[37]. Müslüman toplumlarında bu ikili eğitim sistemi iki düşünce okulunun ortaya çıkmasına neden oldu: gelenekçiler ve seküler-liberal entellektüeller.
Gelenekçiler geleneksel bir eğitim sisteminden gelmektedirler ve din ve geleneklerle alakaları ağırlığı oluşturmaktadır, fakat modern bilgi ile hiç ilgilenmezler. Seküler liberal entellektüeller ise modern felsefi düşünceyi ve fikirleri öncül tutan modern kültür ve hayat tarzını temsil etmekte, seküler bir eğitim sisteminden gelmekte fakat dini geleneği tamamen dışarıda tutmaktadır.
Gelenekçiler ile seküler-liberal entellektüeller arasında bir de Müslüman modernistlerden oluşan ve müslüman dünyasında ikili eğitim sistemini kaldırmak için uğraşan ılımlı bir grup vardır. Eğitim reformlarında   modern konular içermediğinden dolayı salt geleneksel dini eğitimi ya da dini konular içermediği için tek başına modern eğitimi öngörmemişlerdir. Her iki eğitim tarzını da içeren ve bunları birleştiren reform hazırladılar; böylece Müslüman entellektüeller Batı fikirlerini öğrenebilecek ve ülkelerinin ve toplumlarının gelişimine katkı sağlayacaktı. Hem de dini inanç ve hayatlarını muhafaza edebilecekti.
Siyasete Etkisi
Siyaset kelimeleri ile ifade edersek, sekülerizm dinin devletten ayrılması olarak tanımlanmaktadır. Bunun anlamı  toplumun kamu işleri ile dinin bir ilgisi olmamasıdır. Bu  devletin din ile arasındaki bağı, kutsal kitaba dayalı kanunların yerini insanı veri alan kanunların almasını sağlayarak, azaltmıştır[38]. Seküleristler, politikacıların dini akıl yerine seküler akıla dayanan kararlar almalarını tercih etmişlerdir. Seküleristler insanları “kişi özgürlüğü”, “halkın halk tarafından yönetimi” gibi demokratik sloganlarla kandırmaktadırlar oysa. Diğer seküler sloganlar- “siyasete din ve dine siyaset karışmayacak”, “din Tanrı içindir ve devlet insanlar içindir” gibi- İslam’ın katılığını göstermek amacıyla atılıyordu. Seküleristler İslamın bir din olarak yalnızca ibadetlerle yaşanmasını öngörüyorlar ve İslami bir hayat şekli olmadığını söylüyorlardı.
Osmanlı İmparatorluğu ve Mısır siyasal sorunlarına seküler çözümler aramış iki büyük örnektir. Hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Mısır’da modernleşme programı ordudan başlamıştır; Osmanlı Sultanı II.Mahmud(1808-1839) ve Mısır’da Muhammad Ali(1805-1849)  Batı modern ordularının benzerlerine sahip olmak istiyorlardı. Avrupalı eğitimcilerin görev aldığı askeri eğitim okulları kurdular. Ordunun modernleşmesine merkezi yönetim, hukuk, eğitim ve ekonomi de eşlik etti[39]. Muhammad Ali, dine dayalı olmayan bilim ve modernleşmeyi uygulamayı çok arzu ediyordu[40]. Muhammad Ali ilk önceleri Batılı akademisyenler tarafından daha sonra ise Batıda eğitim görmüş Mısırlılarca eğitimin yapıldığı ve Avrupa bilimlerinin öğretildiği Avrupa tarzı okullar kurdurmuştur[41].
Modernleşme programı 19.yy’ın ikinci yarısında “tanzimat” olarak bilinen bir dizi reformlarla geliştirildi ve bir sisteme oturtuldu. Bu zaman zarfında, İslam kurumlarına modern unsurlardan destek alınarak karşı çıkışlar başladı; örneğin, toprak reformları, modern kanunlar ve medeni, ticari ve ceza davalarında modern usullere göre hüküm verilmesi ve bu alanların dinden ayrı tutulması amaçlandı. Sonuçta devletin ideolojisi, kanunları ve kurumları İslamiyetin meşru gördüğü şekilde değil, Batıdan alınmış modellere göre olacaktı. Artık geçmişte İslamiyete dayanan ve ulemaya danışılan herşeyin yerine, Batıya uygun olan geçecekti. Sekülerizmin hayatın her yönüne sızmasıyla, Müslümanlar İslamiyeti kişisel alana ve hayatın moral yönüne hapsetmiş oluyorlardı. Artık hayatın sosyo-politik alanlarını yenilemek adına Batı tarzı izlenecekti.
Siyasetteki seküler duruşta Taha Husayn’ın ülkesi için tasarladığı siyasi yaklaşım benimseniyordu. Örneğin,Husayn: “yönetimimizde Halifenin kılavuzluğuna ihtiyacımız yok. Bunun yerine İslami işaretler taşıyandan ziyade Batınınkine uygun olan ulusal ve seküler mahkemeler kurmalı ve kanunlar yapmalıyız” diyordu[42].
Siyasette seküler bakış “Al-Islam wa Usul al-Hukm(İslam ve Prensipleri) adlı kitabında Ali Abd al-Roziq(1888-1966) tarafından da destekleniyordu; bu kitapta Peygamberin belirli bir yönetim şeklini öngören bir şey yapmadığını ve böyle birşeyin ne Kuran’da ne de Sünnet’te yer aldığını söylüyordu. İslam’da belirtilen otorite kaynakları artık geçerli değildir ve demokratik prensipler İslami olanlardan daha üstündür diyordu. Ona göre, halifelik zorunlu olmadığı gibi, İslamiyet’in gerektirdiği kurumlardan biri de değildi. Kuvvetin kaynağı olmaktan ziyade zayıflığın kaynağı olduğunu düşünüyor ve birçok kötülüğe sebep olduğunu söylüyordu. O:
Halifeye ihtiyacımız yok ne dini hayatımızda ne de sivil hayatımızda çünkü halife herzaman  İslamiyete ve Müslümanlığa zarar getirmiş, kötülüğün ve bozukluğun kaynağı olmuştur”
demekteydi[43].
Peygamberin bir yönetici olduğu teorisini de reddediyordu;  peygamber sadece bir vaizdi ona göre[44]. Peygamberin bir yönetici olarak rolünü inkar ediyordu ve peygamberden sonra gereksiz bir kurum olan halifeliğin devam etmesini savunmak İslamiyetin esasını değiştirmeye teşebbüstü ona göre[45]. Karşı çıkış barındıran bu çalışmasında, Abd al-Raziq, İslamiyetin bir din olduğunu, devlet yönetimi için bir mesaj içermediğini, ruhani olanı geliştirdiğini ve bir siyasi kurum olmadığını iddia ediyordu. Bu söyledikleri onun din alimleri tarafından ünvanının alınmasına neden olmuştur.
Moral Değerlere Etkisi
Sekülerizm moralitenin dinden ayrılması gerektiğini savunmaktadır. Seküler sistem altında moralitede, dinin insan davranışı üzerinde hiçbir denetimi olmayacaktır. Sosyal moralite alanında, dinin kılavuzluğuna gerek yoktur. Seküler Batılı filozoflar ahlaki unsurların dinle ilgisi konusunda  bazı sorular sormuşlardır. İlk soru, iyi ve kötü bilgisinin kaynağı ile ilgilidir. Uzlaşılmış bir cevap yoktur buna; daha çok başka kaynaklara bakmaktadırlar-tecrübe,sezgi,akıl vb. Bu yüzden insanlar karışık bir durumun içinde bulmuşlardır kendilerini. Sonuçta bir insanın ya da grubun iyisi ile başkalarının ki karşıtlık içinde bulunabilmektedir. Dini yönden, iyi ve kötünün gerçek bilgisi Tanrı tarafından verilmiştir. Diğerleri ancak ikincil kaynak olabilirken, bu birincil kaynaktır. Örneğin, Tanrının iyi dediği herşeyin, insanın yaşadığı tecrübeyle iyi olduğu ortaya çıkar. Adaletin, dürüstlüğün, doğruluğun ve eşitliğin prensipleri Tanrı tarafından iyi prensipler olarak bildirilmiştir ve insan yaşayarak bunların iyi olduğunu kanıtlamış olur.
İkinci soru moral hukukun yaptırımı ile ilgilidir. Bu soruya,  moral hukukun herhangi bir dış güce ihtiyacı yoktur; bu içten gelen birşeydir şeklinde cevap vermiştir bazı filozoflar. Bazıları da moral hukukun yaptırımının siyasi güç olduğunu ve tüm bu güç ve işlevlerin devlette bulunduğunu söylemektedirler. Bir diğer grup ise toplumun bir yaptırım gücü olduğunu söyler. Tüm bu cevaplar insan hayatında karışıklık oluşturmaktadır. Gerçekte ise ne toplum ne de devlet mükemmeldir ve hata yapabilir. Örneğin, Batı toplumlarında homoseksüelliğin yasal olarak meşru hale getirilmesi yanlıştır ve insan doğasına aykırıdır. Dini açıdan, moral hukukun gerçek yaptırımı bizim Tanrıya olan inancımızdır.
Üçüncü soru moral davranışı güdüleyenin ne olduğudur. Bu soru da farklı fikir okulları tarafından faklı şekillerde cevaplandırılmıştır. Bazıları güdülenin toplumdan saygı görme şeklinde olabileceğini, cezadan sakınmanın ise başkaları tarafından kınanma şeklinde gerçekleştiğini söylemişlerdir. Diğerleri de güdülemenin kendi mükemmeliyetini ve hazzını oluşturma şeklinde olacağını söylemektedirler. Bu çeşit sorular insanların moral karmaşıklık içinde olduğunu göstermektedir. Dini bakımdan, son kertede amacın,  inancının gereği olarak, Tanrının memnuniyetini kazanmak  ve  ahirette Tanrının cezalandırmasından korkmaktır ki davranışların asıl güdüsü bu olmalıdır.
Tanrının kılavuzluğunun uzaklaştırılmasının sonucu, insanların hiçbir yargılama sistemi olmayan değişken moralite sistemi krizi ile karşı karşıya gelmesidir. Dini bakımdan, moralite sistemi insanın sınırları ve zayıflığı sebebiyle insan tarafından düzenlenemez-insanlarda önyargı, açgözlülük, bencil arzular bulunur;  insanın bilgisi ve tecrübesi sınırlıdır. Bu yüzden, insan kendi moralite sistemini kurmaya çalışmaktadır ve bu sistem hiçbir zaman mükemmel olmayacaktır. Her zaman rutin olarak değişim, yenilenme, güncellenme ihtiyacı içinde olacaktır. Oysa Tanrı  insanlık için herşeyin en iyisini bilmektedir ve bu yüzden Tanrı kılavuzluğunda herşey  her zaman mükemmel olacaktır.
Sonuç
İslamiyet birçok uyum sağlama teşebbüsü yapılmış olsa da sekülerizm fikrine uygun değildir. Müslümanlar seküler hayat tarzı ve kurumları ile uyum sağlayamaz çünkü sekülerizm hayatın her alanında İslamiyetin azalmasına neden olur.Müslümanlar seküler sızma sonucu oluşacak tehlikeli etkilerden kendilerini korumak için gelenek, değerler ve inançlarının tam idraki içinde olmak zorundadırlar. Müslümanların ilerleme ve gelişme güdüsü ile sekülerizme ihtiyaçları yoktur çünkü İslam zaten belirli sınırlar içinde ilerleme ve gelişmenin yolunu göstermiştir. İslamiyet aklı kullanmayı da emretmiştir zaten. Ancak Tanrı rehberliğine hiç önem arzetmeyen Sekülerizmden farklı olarak akıl, Tanrı rehberliğinde ikinci sırada yer alır; sekülerizmde insan aklı ve çıkarı üstün değerler olarak gösterilmektedir oysa.
Sekülerizm Müslüman hayatı ile hiçbir şekilde uyumlu değildir. Kuran dinin devlet ve toplum ile ilişkisini vurgulayan birçok ayet içermektedir. İnsan ruhunun kurtuluşunun ancak kilise önderliğinde olacağını belirten Hristiyanlıktan farklı olarak, İslam devlet ve toplumsal ilişkiler ile ilgili konularda yasalar ortaya koymuştur. İslamiyet İslam devletinin insan aklı ve tecrübeyle ancak belirtilmiş felsefe, idealler, kriterler ve amaçlar doğrultusunda olmak üzere belirli kurumlar, teoriler ve kanunlar yapmasına izin verir. Kuran Müslümanlar için direk bir devlet emretmediği ve detaylı bir İslam devleti anayasası belirtmediği halde, bu din ve devlet arasında hiçbir ilişki olmayacağı anlamına gelmemektedir. Kuran bir İslam devleti kurulmaksızın yerine getirilemeyecek kesin dini görevler öngörmüştür-zekat verme zorunluluğu, hudud(hadlerin) uygulanması (Kuran ve Sünnette belirlenmiş, kısas ve diyet dışındaki cezai müeyyideleri ifade eden bir fıkıh terimidir),yargı sistemi düzenlemek vb. Bir devlet   oluşturma dinin esas öğesi olarak görülemez; daha çok, insanın hayatını iyi bir şekilde yaşaması için dinin gerektirdiği bir sivil yükümlülüktür. Burada İslam devletinin sivil ve İslami terimlerinin sekülerizmdeki anlama gelmediğini belirtmek gerekmektedir.
İslamı devletten ayırmanın ya da dünyevi işlerden ruhani işleri ayırmanın hiçbir yolu yoktur. Bu yüzden, İslamiyet Hristiyanlıktan farklıdır çünkü Hristiyanlık tamamiyle ruhani bir dindir- Sezarın hakkı Sezara, Tanrının hakkı Tanrıya diyen bir din. İslam hem inanç hem de Şeriat dediğimiz bir hukuk düzenidir ki Tanrının kuralları tarafından yönetilen bir dini-siyasi toplum tasavvur etmiştir. İslamiyet iki esaslı bileşenden oluşur:inanç ya da doktrin(akide) ve bu doktrinde(şeriat) yer alan kural ve düzenlemeler sistemi. İslam akidesi  insanın ve evrenin mevcudiyetine dair temel sorulara güncel ve kapsamlı cevaplar sunmaktadır; İslam Şeriatı insanoğlunun işlerini yönetecek kapsamlı bir kanun ortaya koymaktadır. Bu yüzden, sekülerizm İslam dünya görüşü ile uyuşmaz çünkü sekülerizm dünyevi olanla uhrevi olanı ayırmaktadır; sekülerizm ancak batı tanrı anlayışına(tanrı dünyayı yarattıktan sonra onu kendi haline bıraktı diyen) uyabilir.  Bu anlayış Yunan felsefesinden özellikle de Aristo’dan(tanrı dünyayı ne kontrol altında tutar ne de dünya ile ilgili herşeyden haberdardır diyen) miras kalmıştır. Buna göre, tanrı insanlara kendi işleri ile kendilerinin ilgilenmesine izin vermiştir. Müslüman açısından ise, Allaha evrenin yaratıcısı, sahibi ve hakimi olduğunu düşünerek inanırız; Allahın yargılaması sadece kişisel meselelerle sınırlı değildir. Eğer Allahın kılavuzluğuna toplum, devlet, siyaset, ekonomi, kültür ve hayatımızın diğer alanlarında ihtiyacımız yoksa, kişisel meselelerimizde niye olsun ki?
 
[1] Martin Luther 10 Kasım 1483’de Eisleben’de doğmuştur.Babası bir maden işçisidir.Mansfield, Magdeburg ve Eisenach okullarından sonar 1501’de Erfurt Üniversitesine girmiştir.Luther ile ve reformasyonun başlaması ile ilgili daha fazla bilgi için bkz.Williston Walker,A History of the Christian Church(New York:Charles Scribner’s son,1970), s.302-311.
[2] Oloyede, “Secularism and Religion: Conflict and Compromise(An Islamic Perspective)”, in Islam and Modern Age(New Delhi: Islam and the Modern Age Society,February 1986),vol.5,s.23.
[3]  Bkz.Malcom B. Hamilton,The Sociology of Religion: Theoretical and Comparative Perspectives(London and New York:Routledge Publications,1995),s.82.
[4] Freud psikoanalizin kurucusudur.Freiberg,Moravia’da doğumludur. 3 yaşındayken,ailesi Vienna’ya taşınmıştır ve 1873’de Freud Vienna Üniversitesine girmiştir.Burada ilaç üzerine çalışmıştır.Norolojide uzmanlaşmış ve bu alanda birçok labarotuvar araştırmalarında bulunmuştur. Bu araştırmaları 1885 ve 1886’da yayınlanmıştır. Birkaç klinik çalışmalarını da yayınlamıştır.Bazı arkadaşlarının etkisi altında norolojinin psikoanaliz alanı ile ilgilenmişlerdir. Bkz.Paul Edward(editor), The Encylopedia of Philosophy,vol.3 and 4,s.249.
[5] Daha fazla bilgi için bkz.Sigmund Freud,The Future of Illusion(New York:Doubleday and Company,1961).
[6] Bkz. Hans Kung, Edward Quinn(trans), Does God Exists? An Answer for Today(New York:The Crossroad Publishing Company,1990),s.34.
[7] Patrick Masterson, Atheism and Alienation: A Study of the Philosophical Sources of Contemporary Atheism(New York:Gill and Mac Millan,n.d),s.128.
[8] Dinin illüzyon fikri daha evvelden 19.yy filozofu olan Ludwig Feuerbach(1804-1872) tarafından ileri sürülmüştür.Onun Tanrıya inanç ile ilgili fikirlerin daha ayrıntılı görmek için bkz.John Hick, Classical and Contemporary Readings in the Philosophy of Religion(New Jersey:Englewood Cliffs,1990),s.149-163.
[9]  Bkz.Bertnard Russell,History of Western Philosophy: And Its Connection with Political and Social Circumstances from the Earliest Times to the Present Day(London.Routledge Publications,1961),s.732.
[10] Bkz. Samuel Enoch Stumpf, Philosophy: History and Problems(New York:Mc Grew Hill Book Company,1983),vol.1,s.358;bkz.Bryan S.Turner, Religion and Social Theory: A Materialist Perspective(New Jersey:Humanities Press,1983),s.40-42.
[11] Trevor Ling, A History of Religion: East and West(London:Mac Millan Press,1968),s.5.
[12] C.Williams, Faith in a Secular State(London:Fontana Books,1966),s.34.
[13] Kirkpartrich(editor), Chamber’s Twentieh Century Dictionary(London:W.R.Chambers Ltd.,1983),vol.II.
[14] The Lexicon Webster Dictionary(USA,1971),vol.II,s.869.
[15] The Encylopedia Americana (Connecticut:Grolier Incorporated,1991),vol.24,s.510.
[16] G.A.Almond and G.A.Powell jr.,Comparative Politics(Boston:Little Brown and Company,1966),s.24-25.
[17] Arnold Toynbee, An Historical Approach to Religion(London:Oxford University Press,1956),s.180.
[18] Wilbert G.Moore,Social Change(Eaglewood Cliffs:Prentice Halls inc,1963),s.79-80.
[19] Harvey Cox,The Secular City:Toward a Post Modern Theology(New York:Mac Millan Company,1967),s.1-2.
[20] Age.
[21] Syed Naquib al Attas, Islam and Secularism(Kuala Lumpur:International Institute of Islamic Thought and Civilization(ıstac),1993),s.18-19.
[22] Age.
[23]Dr.Muhammad Imara iki ana kategoriye ayırmaktadır:Aşrıcılar(çoğunluğu dini tümden reddeder) ve ılımlılar(çoğunluğu tanrıya inanır,dinle bir sorunu yoktur hatta dini görevlerini yerine getirir fakat din ve dünya hayatının ayrılmasını savunur). Muhammad Imara,Ma’rakat al-Islam wa Usul al-Hukm(Cairo:n.p.,1989),s.170-171.
[24] Taha Husayn,Mustaqbal al-Thaqafah fi Misr(Cairo:n.p.1938),s.41-42.Cümle Albert Hourani,Arabic Thought in the Liberal Age:1798-1939,s.330’dan alıntıdır.
[25] Bkz.Sidney Glazer(trans), The Future of Culture in Egypt(Washington D.C:American Council of Learned Societies,1954),s.136.Bu kitap Taha Husayn’nın Mustaqbal al-Thaqafah isimli kitabının  çevirisidir(ikicilttir ve Cairo 1938 yayınıdır).
[26] Tom Sorell, Scientism: Philosophy and the Infatuation with Science(London and New York:Routledge Publications,1991),s.1.
[27] Comte Fransa,Montpellier doğumludur.Ailesi koyu bir Katolik olmasına rağmen,kendisi14 yaşıdayken,Tanrıya artık inanmayacağını ilan etmiştir.Auguste Comte’un biyografisi ile ilgili detaylı bilgi için bkz.Mary Pickering,Auguste Comte:An Intellectual Biography,vol.1(Cambridge,New York:Cambridge University Press,1993).
[28] Evrimin(burda evolution demek daha doğru(çeviren)) anlamı potensiyelin ortaya çıkması anlamına gelmektedir.19.yy’da Charles Darwin’in teorisi,hayatın inorganic olandan ortaya çıktığı sanısı üzerine kuruluydu.ayrıntılı bilgi için bkz.Micheal Nequs,Reactions to the Theory of Evolution in Osman Bakar(editor), ritique of Evolutionary Theory:A Collection of Essays(Kuala Lumpur:The Islamic Academy of Science,1987),s.69.
[29] Evrim fikri Kurana tersttir çünkü dünyanın ve tüm türlerin Allah tarafından yaratıldığını belirtmektedir.İnsanın kökeni tarih öncesi hayvanlar değil,Allah tarafından yaratılmış ve İslamiyette Adem olarak bilinen ilk insandır.Evrim Allahın yarattığının kutsallığını bozmaktadır; aynı zamanda Allahın yaratıcı ve hayatı sürdüren olarak daimi varlığının bilinmesini de bozmaktadır(el-Hayy ve el-Muhyi).Teori aynı zamanda bilimi dinden ayırmakta ve insanların dinle ilgisi olmadan hayatın mucizelerine bakmasına neden olmaktadır.
[30] Evrim teorisi hakkında bilgi için bkz.Charles Darwin,The Origin of Species by Means of Natural election(London:John Murray,1959). Yeni baskısı için bkz. G.G Simpson, The Major Features of Evolution(New York:Colombia University Press,1955), ve The Meaning of Evolution: A Study of the History of Life and its Significance for Man(New Heavan:Yale University Press,1966);bkz.Edward Craig(editor), Routledge Encylopedia of Philosophy,vol.3,s.795.
[31] Syed Muhammad Naquib al-Attas,Islam:The Islamic Concept of Religion and the Foundations of Ethics and Morality(Kuala Lumpur:Dewan Bahasa dan Pustaka,1992),s.46.
[32] İslamiyette bilimsel araştırma yapmak aslında mecburidir.Din ve bilim arasındaki karşıtlık Katolik-Avrupa meselesidir.
[33] Bu fikir onun 1869-1970’de İngiltere’yi ziyaretinden sonra oluşmuştur.
[34] Fazlur Rahman,Islam,s.218.
[35] Deizm kaynağını doğadan alan,tüm dinleri reddeden tek tanrı inancıdır. Deizmde sadece evrenin işleyişi için doğa kanunlarını koyan,bundan başka hiçbir müdahalede bulunmayan bir tanrı inancı vardır(çeviren).Ayrıca bkz.Encylopedia Americana,vol.,s.644.
 
[36] Aslam Siddiqi,Modernization Menaces Muslims(Labore:Shaikh Muhammed Asraf,1981),s.47.
[37] Bkz.Sayyed Hossein Nasr, Islamic Life and Thought(Albany:State University of New York Press,1981),s.13.
[38] Yusuf al-Qardhawi,How the Imported Solutions Disastrously Affected our Ummah?
[39] Albert Hourani,Arabic Thought in the Liberal Age,1798-1939,s.41.
[40] H.A.R.Gibb,S.j.Show and W.J Polk(editors),Studies on the Civilization of Islam(Princeton:Princeton University Press,1982),s.247.
[41] Bkz.D.Smith, Islam and the Search for Social Order in Modern Egypt:A Biography of Muhammad Husayn Haikal(Albany:State University of New York Press,1983),s.97-98.
[42] Nadav Sadran,Egypt in Search of a Political Community(Cambridge:Harvard University Press,1961),s.157’den alıntıdır.
[43] Ali Abd al-Raziq, Al-Islam wa Usul al-Hukm(Cairo:n.p.1925),s.38.
[44] Mazharuddin Siddiqi, Modern Reformist Thought in the Muslim World(Islamabad:Islamic Research Institute,1982),s.157.
[45] Peygamberin otoritesinin olmadığı imkansız bir durumdur.Kuran birçok suç için ceza belirlemiştir-hırsızlık,zina gibi.Eğer Peygamberin bu suçlara ceza verme otoritesi olmasaydı,nasıl yönetecekti ki?Peygamber birçok anlaşmalar da yapmıştır.Mekke inanmayanları ile yaptığı Hudeybiye anlaşması gibi. Eğer sadece vaiz idiyse bu anlaşmalrı nasıl yaptı?
- See more at: http://www.iktibasdergisi.com/30692/#sthash.qptK0DUm.dpuf