Rojava-2 Baas dönemi Kürtler

Baas: Arapçada ‘yeniden doğuş’ demektir.

VAN 20.02.2016 10:32:43 0
Rojava-2 Baas dönemi Kürtler
Tarih: 01.01.0001 00:00
 ‘Arap Kemeri’ projesi kapsamında Suriye’nin Türkiye sınırına köyler inşa etmesi, Kürt köylerinin boşaltılması ve bölgeye Arap aşiretleri yerleştirilmesi, Kürtçe olan yerleşim yerlerinin isimlerinin Arapçaya çevrilmesi, Kürtçe konuşmanın, yazmak hatta düğünlerde Kürtçe müzik dinletmenin bile yasaklanması.

Bizdeki Kemalizmin Arapça tercümesi olan Baas Partisi’nin uygulamalarının da Kemalist sistemle aynı olması olağan ama dikkat çekicidir.

Baas: Arapçada ‘yeniden doğuş’ demektir. İsim babası ilk olarak ‘El-Baas El –Arabî’ (Arapların yeniden doğuşu) tanımını kullanan Zeki Arsuzi olarak kabul edilir. Zeki Arsuzi 1900 Suriye-Negye doğumlu, Alevi bir ailedendir. Lise öğrenimini Konya’da, Üniversite öğrenimini de Fransa Sarbon Üniversitesi Felsefe bölümünde almıştır.

Baas Partisi 1943 yılınca ikisi de arap milliyetçisi ve sosyalist olan Selahattin Bitar ve Micheal Eflak tarafından kurulmuştur.

1960’lı yıllara gelince Baas Partisi kuruluş felsefesinden uzaklaşmış, Parti içinde yeni kuşak Baasçılar ve eski kuşak Baasçılar kavgası başlamış bu kavga kurucu olan Bitar ve Eflâk’ın partiden ihracı ve Lübnan’a sürülmesiyle parti içi kavga son bulmuştur.

1966 yılında Baasın genç subayları Hafız Esad ve Salah Cedid’in askeri darbe ile iş başına gelmesiyle bu defa da Baas milliyetçiler ve ilerciler olarak ikiye ayrıldı. 1970 Askeri darbesiyle Devlet başkanlığına A.Habib, Başbakanlığa da Hafız Esad’ın gelmesi darbeden 4 ay sonra yapılan seçimle Nusayri olan Hafız Esad’ın Devlet Başkanı olmasıyla Suriye’de bugün hala işbaşında olan sosyalist, mezhepçi, ulusçu diktatörlük düzeni kurulmuş oldu.

Hafız Esad’ın ilk yaptığı iş devletin tüm kademelerine Suriye nüfusunun %12’si olan Alevi/Nusayri/Dürzi mensuplarını getirmek, bu kesimden 200 bin kişilik bir ordu kurmak ve bu ordunun başına kardeşi Rıfat Esad’ı getirmek ve hapisteki Sünnileri öldürmek oldu.

Fransızlar döneminde Cezire bölgesindeki olaylarla başlayan ve daha sonra ulusçu arap hükümetler ve Baas iktidarları ile devam eden Kürtlere yönelik ayrımcılık ve zulüm Esad iktidarında da devam etmiştir.

Baas partisinin ‘Cezire’nin ikinci İsrail olmasına müsaade etmeyeceğiz’ sloganı ile Cezire’ye atadığı Emniyet müdürü Muhammed Hilal’ın ‘Kürt meselesi, Arap ulusunun vücudunda büyüyen habis bir urdur. Bunun tek ilacı da bunu söküp atmaktır’ diyerek ‘Arap Kemeri’ projesini hayata geçirmiştir. Bu proje kapsamında Suriye’nin Türkiye sınırına köyler inşa edilmiş, Kürt köyleri boşaltılmış ve bölgeye Arap aşiretleri yerleştirilmiştir. Kürtçe olan yerleşim yerlerinin isimleri Arapçaya çevrilmiş, Kürtçe konuşmak, yazmak hatta düğünlerde Kürtçe müzik dinlemek bile yasaklanmıştır. Bizdeki kemalizmin Arapça tercümesi olan Baas Partisi’nin uygulamalarının da Kemalist sistemle aynı olması olağan ama dikkat çekicidir.

1963’ten beri devamlı sıkı yönetim uygulanan bölgeden 140 bin Kürdün göç ettirip yerlerine Tabka barajı nedeniyle yerlerinden olan Fırat bedevilerinin yerleştirilmesi planı kapsamında 60 bin Kürt Şam’a, Lübnan’a ve Türkiye’ye göç ettirilmiş ve tüm mal varlığına el konulmuştur. Türkiye’nin aranan kişiler listesinde olanlar da tutuklanarak Türkiye’ye iade edilmiş onların da mal varlığına el konularak yerlerine Araplar yerleştirilmiştir. Bölgeye 40 Arap köyü inşa edilmiş, yerleştirilen 7 bin kişi silahlandırılmıştır. Arap Kemeri inşaası Hafız Esad tarafından 1970’te sonlandırılmış ancak yasaklar devam etmiştir.

Nüfusun en fakir ve mahrum bölümünü oluşturan Kürtlerden maktumimlere (kaçak göçmen) Hafız Esad döneminde orduya kayıt olma hakkı verilmiş, müracaat eden Kürt gençler Rıfat Esad’a bağlı ‘Özel Kuvvetler Komutanlığı’ bünyesinde istihdam edilmiştir.

Esad 1980 yılında kendisine yapılan başarısız suikast girişiminden Müslüman kardeşleri sorumlu tutarak Hama’da yaptığı katliamda bu Kürt birliklerini kullanması ve akabinde Kürt siyasi tutuklular için genel af ilan etmesi Sünni Arapları doğal olarak Kürtlere karşı öfkelendirmiştir.

Öcalan’ın Şam’a gitmesinden sonra Esad Türkiye’ye karşı silah kullanma şartını kabul eden tüm Kürtleri Suriye’ye kabul etmiş ve her türlü desteği vermiştir. İstihbaratın başındaki kardeşi Türkiye’deki 12 Eylül darbesinden kaçan herkes ile bizzat görüşmüş ve Öcalan ile birlikte olup Türkiye'ye karşı silah kullanacaklarsa onları Suriye’ye kabul etmiş, bu şartı kabul etmeyen Kürtleri ise Türkiye’ye iade etmiştir.

Kendi ülkesinde Kürtlere her türlü zulmü yapan, haklarını (Mülk edinme ve Vatandaşlık dahil)vermeyen Esad’ın Kürtleri Türkiye’den haklarını almak için silah kullanma şartı koşması ve bu şartı kabul edenlere her türlü desteği vermesi manidardır. Suriye rejimi, Fırat nehri suyu ve Hatay’ı kendi toprağı olarak görmesi nedeniyle Türkiye’ye karşı her türlü silahlı unsuru devamlı kullanmıştır.

Birçok kişinin şehadet ettiği ve alametlerin de kendilerini haklı çıkardığı bir başka durum da Öcalan’ın Türkiye İstahbarat elemanları tarafından Şam İstihbaratına teslim edildiği ve 12 eylül darbesinde yakalanmamasını sağlandığıdır. Bu konuya da Rojava-3 yazımızda değineceğiz.

Esad’ın Kürtlerle iyi geçinme dönemi 1990 yılından itibaren Saddam ile yakınlaşınca önce Irak Kürtlerinden desteğini çekmesi ardından Irak’ta oluşan fiili durumdan cesaret alan Rojava Kürtlerinin de kültürel hak taleplerini dile getirmesiyle son bulmuştur.

1992 yılında Kürtler ‘maktumim’ uygulamasını 30. Yıldönümünde protesto etmek için basın açıklaması yapınca Esad, Haseke, Rasulayn, Qamişlo ve Afrin’de 260 Kürt siyasetçiyi tutuklayarak ittifaka son vermiştir.

Esad rejiminin Kürtlere uyguladığı baskıları ancak dünya basınına yansıdığı kadarını veya Rojava Kürtlerinin Türkiye’deki akrabalarına anlattığı kadarına vakıfız. Despot rejimin uygulamalarının halkta meydana getirdiği korkuyu izah etme adına yaşadığım bir anekdotu anlatmak isterim.

Suriye’de ‘Arap Baharı’ adıyla kitlesel halk eylemlerinin başladığı zamanlardı; Türkiye’ye gelen bir tanıdığıma orada olan biteni sorduğumda önce etrafına endişe ile bakmış, sonra koluma girerek beni tenha bir yere götürüp kısık sesle olanları anlatmıştı. Ben de gülerek kendisine “endişe etmene gerek yok sen Türkiye’desin” dediğimde “El-Muhaberat her yerde var ve Esad aleyhine konuşmanın cezası infazdır” demişti.

Hafız Esad, ordu ve güvenlik güçlerinin komutanlığını alevilere vererek, Muhaberat ötgütünü kurarak ve rejime bağlı yine alevilerden oluşan ‘Şebbiha’larla (Rejime bağlı özel çeteler) diktatörlüğünü sağlama almış sırasıyla:

1962 Güvenlik yasası, 1965 Devrim koruma kanunu, 1967 Askeri mahkemeleri düzenleme yasası, 1969 Devlet Güvenliğini sağlama alma yasası, 1968 Devlet Güvenlik mahkemleri yasası, 1980 49 sayılı kanun ve 1981 Devlet Kurumlarında çalışmayı düzenleyen kanunlarla korku imparatorluğunu pekiştirmiştir. (Yasaların adına ve tarihine dikkat edin Türkiye’de Kemalist sistemle ne kadar parelel gidiyor)

Esad’ın kendi ülkesinde Kürtleri ezip, Türkiye’ye karşı da PKK’yı desteklemesi her ne kadar resmi kayıtlara göre 1999 Adana protokolünün imzalanmasına kadar sürmüş gözükse de Esad (Baas) PKK ittifakı hiçbir zaman bitmemiştir. Kemalizm, Apoizim, Şiaizim ve Baas ittifakı hiçbir zaman da bitmeyecektir. Bu ideolojik ittifakın değişmez diğer kuralı da Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de hep ölen, ezilen, kaybeden ve kullanılanların Kürtler olduğu gerçeğidir.

Hafız Esad’ın ölümü üzerine yerine geçen oğlu Beşar Esad’ın Cezire bölgesini ziyaret etmesi ve 1960’lı yıllarda başlayan Maktumim uygulaması için bir çözüm bulacağı sözü vermesi Rojava bölgesinde bir sevinç uyandırmış ve Devlet Kürtler üzerindeki zulümlerini biraz da olsa hafifletmiştir. 11 Eylül saldırısı nedeniyle ABD’nin Suriye’yi tehdit etmesi üzerine Beşar Esad Kürtlere verdiği sözlerin hiç birini tutmamış babasının uygulamalarına kaldığı yerden devam etmiştir.

Ancak Qamişlo’da; 12 Mart 2004 yılında El Cihat ve El Fetih takımları arasında yapılan futbol maçında Arapların Saddam posteri açmasına Kürtlerin tepki göstermesi üzerine başlayan olaylar, Rasulayn, Haseke, Amude ve Halep’e de sıçramış olaylarda Suriye bayrakları yakılmış, bazı yerlere Kürdistan bayrağı açılmış, Hafiz Esad heykelleri devrilmiş ve 8 gün süren olaylar sırasında tahminen 150 kişi öldürülmüştür.

Rojava Kürtlerinin rejim karşısındaki en kapsamlı ve büyük isyanı olan bu Qamişlo olayları sonrasında çok sayıda tutuklama olmuş Beşşar ve Kürtler arasında başlayan sıcak ilişkiler kısa bir süre içerisinde bitmiştir.

Normalde Esad ailesiyle iyi ilişikileri olan Haznevi ailesi mensubu Şeyh Maşuk, Qamişlo olayları sonrası rejim aleytarı bazı söylemlerde bulunması ve Kürtlerin kültürel haklarını talep etmesi üzerine Mayız 2005 yılında kaybolmuş üç hafta sonra deyr ez-zor şehrinde ölü olarak bulunmuştur. Rejim her ne kadar şeyhin ölümünden suç çetelerini sorumlu tutsa da başka oğlu olmak üzere tüm ailesi ve Kürtler bu cinayetten Esad rejimini sorumlu tutmuştur.

Baas'ın Kürt politikasını tek kelime ile özetlemek gerekirse; Öcalan’a ev sahipliği yapıp desteklemekle Türkiye Devleti ile hesabını görmek, kendi içindeki Kürtlere yaptığı zulümlere baş kaldıran Kürtleri de yine PKK eliyle susturmak, terbiye etmek ve kontrol altında tutmak. En önemlisi de Sünni Araplara karşı Kürtleri kullanarak iki halkı birbirine düşman edip kırdırmak... 


Bir sonraki yazı: ‘Rojava-3 Suriye Kürtleri ve Öcalan’

KONUYLA İLGİLİ 1.YAZI OKUMAYANLAR İÇİN

ROJAVA-1- Suriye Kürtleri

Rojava: Kürtçe güneşin battığı yön yani ‘Batı’ demek. Batı’dan kasıt Kürdistan coğrafyasının batısıdır. Suriye iç savaşı ile aşina olduğumuz bir tanım, anlamını bilmeyenler de son iki yılda sıkça kullanır.

Orada yaşayan Kürtler, Araplar, Ermeniler, Türkmenler düne kadar birlikte yaşadığımız ancak Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasıyla Emperyalistlerin çizdiği haritada Suriye’de kalan akrabalarımız yani kardeşlerimiz.

Kürtler bu sınırları hiçbir zaman kabul etmediler, uzun yıllar bu dikenli tellerin geçici olduğunu zamanla kalkacağını zannettiler. O nedenle Kürtler sınırın öte tarafına hiç Irak veya Suriye demediler. Hala da Türkiye’de kalan Kürtler ‘Binxet’ (Hattın aşağısı) ve Suriye ve Irak’ta kalan Kürtler de ‘Serxet’ (Hattın yukarısı) derler.

Osmanlının dağılmasından belki de en çok Kürtler etkilendi. Çünkü aynı milletin çocukları her biri başka bir devletin vatandaşı oldu ve o devletlerin ulusçu, ırkçı politikalarının zulmüne maruz kaldı. İki öz kardeşin bir anda her birinin ayrı bir devletin vatandaşı olduğunu ve ikisinin köyü arasına mayın döşenmesinin oluşturduğu travmayı takdir edersiniz. Hiç şüphe yok ki Kürtlerin de en çok zulüm göreni  ve en çok baskıya maruz kalanları da ‘Rojava’ yani Suriye tarafında kalan Kürtler oldu.

Bunun iki önemli sebebi var. Birincisi Suriye’de kalan Kürtlerin; Irak’taki Berzani hareketi gibi veya İran’daki Qadı Muhammed hareketi gibi örgütlü bir yapıları yoktu ve Türkiye’deki gibi kalabalık bir nüfusa sahip değillerdi. Türkiye’de olduğunu gibi Kürtler  Suriye’nin kurucu unsuru olarak da kabul edilmediler. Suriye’de kalan Kürtler ayrıca mensup oldukları tasavvuf erbabının hilafet seceresinin Türkiye’de kalan Kürt mutasavvuflara bağlı olması, alimlerinin de icazet seceresinin aynı şekilde olmasından dolayı hep anavatan olarak Türkiye’yi gördüler.

İkinci ve en önemli sebep ise Suriye Arap Cumhuriyeti, Baas dikatatörlüklerinin en despot olanı ve diktatörün sadece ulusçu/Irkçı değil aynı zamanda mezhepçi olmasıydı. Başlarda Irkçı Arap rejim sonra da Esad Baas diktatörlüğü Kürtlere hem Kürt oldukları için hem de ehl-i sünnet oldukları için zulümlerin en şiddetlisini ve diğer halklara uyguladığı zulmün katmerlisini uyguluyordu.

Bugün 22 milyon nüfusu olan Suriye’de 2 veya 2.5 milyon Kürdün olduğu tahmin ediliyor. Bu da nüfusun yüzde 12 ila 15’sine takabül ediyor. Tahmin ediliyor diyorum çünkü Suriye’de nüfus sayımı hiç yapılmadı ve zaten yapılsa da Kürtlerin çoğu vatandaş kabul edilmediği için belki sayıma dahil edilmedi belki de rejim bu sayıyı kamuoyu ile paylaşmadı.

Suriye’de yaşayan Kürtlerin bir iki Ezidi aşireti dışında kalanların tümü Müslüman, ehl-i sünnet ve şafii mezhebinden. Dilleri ise Kürtçenin Kurmanci lehçesi. Kürtler içinde hakim olan tarikat da Nakşibendi tarikatının Halidi kolu. En çok nam yapmış mutasavvufları da Şeyh Mahmud el Karaköylü ve Şeyh Ahmet el haznevidir.

Kürtler, Rojava bölgesi dışında kalabalık bir nüfus olarak Şam’da da Selahaddin-i Eyyubi döneminden beri (12.yy) yaşamaktadır. Kürtlerin Şam ve Halep çevresinde nüfus yoğunlu ise Osmanlı döneminde (19.yy) Hac yolunun güvenliğini sağlamak için yol boyuna Türkiye ve Irak’ta yaşayan Kürt aşiretlerinin o bölgeye göç ettirilip yerleştirilmesi ile oluşmuştur. Sınır boyunca yerleşik olan Kürtler ağırlıklı olarak Qamişlo, Amude, Tirbe Sipi, Hesike, Sere Kaniye, Kobani ve Efrin şehirleri ve çevrelerinde yaşamaktadırlar.  

Şam bölgesi ve Hatay’ın güneyindeki Cebel el Ekrad (Kürd Dağı) bölgesindeki Kürtler Suriye’deki en kadim Kürt aşiretleridir. Nüsaybin’in güneyindeki Cezire bölgesindeki Kürtler ise 1925 Şeyh Said kıyamı sonrasında Anadolu’dan sürgün edilen başta Milli ve Miran aşireti mensupları olmak üzere Türkiye’den gönüllü veya zaruri olarak o bölgeye göç eden veya ettirilen Türkiye kökenli Kürtlerdir.

Fransız mandası döneminde Kürtler, Arap milliyetçiliğine karşı desteklendiği için Suriye’li Kürtler rahat yaşamaktaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’den kaçan herkes de haliyle Suriye’ye gitmekteydi. Kürtlerin rahatça yaşam sürmesinden dolayı o dönemde  Şam ve Halep’te yaşayan milliyetçi aristokrat Kürt liderlerin bağımsızlık çağrıları Rojava Kürtleri içinde bir karşılık bulmamıştır.

Suriye Kürtlerinin ilk örgütlenme faaliyeti HOYBUN (Bağımsızlık) Cemyetir. Hoybun Cemiyeti Şam ve Halep civarında yaşayan milliyetçi Kürtler ile 1925 Şeyh Said kıyamı sonrasında Şark Islahat Planı kapsamında içlerinde birçok siyasi ve dini liderin de bulunduğu Rojava’nın Cezire bölgesine yerleştirilen tahminen 25 bin Kürdün ileri gelenlerini bir araya getiren ilk örgütlenmedir.

Hoybun, 1927 Yılında Beyrut’ta; Palu’lu Şeyh Said’in çocukları, Botan emiri Bedirhan beyin torunları olan Celadet, Kamuran ve Süreyya Bedirhan, Diyarbekir’li Cemilpaşa ailesine mensup Kürt liderler ve Ermeni Taşnak Partisi üyesi Ermeni liderler tarafından kuruldu. Hoybun’un başkanlığını Vahan Papazyan yapıyordu. Hoybun Suriye’de Kürtlerin ve Ermenilerin aynı soydan gelen kardeşler olduğunu sadece dinlerinin aynı olmadığı iddiasıyla faaliyet yürütüyordu. Pazpazyan’ın başkanlığa seçilmesine itiraz eden, başkanın bir Kürt ve Müslüman olması gereğini ifade eden Şeyh Said ailesi daha sonra Bedirhaniler ve Ermeniler tarafından Hoybun’dan çıkarıldı.

Hoybun Cemiyetinin Cezire’deki faaliyetini Müslüman, Ezidi ve Hiristiyan (Süryani, Keldani) Kürt aşiretlerinin birlikte kurduğu HEVERKAN konfedarasyonun lideri meşhur Haco Ağa yürütüyordu. Haco Ağa Fransızların desteğiyle sadece Kürt aşiretleri değil Arap Tay aşiretinin de liderliğini yapmaktaydı. Arap milliyetçiliğine karşı mücadele eden Fransızların Rojava’daki askeri varlığının omurgasını da 200 süvarilik askeri gücüyle Haco Ağa oluşturmaktaydı.

Hoybun 1927-1930 yılları arasında Ağrı’da yaşanan hadiselere damgasını vursa da Rojava’da bir etkinlik gösteremedi. Geneli ehli tasavvuf olan Kürtler için de zaten Hoybun’un bir etkinlik ve karşılık bulması da beklenemezdi. Başta Hoybun olmak üzere Kürtlere liderlik yapmaya teşebbüs eden isimlerin genelinin ortak noktası; Sosyalist, seküler isimler olmasıydı.

1928’de Şam’da kurulan ‘Suriye Kurucu Meclisi’inde yer alan 5 Kürt milletvekilinin 1929 yılında yaptıkları Özerkli talebi Fransızlar tarafından: ‘Kürtlerin Alevi veya Dürziler gibi dini bir azınlık olmadıkları ve genel müslüman nüfusla aynı oldukları’ gerekçesiyle rededildi.

Kürtler siyasi statü talepleri rededilince, Kültürel taleplere yoğunlaştı ve Kürtçenin resmi dil olması ve Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlerde Kürtçe eğitim hakkı talep etti. Fransızlar bu taleplere ‘evet’ dedi ama hayat geçmesine de müsaade etmedi.

Kürt gençleri, Hama’daki askeri okula kayıt yapmak isteyince Fransa bu talebi kabul etti, Kürt gençlerini askeri okula aldı ve daha sonra Şam’daki Arap Yüksek Öğretim okulunda Fransız askeri yetkiler için bir Kürtçe kurs açarak bunu Kürtlere ‘Kürtçe Eğitim faaliyeti’ olarak sundu…

Suriye Kürtleri ile Fransızlar arasındaki uyum 1936’da yaşanan Cezire bölgesindeki karışıklığa kadar devem etti. Hristiyanların Fransız ordusundan aldıkları güç ile Müslümanlara yaptıkları zulümler had safhaya ulaşması üzerine Araplar ve Hristiyanlar arasında başlayan olaylarda Kürtler Araplardan yana tavır aldı ve o olaylarda Haseke, Qamişlo ve Amuda’da çok sayıda Hristiyan öldürüldü. Olaylar bastırıldıktan sonra Fransız Yüksek Komiserliği Cezire bölgesinin yönetmini doğrudan Fransa’ya verdi ve Kürtler, Araplarla beraber hareket ettikleri için ağır vergilere tabi tutularak tüm yerel yönetimlerden men edildi.

İkinci Dünya savaşından sonra Fransa, Suriye’den tamamen çekilince (Bedirhan bey ailesi ve az sayıda Kürt aristokrat dışında) tüm Kürtler İngilizler tarafından kurulan milletçi Arap Hükümetini destekledi. Daha sonra Fransızlar tarafından Suriye ordusuna alınan Kürt subaylar (Her ne kadar Araplaşmış olanlar olsa da) peş peşe gelen Askeri darbelerde hep cunta içinde yer alınca Araplarda Kürtlere karşı bir nefret oluşmaya başladı. Bu durum 1954’te Şişekli’nin devrilmesiyle son hadde ulaştı ve ordudaki tüm Kürt subaylar tasfiye edildi.

Hızla artan Arap milletçiliği Suriye ile Mısır’ın ‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’ adı altında birleşince Suriye’de Bedirhan beyin çıkardığı Hawar dergisi başta olmak üzere tüm Kürtçe neşriyat ve Eğitim faaliyetleri resmen yasaklandı.

Kürtlerin ikinci örgütlenme girişimi 1957’de Dr.Nurettin Zaza tarafından SKDP (Suriye Kürdistan Demokratik Partisi) kurularak yapıldı ama 1960 yılında kendisiyle birlikte SKDP üyesi olan 5 bin Kürt tutuklandı.

1962 yılında Suriye rejimi Kürt nüfusun artışından ve verimli tarım arazilerinin Kürtlerde olmasından rahatsız olunca sadece Cezire bölgesini kapsayan bir nüfus sayımı yaptı ve o sayımda 1950 yılından önce Suriye’ye yerleştiğini ispat edemeyen içlerinde Suriye doğumlu tanınmış subay, şair ve yazarların da olduğu tahminen 200 bin Kürdü yabancı veya kaçak göçmen (maktumim) ilan ederek vatandaşlıktan çıkardı, tüm mal varlıklarına el koydu…

Maktumimler, Suriye’nin en fakir kesimidir. Vatandaşlık, müliyet, ticaret yapma, eğitim görme hatta özgür seyahat etme hakları yoktur. Araplar bunlara fakirlikleri nedeniyle ‘Nan u Pivaz’ (Ekmek Soğan) derler. Ancak bu kesim her dönemde Suriye’de yaşayan Kürtlerin kaderini belirleyen kesim olmuştur…