Tarih: 03.02.2015 10:38
MÜSLÜMANLARDA TÖVBE AHLAKI: YUNUS PEYGAMBER
Seküler hayat düzeni ve bu düzene bağlı olarak şekillenen çağın modern seküler algısı maalesef Müslümanları davalarına yaklaşımdaki ciddiyetten uzaklaştırdı. İslam’ın toplumsal boyutunu demokratikleşme süreci olarak görme saplantısı, Müslüman aklını vahyin istikametine göre hareket etmekten alıkoyan, ciddiyeti olmayan bir yöntem arayışına soktu. Allah’ın dini inananlar tarafından ciddiye alınması gereken bir dindir. Allah’ın resulleri aracılığıyla gönderdiği vahyin anlaşılması ciddiyetinin farkına varılmasına bağlıdır. Davanın önemini anlamak, işin ciddiyetine vakıf olmak ve tüm atılan adımları ona göre atmak gerekir. Davanın ciddiyetinin Müslümanlarca anlaşılması inşa sürecini yaşayan Müslümanlar için en önemli aşamadır. Seküler hayat düzeni ve bu düzene bağlı olarak şekillenen çağın modern seküler algısı maalesef Müslümanları davalarına yaklaşımdaki ciddiyetten uzaklaştırdı. İslam’ın toplumsal boyutunu demokratikleşme süreci olarak görme saplantısı, Müslüman aklını vahyin istikametine göre hareket etmekten alıkoyan, ciddiyeti olmayan bir yöntem arayışına soktu. Bu durum Müslüman aklın vahiyden bağımsız hareket etmesine, davanın ve davanın ciddiyetinin terk edilmesine neden oldu. Müslümanlar Allah’ın dinini ciddiye aldıklarında karşı tarafın da ciddi bir hazırlığı ve donanımının mevcut olduğunu göreceklerdir.
Çünkü davanın ciddiyeti karşı tarafı da ciddileştiriyor. Resuller risalet görevlerinin topluma açıklanmasıyla beraber, müşrikler tarafından yoğun bir baskı ve taciz kampanyasının başlatılmasına maruz kalmışlardır. Müşrikler, Resulün ve O’na inananların dirençlerini yıkmak ve aynı zamanda Müslümanları ciddiyeti olmayan, aciz, zayıf kimseler olarak göstermeyi en iyi silah olarak görmüşlerdir. Müşriklerin amacı inananların davasının ciddiye alınmaması gerektiğini gösterirken, kendilerinin ve inandıklarının daha çok ciddiye alınması gerektiğini kabul ettirmektir. Allah Kur’an’da birçok yerde müşriklerin sözlerine itibar edilmemesini vurgularken, müşriklere ise gözdağı vermiştir. “Nun; kalem ve onunla yazılanlara and olsun ki, sen Rabbinin nimetine uğramış bir kimsesin, deli (cinlenmiş) değilsin.”68/1-2 “Arkadaşınız (Muhammed) sapmamış ve azmamıştır.” 53/2 “Bu sadece öğretilegelen bir sihirdir. Bu Kuran yalnızca bir insan sözüdür” dedi. 74/24-25 Müşrikler tarafından Resule ve inananlara her türlü kötü sözün söylenmesine ve çirkin davranışların reva görülmesine karşılık şirkin bu soğuk tavrı vahye sarılan ve işin ciddiyetinde olan inananlar açısından hiçbir anlam ifade etmemiştir. Oysa Şirk düzeni tarafından günümüz Müslümanlarına şair, sihirbaz, mecnun gibi sözlerin söylenmesine gerek kalmamıştır. Çünkü Müslümanlar yazarken ve konuşurken şair, siyasi yorumlar yaparken kâhin, Kur’an okurken sihirlenmiş, demokrasiden bahsederken de adeta büyülenmiş gibi davanın ciddiyetinden çok uzak bir görüntü içerisindeler.
Bu durumun nedeni ise gayet açık!O dönemde Resul ve inananlardaki ilkeli duruşu yok etmeye yönelik iftiraya dayalı bütün bu iddialar müşriklerin inananlarda görmek istediği durumlardı ve bugün Müslümanlar tutumları ve konumları itibariyle açık bir şekilde bu türdeki iddiaların sahipleri oldular. Resul ve inananlar Allah neyi nasıl emrediyorsa harfiyen yerine getirdikleri için, müşriklerce ileri sürülen sözlerin hiçbir anlamı, hiçbir etkisi ve geçerliliği kalmıyor, söyledikleri ise iftiradan öteye de geçmiyordu. Çünkü müşriklerin karşısında davanın belirleyenini ciddiye alan ve yalnızca Rablerinin buyruklarını yerine getiren inanan bir topluluk vardı. Allah’ı hayatın her anında ve her alanında hisseden ve O’nun gönderdiği vahyin terbiye sürecinden titiz bir şekilde geçen resul ve inananlar vardı. Allah’ı ne derece ciddiye aldıklarını onun söylediklerine harfiyen yerine getirerek ve O’nun hükümlerine açık bir şekilde uyarak harfiyen yerine getiriyorlardı. Kur’an’ın iniş döneminde Resululullah’ın elçiliğini ilan etmesiyle beraber geçmişte diğer resullere yapılanlar “sünnetullah” gereği resullullah ve inananlara da yapılmaya başlandı. Resul ve inananlar daha önce benzer durumlarla karşılaşan peygamberlerin hayatlarını örneklendiren ibret dolu kesitlerle uyarılıyor ve adeta terbiye ediliyordu. Kalem suresi kırk sekizinci ayette risalet’in erken döneminde özellikle Yunus (a.s)’dan bahsedilmesi düşündürücüdür.
“Sen Rabbinin hükmüne kadar sabret; balık sahibi (Yunus) gibi olma, o, pek üzgün olarak Rabbine seslenmişti.”68/48.. Resulullah ve inananlarının müşriklerin baskı ve eziyetleri karşısında nasıl davranmaları gerektiğine, geçmişte müşriklerin baskı ve eziyetlerine dayanamayarak toplumunu terk eden Yunus(a.s)kıssası örnek verilir. Bu örnek Müslümanlar için çok erken bir dönemde hatırlanması, üzerinde tekrar tekrar düşünülmesi gereken bir kıssadır. Bu kıssa Peygamber’e erken dönemde anlatılan ilk kıssalardandır. Bu kıssa aynı zamanda göstermektedir ki Allah’ın davası o kadar ciddi bir davadır ki, bu ciddiyetinden dolayı daha yolun başında resul ve inananlar asla terk edilmemesi gereken ciddi bir sorumluluğun altına girmektedirler. Allah bu kıssada Müslümanların bu davayı çok ciddiye almalarını, her türlü baskı, taciz, işkence, ambargo karşısında direnç gösterip sabretmelerini istemektedir. Günümüz Müslümanları okumalarını vahiyden uzak yaptıkları için bu kıssanın Müslümanların inşa sürecinde ne denli önemli olduğunu yeterince anlayabilmiş değiller.
Müslümanlar geleneksel okuma biçimleri ile kıssalara yaklaşmakta, kıssalar Kur’an’ın masalları gibi anlaşılmaktadır. Müslümanların günümüzdeki açmazları, savrulmaları, batıla dalanlarla birlikte ortak stratejiler geliştirmeleri vahyin inşa sürecini gereğine uygun yaşamadıklarındandır.Müslümanlar vahyin inşa sürecini kendi hayatlarına uyarlamalı ve bu sürecin hayatlarında ne boyutlarda yaşandığını sorgulamalıdır.Demokrasi üzerinden aranan çıkış yolları,geliştirilen post modern kavramlarla çözüm aramalar,üretilen telif ürünlerle dini anlamaya çalışma..v.b başlangıçtaki vahye uygun inşa süreci aşamalarını atlamanın,Allah’ın dinini ciddiye almamanın bir sonucudur.Kaldı ki günümüz Müslümanlarının yanlış olan mücadele yöntemlerini savunmaya yönelik ileri sürdükleri ve meşrulaştırma amaçlı kullanarak iddia ettikleri baskı,inkar,dayatma,dışlanma..v.b süreçleri Yunus(a.s) ‘ın yaşadıklarının onda biri bile değildir. Müslümanların Nebevi hareketin ciddiyetini daha başından kavrayamaması ve yeterince anlayamaması yanlış olan tebliğ ve mücadele yöntemine sarılmalarını beraberinde getirmiştir.
Resulululah ve arkadaşlarının inşa sürecinde peygamber kıssalarında işlenen temel konuların dayandığı ana eksen İslami hareketin metodolojisi noktasındaki değişmezliğin vurgulanması ve aynı metodolojiyle hareket edilmesinin zorunluluğunu bildirmektir. Metot noktasında zaaf göstermek temel ilkeleri terk etmek, temel referansları görmezden gelmek demektir. Vahyin belirlediği istikametten uzaklaşmak ve Allah’ın davasını terk etmek demektir. Böyle bir durum Müslüman’ı felakete sürükleyecek ve kötü bir sona doğru götürecektir. Yunus kıssası bu anlamda İslami hareketin kullanacağı yöntemin değişmezliğine yapılan önemli vurgular içeren ilk kıssalardandır. Yunus kıssası Müslümanların içinde bulundukları durumu sorgulamaları noktasında önemli mesajlar verir. Peygamberler beşerdirler ve yaratılış olarak beşer olmalarının beraberinde getirdiği bir takım zaafları yüzünden de hata yapabilmektedirler. Kur’an resullerle ilgili kıssalarda resullerin beşer olma yönüne ayrı bir önem verir ve vurgu yapar. (Kehf suresi/110,Fussilet suresi 6) Peygamberler beşeri zaaflarının sonucu yaptıkları hataları vahiyle düzeltmişler ve aynı hatayı bir daha asla tekrarlamamışlardır. Yunus (a.s)hatasını anladığında Rabbine sığınmış ve tövbe ettikten sonra asla aynı hatayı tekrarlamamıştır. Tüm peygamberler Allah’ın davasını anlatırken davanın ciddiyeti noktasında bir takım değişmezlerin sünnetullah gereği bulunduğunun farkına vardırılmışlardır.
Uyarılan Peygamberler tebliğde hata yapmamaları noktasında vahyin metottaki değişmezliğine yaptığı vurgusuyla inşa edilmişlerdir. Tebliğ, kullandığınız metottan, nasıl bir üslubu seçeceğinize, nasıl bir dil kullandığınızdan ilişki ve yaklaşım biçimlerinizin sınırlarına kadar, önceliklerinizden kimlere tebliğ edeceğinize kadar çok geniş bir alanı kapsar. O yüzden bu kadar geniş olan bu alana vahyin belirlediği esaslara uygun bir donanımla yaklaşmak ve vahiy ahlakıyla hâkim olmak son derece önemlidir. Allah’ın dinini eksiksiz ve O’na bir şey katmadan olduğu gibi aktarmak kullandığınız metotla çok yakından alakalıdır. Demokrasinin yöntemleriyle İslam’ı yayacağız demek Allah’ın dinine dışarıdan beşeri bir ahlaksızlık, müstağni davranışlar ve yanlış içeriklerle dolu yeni şeyler katmak demektir. Bu ise Allah’ın razı olmayacağı bir durumdur. Peygamberlerin uyarıldığı ayetler incelendiğinde örnek gösterilen Peygamberlerin kendileri değil yaptığı hatalarının terk edilmesi istenmektedir. Bu hatalar genellikle tebliğ metoduyla ilgili hatalardır. O halde bu durumun bu kadar önemsenmesinin nedeni Müslümanlardan sünnetullaha uygun hareket etmelerinin istenmesidir. Nebevi metot bu anlamda Müslümanların sünnetullaha uygun bir şekilde dinin topluma iletilmesi noktasında uyması gereken olmazsa olmaz metodudur. Sünnetullaha göre uygun hareket etmeyen Müslümanlar Allah’ın razı olmadığı tebliğ ve topluma hakim olma metotları geliştireceklerdir.
Yunus (a.s) kıssasında anlatıldığı gibi sınırlarını yalnızca Allah’ın belirlediği bir hareket Müslümanları istikamete doğru hareket ettirecektir.. Müslümanlar peygamber kıssalarında verilen mesajların yaşandığı canlı örnekler geliştirmelidir. Bu örnekler davanın ciddiyetine uygun, sünnetullah gereği dinin ciddiyetine uygun olmalıdır. Allah’ın dinini topluma götürme konusunda ciddi zaaflar taşıyan, ne yapacağını bilmeyen ve üstelik elinde kitapta olduğu halde şaşkın dolaşan bir topluluk iyiliği emreden ve kötülükten nehiy eden topluluk olma özelliğini gösteremez. Bu özelliği taşıyabilmek elbette ki zordur. Müslümanlar imtihan edildiklerini unutmamalıdır. İmtihan sabırla ve Allah’ın vahyine sımsıkı sarılmakla aşılabilir. Kalem suresinde “Onun yaptığını yapma” ayeti bu anlamda Müslümanları Yunus(a.s) kıssası üzerinden sabırlı olmaya çağırmakta ve bu sürecin yaşanmasının Allah’ın imtihanı olduğuna dikkat çekilmektedir. Hiç bir şey göründüğü gibi rahat olmayabilir. Ya da çok sıkıntılı geçen bir süreç mutlu bir sonla bitebilir. Önemli olan imtihan sürecinde sonuca odaklanmadan yapılması gerekeni tereddütsüz yerine getirmektir.
Bu noktada imtihan eden ilahi iradeye sonuna kadar teslim olmak, emredileni yerine getirerek sonucu Allahtan beklemek son derece önemlidir. Beşer olarak hatalar olacaktır. Yapılan hatalar bir daha tekrarlanmadan ilahi irada hatırlanmalı ve bağışlanma dileyerek hatadan tövbe edilmelidir (Al-i İmran 3/135). Yunus(a.s) tövbe etmiş, bağışlanma dilemiş ve Allah’ta O’nun bu samimi yönelişini karşılıksız bırakmamıştır. Müslümanlar hata yaptıklarında yanlış yönelişler gerçekleştirmemelidir. Yönelişin yalnızca Allah’a yapılması gerektiğini iyi bilmelidirler. Müslümanlar ya ABD’ye yönelmekte ya da Rusya’dan medet ummaktadırlar. Bu yönelişin yalnızca siyasi bir yöneliş olduğu düşünülmemelidir. Kime yöneldiyseniz O’nun hayat anlayışını, yaşam biçimini kabul etmeye başlarsınız. Demokraside, laiklikte, sosyalizmde, liberalizmde Müslümanların kapısını çaldığı ilgi duydukları yaşama alanları haline gelmiştir. Yeryüzünde yaşanan musibetler, krizler, sosyal sıkıntılar, siyasi çekişmeler, ekonomik krizler elbette ki Müslümanları olumsuz etkileyecektir.
Ancak bütün bu olumsuzluklar yalnızca Allah’a yönelmeleri noktasında Müslümanların imtihanı olduğunu unutmayalım. Batıla dalanlarla birlikte batıla dalmak, demokrasiye ilgi duymak, çözüm yollarını Allah’ın dinini demokratikleştirerek çareler aramak Allah’ın kulluğunu terk ederek başkalarına kul olmayı kabul etmek demektir. Müslümanların yönelişi ne doğu ne batı yalnızca Allah’a olmalıdır. İşte bu noktada Yunus kıssası Müslümanların imdadına yetişmektedir. Müslümanlarda zaman zaman böyle bir durum yaşayabileceklerdir. Manevi bir çöküntü ruh halimizi olumsuz yönde etkileyecek karanlıklar içinde yaşamaya çalışan, çıkmaza girmiş bir hali bize yaşatacaktır (Enbiya 21/87). Yunus(a.s) yaşadığı sıkıntılarla bunalıma girmiş bir peygamberdir. Sorumluluğunun farkında olan, Allah’a kul olma bilincini yitirmeyen insanlar için çıkış kapısı daima vardır. Sorunlar hayatın içindeyse, sorunların çözümü de hayatın içindedir. Önemli olan sorunların çözümünü doğru yerde aramaktır. Allah’ın hesaba katılmadığı anlar ve alanlardaki çözümler sorunların çözümü olabilir mi? Bir şeyleri ya da birilerini devreye sokmak sorunları çözmek demek değildir. Sorunları çözerken herkesimden düşünceyi, ideolojileri, beşeri yaşam biçimlerini istediğiniz kadar devreye sokun sorunları çözmüş olmazsınız. Bunun adı Allah’a şirk koşmaktan öteye gitmez.
Allah’ın koyduğu çözümlerin yerine başka çözümler aramak Allah’a Şirk koşmak demek değil midir? Bilinçli olanlar Sorunları çözmek, sıkıntılı durumları atlatmak, bunalımları hafifletmek için Talak suresinin (65/2-5) ilgili ayetlerinin ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. Bu ayetler de sorumluluğunu bilen insanlar için çıkış kapısının bulunduğu öğretilmektedir. Yunus (a.s)kıssası yaşamın içinde Allah’ın hesaba katılmadığı hiçbir zamanın ve alanın olamayacağını, Müslümanların zihinsel haritasına ilmek ilmek işlemektedir. Sonuç olarak Yunus kıssası Müslümanlara hangi durumda ve nasıl tövbe edeceklerini anlatan önemli bir kıssadır.
Müslümanlar Kur’an’ı ahlak edindiklerinin ölçüsü olarak yanlış davranışlarını Yunus kıssasında olduğu üzere Vahyin ilke ve esaslarına göre düzeltmelidir. Günümüz Müslümanlarının ahlaki duruşlarını nelerin yönlendirdiğine, tercihlerini hangi hesaplara göre yaptıklarına bakılırsa bir an önce Yunus’un ortaya koyduğu tövbe bilincinin ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Allah Peygamberine “balık sahibi (Yunus) gibi olma” derken O’nun tercih hatasına dikkat çekmiş, ancak tövbe edip Allaha yöneldikten sonra’da O’nun tövbesini kabul ederek, tövbe ahlakının önemini de vurgulamıştır. Yunus(a.s)’ın yanlış davranışı ne kadar önemli ve dikkate alınması gereken bir örnek ise, güzel davranışı da aynı derecede Müslümanlara örnek gösterilmiştir. Önemli olan bu kıssadan ders çıkarmaktır. Hata yapılabilir, önemli husus hiç hata yapmamak değildir. Önemli olan yapılan hatayı tekrarlamamaktır. Hata yapan Âdem tövbe edince Hz. Adem olmuş, hatasında ısrarcı bir tutum sergileyen iblis ise şeytan olmuştur. “Şüphesiz, Yunus da elçilerimizden biriydi,” 37/139 Vesselam..iktibasdergisi.
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —