Tarih: 14.07.2014 13:37

ORUÇ İLE KEMALE HURAFE İLE ZEVALE

Facebook Twitter Linked-in

 

İslam’ın, insan için sunulmuş bir yaşam biçimi olduğunu her fırsatta hatırla (t) maya çalışıyoruz. İnancıyla, İbadetiyle, muamelatıyla, ahlakıyla ve hukukuyla bir bütün olarak…  Her bir ilkesi insana ve insanlığa hayat vermek için özenle seçilip sunulmuştur.  Her bir ibadetin ana hedefi bir tek olan İlah’a kul olma noktasında eşit olmakla birlikte, her bir nevine başka bir özellik nakşedilmiştir.  Namazda, oruçta, zekat ve sadakalarda,  insanlarla ilişkilerimizde ve yakınlarımızla olan münasebetlerimizde kul olmanın, insan kalmanın gereği olan ne lazımsa ilmik ilmik dokunmuştur. İslam’daki “kemal” bunların tamamının icrasıyla mümkündür. İnsan bunlardan bir tanesini ihya ile kulluğun kemaline ulaşamaz.

 Bunların her biri insanın kul olabilmesi ve insan kalabilmesi için Rabbinin belirlediği ritüellerdir.  Her birinin yeri ve zamanı geldikçe icra edilerek hedeflenen sonuca ulaşmak mümkün olacaktır. Ne eksik ne fazla. Tam kıvamında ve kararında yapılarak… İnsanın olgunlaşması, kıvama girmesi, neslinin, nefsinin ve tüm yaratılmışların şerrinden korunması için verilmiş bir fırsat olarak…  Ramazan kelimesinin anlamı: Güneşin şiddetli ışınları altında kalan toprak parçasının yanacak derecede ısınmasına Arap “Ardun ramidâtün” demektedir. Ramazan kelimesi de ışığın şiddetle arza vurması anlamındaki “Ramdun” sözcüğünden gelmektedir. Bizim dilimizde insanlar güneşin şiddetle yeryüzünü ısıttığı temmuz sıcağında hamların has olacağını bu ısıyla meyve ve nebatatın olgunlaşacağını söylerler.  Birde ısının şiddetini belirtmek için  “yumurtayı diksen pişirir” derler.  Buradan da hareketle güneşin arzı yakıp pişirdiği, meyveleri olgunlaştırdığı gibi ramazan da insanı pişiren, olgunlaştıran ve kulluk bilincine erdiren demek olarak aldığımızda daha çok isabet edeceğimize inanıyoruz.

Bu mana bakara suresinin 183. Ayetinin vermiş olduğu mesajda da içkindir. Zira bizden öncekilere farz kılınan bir ibadet, bizi itti kaya  /takvaya eriştirmek, olgunlaştırmak, pişirmek için farz kılınmış olduğu vurgulanmaktadır. İnsanın soğukta ve sıcakta temel ihtiyaçları olan yeme ve içme gibi özelliklerini bırakarak gizli açık Rabbine olan bağlılığının/ itaatinin gereğini yerine getirmesi ve günün her saniyesi bu bilinç ve şuurla devam etmesi kulu, pişirip olgunlaştırmaktadır.  Konuyla ilgili ayetlerde yapılan vurgu da bu minval üzeredir: “Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (Bakara 2/183) “Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakiri doyuracak fidye vermesi gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

” (Bakara 2/184) Buradaki hayrı anlamak için sözle eylemin, ilmel yakin ile hakkel yakinin farkını görebilmek, yaşayarak bizzat tadarak anlamaktır. Elbette bu anlayışın etkisiyle insan çok şey kazanacaktır. Bunların başında Allah rızası gelmektedir. Oruçlu, her hal ve karda Rabbine olan imanını, itaatini, sevgi ve saygısını cisimleştirmektedir. Bunu bütün hücrelerinin iştiraki ile yapıp yaşamaktadır. Bu hali bir biçimde hissedebilmek için, mazeret üretecek özür guruplarının her biri için çareler önererek, bu rahmetten istifade etmenin yollarını da göstermektedir. Bu ayın bir başka özelliği ise, insanlığa şeref ve izzet kazandıran Kur’an’ın indirilmiş olmasıdır. “O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur’ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz.” (Bakara 2/185) İnsanlara doğru yolu gösteren, hak ile batılı ayıran Kur’an’ da bu ayda insanlığa sunulmuştur.  Bu kitap insanlığı dalaletten hidayete, karanlıktan nura, küfürden imana kavuşturmak için gönderilmiştir.

 Ancak onun insanlığa yol göstermesi için, insanlığın da onu rehber edinmesi gerekmektedir. Elde olmayan dilde, dilde olmayan da gönüllerde olmayacaktır. Bu kitabı okumadan anlamadan hayata onunla bakarak yaşamadan nasıl elimizde, dilimizde ve gönlümüzde olacaktır.    Bu kitabı okumak demek onun bize ne söylediğini anlamak, öğrenmek ve öğrendiğimiz bilgiler doğrultusunda bir hayatı yaşamak demektir. Ancak Kur’an’dan öğrenilen bilgilerle yaşanan hayattan Allah razı olacak ve ona ecir verecektir. İşin doğrusu bu iken, bizler sadece görüntüye uyarak anlamadan okuyor anlamadan dinliyoruz. Bu halimizle bizler de Kur’an okuyoruz.

Ancak bir kelimesini bile anlamadığımız için İlk nesli  değiştiren Kur’an bizleri değiştirmiyor. Onları yaşayan Kur’an haline getiren okuma, bizi hiç etkilemiyor. Çünkü okunan ayetlerin bize ne dediğini anlamıyoruz. İnsan anlamadığı bir sözden nasıl etkilenir? Belki bir an okuyanın tegannisinden etkileniriz gözlerimiz de yaşara bilir, ama bizdeki bu duygusal durum bir bilgi ve bilinç oluşturmadığı için kısa bir zaman sonra bu hava yok olup gidiyor. “Kubbede kalan hoş bir seda” kalıyor kulaklarda.  Müslümanların başta “hafızları” olmak üzere bunca Kur’an okuyan, hatim yapan insanların yaşayan Kur’an olamayışının hikmeti işte budur. İnsan ancak anlamak için can kulağı ile dinlediği bir şeyi anlar ve tepkisini de ona göre koyar. İnsanın tabiatı budur. Bunun içindir ki Allah Teâlâ onun okuma talimatını şöyle veriyor: “İnkâr edenler: “Kur’an ona bir defada topluca indirilmeli değil miydi” dediler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle yaptık (parça parça indirdik) ve onu tane tane okuduk.” (Furkan 25/32) Bunun anlamı şudur, bizler de kalbimize yerleştirmek istiyorsak, aynı şekilde ayet ayet,  üzerinde anlamak için düşüne düşüne okumalıyız. Bir an önce bitirelim, hatim yapalım, her harfine şu kadar sevap alalım anlayışı ile yüz yıl okusak bile bu okuyuş, bir tek yanlışımızı düzeltmez ve bize bir doğruyu öğretmez.

Böyle bir okuma biçimi dünyada sadece Müslümanlara mahsus bir okuma biçimidir. Çünkü insanlar bir şeyi öğrenmek için okurlar. Müslümanlar ise Allah’ın kitabını sadece okumak için öğrenirler ve bir ömür de sadece okumak için okurlar, ama bu okuyuştan hiç bir şey öğrenmeden… Böyle bir okuma ne Allah’ın kullarından istediği okuma biçimidir, ne de peygamber’imizin ve arkadaşlarının okuduğu bir okuma biçimidir. Bir ömür Kur’anı anlamamak için pasif bir direnmeden başka bir şey değildir. Kur’an’ı artık tecvidiyle de okuyorum diyen bir kimseye, bir kez de mealinden okuyup o ayetlerde Allah bizlerden ne yapmamızı istediğini görmüş öğrenmiş olursun denilen kimsenin cevabı aynen şöyle idi: “Onu okumaya vaktim yok.” Çünkü bu insanların adeta beyinleri yıkanmıştı.

Bir ömür hatırı sayılır “hoca efendilerden”(!) meal okumanın sevap olmadığını dinlemişlerdir. İnsanlar Kur’an’ın mealini okuyup Allah’ın ne dediğini anlayacak olurlarsa belki, kendi imparatorluklarının temelleri sarsılacak, âlimliğine zarar gelecek… Hal bu ki düşünmeli değimliyiz? Allah bu kitabı sade okunmak için mi gönderdi? Yoksa başka bir amacı mı var? Hal bu ki okuduğumuz ayetlerde yüzlerce defa “ hala düşünmeyecek misiniz, hala akletmeyecek misiniz, düşünen bir kavim için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz” buyrulmaktadır. “Düşünüp anlayasınız diye gerçekten Biz, onu Arapça bir Kur’an kılmışızdır.” (Zuhruf 43/3) “Biz, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönderdik ki; onlara, apaçık anlatsın. Bundan sonra Allah; dilediğini (dileyeni) saptırır, dilediğini (dileyeni) de doğru yola iletir. Ve O; Aziz’dir, Hâkim’dir.” (İbrahim 14/4) “Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.” (Yusuıf 12/2) Bu ayetlerle birlikte daha onlarca ayette Allah kitabının anlaşılmasını ve üzerinde düşünülmesini istiyor. Kur’an ayı olan bu ramazanda, Kur’anı anladığımız dilden ve ayetleri üzerinde düşüne düşüne okumaya çalışalım.

Bir de böyle “hatim” yapalım. Sonra durup düşünelim şimdiye kadar habersiz kaldığımız ve bu hakikatlerden habersiz yaşamanın bizde meydana getirdiği erozyona bakalım. O zaman iki halimiz arasındaki farkı çok acı ama derinden hissedeceğimize inanıyoruz. Ramazanla birlikte gelen bir başka şey ise oruç tutmanın sevap ve faziletleri, ramazanda yapılan ibadetlerin faziletleri ve onun içinde gizlenmiş olan kadir gecesiyle ilgili anlatılanların durumuyla alakalıdır. Bunları anlatanlar o kadar ölçüsüz ifadeler kullanmışladır ki, Kur’an’ı okuyan kurtuldu, orucu tutan kurtuldu, teravihi kılan kurtuldu… ila ahir. Bunların aklıselim ile düşünülmesi gerekir.

Evet, ramazanda oruç tutmak sevaptır neticede Allah’ın emrine uyarak oruç tutuyorsun, elbette Allah ecrini verecektir. Kur’an okuyorsan ecrini verecektir. Nafile teravih kılıyorsan ecrini verecektir… İla ahir. Ancak bu amelleri sadece ramazanda yapmakla insan kurtulabilir mi?  İslam yaşamın tamamını kuşatan bir dindir ve yaşamın her safhasını içine alır. Hayat ise sadece ramazan ayından ibaret değildir. Devam ettiği sürece yaşadığımız her gün ve gece iman ve onun gerektirdiği amellerden sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız. Bizim hayatımız ve memat’ımız, namazımız ve bütün ibadetlerimiz her zaman ve mekânda Âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Bunların ifası ise elbette Allah’ın istediği gibi olacaktır. Bunlarla ilgili nasıl, niçin, nekadar ve benzeri soruların cevabını Kur’an’da aramalıyız. Birilerinin insafına bırakmadan, işi kaynağından öğrenmeliyiz. Allah kitabını bunun için göndermiş olduğunu teslim edelim.

Evlerimizde vitrin süsü olmaktan kurtarmanın yolu onu başucu kitabı yapmaktan geçmekte olduğunu bilelim… Kadir gecesiyle alakalı olarak anlatılanlar ise daha bir abartılı ve maksadını aşan ifadelerle doludur. Hz. Aişe Annemiz Peygamberimize sorar: Ya Resulallah bir gecenin kadir gecesi olduğunu bilsem ne yapmam gerekir?  Peygamberimiz (as) cevap verir: “Ya Rabbi sen affedicisin affetmeyi seversin beni de affet diye dua et” buyurur. Bu makul anlayışın hiç üzerinde durulmaz. Hal bu ki bu anlayış yılın her anını kapsayan ilahi yargıya da uygun düşmektedir. Kulların dualarının kabulü için kadir gecesini beklemeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Allah ile kulların duası arasında hiçbir engel yoktur. “Kullarım sana Beni sorarlarsa, bilsinler ki Ben, şüphesiz onlara yakınım. Benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim. Artık onlar da davetimi kabul edip Bana inansınlar ki doğru yolda yürüyenlerden olsunlar.” (Bakara 2/186) Bu nedenle duaların kabulü kadir gecesiyle sınırlı değildir. Yeter ki kul samimiyetle Rabbine yönelmiş olsun. “O apaçık Kitap’a andolsun ki biz onu gerçekten mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.” (Duhan 44/2-3) Bu ayette belirtilen “leyletin mubareketin” mubarek bir gece ifadesi, hayrı sürekli olan demektir. Hayrı sürekli olan gece mi yoksa o gecede indirilen mi kastediliyor? Gece devamlı değil sadece bir geceden ibarettir. Bu ifadenin peşinden açıklayıcı şu cümle gelmektedir: “Çünkü biz onunla insanları uyarmaktayız.”  Bu ifadeden anlaşılan hayrı sürekli olanın gece değil o gecede indirilen Kur’an olduğudur. Çünkü insanlar geceyle değil kıyamete kadar Kur’an’la uyarılmaktadırlar. Gece zarf Kur’an ise mazruftur.  Kadir Suresinde de şöyle ifade edilmektedir: “Doğrusu Biz; onu, Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi, bin aydan hayırlıdır. Melekler ve Ruh, o gece Rabbinin izniyle her iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.” (kadir 97/1-5) Bu surede ifade edilen “Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır.”

Yine burada da keramet gecede değil o gece insanlığa gönderilmeye başlanan Kur’an’dadır.  Kur’an ise 1.5 asır önce Allah tarafından elçisi Muhammed (as) 23 yılda parça parça gönderilerek tamamlanmıştır. Her ramazan ayında Kur’an yeniden nazil olmuyor. ilk gönderilişin nasıllığı anlatılıyor. Çünkü yeni bir şeriatla bir peygamber gönderiliyor. Âleme ona göre niza mat veriliyor. Melekler ve ruh bu amaçla yeryüzüne indiriliyor. Fecre kadar bu işlerin tanzimi devam ediyor. Dikkat edilirse bu da olup bitmiş bir olaydır. Fakat o gece indirilmeye başlayan Kitapla kıyamete kadar âleme niza mat verilmeye devam edilecektir. İşte bu kitabın geldiği zaman dilimi bin aydan yani binlerce aydan daha hayırlıdır.  Kitabın kendisi ise tüm zamanlardan daha hayırlıdır.

Çünkü o, doğru yolu gösteren bir rehberdir. İyiyi kötüden, hakkı batıldan ayıran furkandır. Allah’ı nasıl razı edeceğimizin yoludur. Ona uygun yaşanmamış binlerce ayın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Bu nedenle bin aydan hayırlı olan da yine zarf değil mazruftur, o gecede gelendir. Şair kendine göre çok değerli olan birisiyle buluştuğu anı o kadar gözünde büyütür ki bunu şöyle ifade eder:” Öyle zaman olur ki, zikri cihanı değer.” Burada değerli olan zaman değil o zamanı değerli kılan kendisine değer verilen kimse ile buluşulmuş olmasıdır. Ondan mülhem olarak zaman zikredilmektedir ama asıl kastedilen buluşulandır. İşte bu da bir edebi ifade biçimidir. Sözün özü Allah bir gecelik kutlamalarla asla razı edilemez. Onun emir ve yasaklarına ittiba bir ömrü kapsamaktadır. Her günün ve gecenin kadrini onun istediği gibi ihya etmek, her günün ve gecenin ibadetlerini de onun istediği gibi yaparak onun rızasını ummaktır… Bu iman ve anlayışla nice ramazanlara ulaşmak temennisiyle!..  hepimiz oruçlarımızı tutalım; oruçlarımız da bizleri tutsun İnşaallah!..


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —