Nikah ve Zina Nedir? (2)

Emine K. Arslaner

VAN 25.02.2013 12:24:36 0
Nikah ve Zina Nedir? (2)
Tarih: 01.01.0001 00:00

Sabah saatlerinde yayınlanan kadın programlarından birine takılıyor gözüm. Bir kadın telefonda yaşadığı dramı anlatıyor „Eşim evliliğimizin üçüncü yılında eve bir kadınla geldi ve artık bu kadınla yaşamak zorunda olduğumu söyledi. İtiraz ettiğim için beni dövdü ve kucağımda bir bebekle sokağa attı“ diyor. Sunucu bayan duyduklarından müteessir, önce adamı kınayan cümleler sarfediyor, ardından o meşhur soruyu yöneltiyor: „resmi nikahınız var mı?“. Kadın yutkunarak „hayır, imam nikahıyla yaşıyorduk“ diyor. Sunucunun az önceki hüznü yerini öfkeye bırakıyor. „E ama biz burada basbas bağırıyoruz. Resmi nikah yaptırmadan bir ilişkiye başlamayın diyoruz. Biraz akıllanın ama artık ya!“. Kadının çaresizliği, içinde bulunduğu duruma tuz biber eken hukuksal açıklamalarla artırılıyor.

Senin artık hiçbir hakkın yok deniliyor. İmam nikahı diye birşey yoktur deniliyor. Seni bu duruma düşüren adamdan hiç birşey talep edemezsin deniliyor. Kısaca, „git, intihar et“ deniliyor ve üstelik bu ölüm fermanını, sözde kadın haklarını savunan bir program sunucusu, yine uzman bir hukukçunun desteğini alarak zavallı kadına iletiyor.

“Ahlak” vicdani eğitimle desteklenmediği için hep bağlayıcı normlar ve katı kurallarla muhafaza edilir. Vicdandan yoksun ahlak anlayışını da en çok muhafazakarlar muhafaza ederler. Nikahın veya zinanın ne olduğuyla kimse ilgilenmez. Ana mesele otoriteye itaattir. İslam ahlakını rehber edindiklerini söyleyenlerin İslam nikahını illegal sayması ise ne büyük bir çelişkidir.

Peki İslam neden nikah konusunda (mezhep imamlarının yorumlarına binaen. Kur’an’da şahit şartına dahi rastlanmaz) iki şahit dışında bir şart aramaz ve neden evlenmek kadar boşanmak da kolaydır?

İslam’a göre evlilik iki kişiliktir. Nikahta iki insanın birbirlerine duydukları bireysel güvenleri ve sevgileri esas alınır. İslam’da Allah dışında otorite yoktur, hele evlilik gibi sadece sevgiye ve saygıya dayanan bir ilişkide hiç yoktur. Bu konuda alınan tedbirler, zina ile ilgili müeyyideler ve bir boşanma durumunda kadının yaşayacağı muhtemel zararı tazminle sınırlıdır.

Medeni hukuk ise otoriter ve tahakkümcüdür. Otoriteye itaat ve erk’e hizmet etmeyen akıllar çok kötü cezalandırılırlar. Bu noktada bilimin geldiği nokta ve DNA testleri ile babalığın tescil ettirilebilmesi de tıpkı İslam’ın bu konudaki esnek yorumları gibi, muhafazakar otoriteleri pek ilgilendirmez. Muhafazakar devlet anlayışında mağduru koruma ve insan kazanma hasasiyeti yoktur, otoriteyi muhafaza vardır.

“Nikah” erkeğin iç huzuru, çocuk üzerindeki tasarrufu ve sağlıklı bir aile kurumu için gereklidir elbette ancak ondan daha önce “erk” için elzemdir.

Evlilik bir erkek için -sanılanın aksine- maddi anlamda ciddi bir kazanımdır. Böyle olmasa zaten 773 TL gibi komik bir rakamla değil bir ailenin, tek bir kişinin dahi geçinmesi mümkün değildir. Evlilik akdiyle bir erkek birçok ihtiyacını bedava giderir. Buna rağmen sistem kadının üretimini kayıt dışı sayabilir. Erk ile sermayenin menfaatleri çatışdığı için müthiş bir kargaşa yaşanır. Kadının çalışması daha çok tüketim demektir ancak evde kalması da devleti rahatlatır. “Kadın çalışmalı” denir ama desteklenmez. “Yuvayı dişi kuş yapar” kabulü  babalara doğum izni verilmesinin önündeki en büyük engeldir zaten. Kreş ücretleri artırıldıkça artırılır. Diğer taraftan daha çok çocuk telkinleri yapılır ama bunu özendirecek icraatlardan uzak durulur. Kadın modernist telkinlerle sokağa itilir ancak kürtaj yasaklanır, ev kadınlığı küçümsenir ama annelik yüceltilmeye devam edilir, çok eşlilik tartışılır, namus temizleme operasyonları hukukta hafifletici sebepler bulur, nikah dışı ilişkilerden doğan çocuklar yaşam koçluğuna soyunmuş başörtülü(!) cühela tarafından dolaylı bir dille aşağılanır.

Örneğin tinercileri birçoğumuz evlilik dışı çocuklar sanırız, çünkü öyle anlatılmıştır. Oysa sokak çocuklarının büyük kısmı, mevcut kanunlara göre meşru sayılan birlikteliklerden doğan çocuklardır, yani resmi nikahları olan anne ve babaların çocuklarıdırlar. Buna rağmen aileleri tarafından sokağa atılan veya dilendirilen çocukların ebeveynlerine ceza kesilmez. Erk‘in kötü örneklere ihtiyacı vardır ve ısrarla “tinerci” dramını sona erdirmez.

Devlet tarafından kayıt altına alınmış evliliklerden doğan çocuklar devlet tarafından korunmazlar ve tinerci olurlar ama bir aileleri olduğu gerçeği zihinlerden uzak tutulur. Kavram olarak da onlar „sahipsiz“ çocuklardır. Devlet tarafından kayıt altına alınmamış evliliklerden doğan çocuklar da devlet tarafından korunmazlar aslında ama onlar bir de toplum tarafından dışlanır ve horlanırlar. Bu çocuklar ne kadar topluma faydalı ve nezih insanlar olurlarsa olsunlar hep bir utançla yaşamak zorunda bırakılırlar. Oysa İslam’da her çocuk masumdur ve ebeveynlerinin işledikleri günahtan dolayı sorumlu tutulamaz. „Piç“ İslam dışı olduğu kadar aklın ve vicdanın da tel’in ettiği bir kavramdır. Gayri meşru çocuk gerçeğinin var olduğu, yani çocukların günahkar doğduğu bir teoloji vardır ama: Hıristiyanlık. 

Hıristiyan bir medeniyetten devralınan adalet sistemi de Hıristiyan ahlakı referans alacaktır tabi…

Evliliğin kudsiyeti ile ilgili terminoloji dahi çok dışlayıcıdır. “Medeni durum” ifadesi ile birlikteliklerini belli bir otoriteyi tebcil etmeden, onun iradesine yaslamadan yaşamak isteyenlerin medeniyetsiz oldukları ima edilir.

Tinercileri gayri meşru çocuklar olarak defterlerine kaydedenler için çalışan kadın da bir yönüyle “hayat kadını” dır.  Muhafazakar akıl bu yüzden, ideolojisi ve geleneksel ahlak anlayışı ile taban tabana zıt olmasına rağmen genelevlere karşı musamahakardır. Toplumun kontrolü için kötü örneklere ihtiyaç vardır. Ve dil bu kabüllere göre şekil alır:

Ev hanımı

Çalışan kadın

Toparlarsak…

„Ahlak“ doğal olanın sınırlarını aşmamak, onun içinde kalmaktır.

Doğadan, yani doğal olandan sapan cinsel temayüllerin arkasında ya çocuklukta yaşanan psikolojik travmalar yatar ya da haz eksenli bir ahlaki yozlaşma.

Doğada cinsellik nesli devam ettirmek maksadıyla yapılan bir eylemdir, iki kişiliktir ve bir sefere mahsus değildir. Hiçbir hayvan haz amacıyla çiftleşmez ve bu fiilinin doğurduğu sonuçları partnerinin omuzlarına yükleyerek onu terketmez.

Zina esas itibariyle “iffet” den ziyade hak gasbıyla ilintilidir. Evlilik akdiyle taahhüt edilen sorumlulukların yerine getirilmemesi ve cinselliğin başka amaçlar için suiistimal edilmesidir. Buradan bakarsak, bir takım menfaatleri uğruna sevmediği bir adamla aynı yastığı paylaşan kadın da etini satıyor demektir. Çamaşırları bedava yıkanıyor diye sevmediği bir kadınla birlikte olan adam da zina yapıyor demektir. Çocuklarının beslenmesi ve eğitimi ile ilgili sorumlulukları omuz omuza vererek yerine getirmeyen çiftler de doğaya ters hareket ettikleri için ahlaksız bir ilişki içindedirler.

Zina fuhşa açılan kapıdır. Mutlak otoriteye dayanan meşruiyet sınırları içinde olup olmaması da önem taşımaz. Zina yapan insanlar sistem nezdinde pekala evli olabilirler. Mevcut sistemin kurallarına göre meşru sayılmayan pekçok ilişkide ise iradi bir akit sözkonusu olabilir ve eşler çok daha ahlaklı ve dürüst bir ilişki yaşıyor olabilirler.

Daha kısa ve net ifade etmemiz gerekirse; kocasının hayat kadını olan kadın da vardır, imam nikahlı sevgilisinin helali olan kadın da vardır.

Onlarca yıl boyunca koltuk değnekleri ile yürütülen izdivaçlarla çevrilidir etrafımız. Kafalarımız nasıldan ziyade niceye ayarlı olduğu için bu tür evlilikleri hep alkışlar ve kutsarız. Bir evliliğin nasıl ayakta tutulduğu mühim değildir, kaç yıl sürdürüldüğü mühimdir. Bu noktada da ihale hep kadınlara kesilir ve an gelir kimi ilahiyat profesörü hocalarımız „aldatan kocayı affetmek ibadettir“ diye fetva verirler (*).

Topyekun bir ahlaki devrim yaşanmadığı sürece mutlak bir zihniyet devriminin de gerçekleşmesi çok mümkün görünmüyor. Klasik; nikah, zina, töre, namus kavramlarını gölgede bırakan yeni bir etiğin tanımlarının hayatın ve akılların içine yerleştirilmesi gerekiyor artık.

Hiç şüphesiz, hüküm süren bu anlayış sistemin telkinidir. Böyle bir yozlaşma zihinlerin altında muhafaza edilirken, şiddetin ve kadın cinayetlerinin salt koruyucu tedbirlere dayanan tedrici yollarla ortadan kaldırılması mümkün değildir. Zira olayların asıl sorumlusu olan etik hep konu dışı bırakılmaktadır. İnsanlarımızı doğalarına, tabiri caiz ise “fabrika ayarları”na geri döndürmek zorundayız. İşe, “yuvayı dişi kuş yapar” gibi yalanları şuurların duvarlarından indirmekle başlayabiliriz. 

-------------

*) Sibel Üresin’in son incilerinden biri: “Helalinden bir cinsel ilişkiden doğan çocukla, haramla girilen cinsel ilişkiden doğan çocuğun yaradılışları aynı mı?” (Akşam gazetesinden Sibel Ateş Yengin'e verdiği röportajdan)

*) Mehtap TV’de hafta içi her gün, “İslam ve Hayat” adlı program yapan Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Profesörü Faruk Beşer’in yorumlarından biri.

Prof. Beşer’in, “Aldatılan kadın ne yapmalı?” diye soran bir vatandaşa yanıtı ise şöyle oldu: “Şimdi siz iki kötü durumla karşı karşıyasınız, bunlardan birisini seçmek zorundasınız: Ya boşanır ve bunun zorluklarını göze alır, bunlara katlanırsınız ki, bu çok zordur ve hangi kötülüklere sebep olacağını bilemezsiniz. Ya da bu ızdırabı içinizde sürekli taşır ve beraberliğe katlanırsınız. Şahsen ben size bunu tavsiye ederim. Çünkü böylece kocanızı da kurtarmış olursunuz. Tahammül için ve onun düzelmesi için Allah’a sürekli dua edersiniz. Bu da sizin ibadetiniz olmuş olur. Ama her iki durumda da bu acıların mükafatını Allah’tan alırsınız.”