Tarih: 27.08.2017 12:50
MANSUR’UN TANRILAŞMA VE ŞEYTANLAŞMA SERÜVENİ.
Hallac-ı Mansur, bazı konularda, çelişik savlar öne sürmüştür; bazan kamutanrıcılıktan yana (panteizm) çıkar, bazan da yalnız seçkinlerin Tanrıya ulaşabildiğini söyler. Ona göre, Tanrıdan başka varlık olmadığı için, «ben filâncayım» demek, Tanrının karşısına ayrı bir varlık olarak çıkmak amacı taşır ve yanlıştır; bu yüzden, « ben Tanrıyım » demek gerekir.
( Hallac-ı Mansur. TAVASIN «Ene’l-Hak (:Ben Tanrıyım)». Çeviren YAŞAR GÜNENÇ .3. Basım. yaba yay. İSTANBUL)
Ebu’l Muğis el-Hüseyin bin Mansur el-Hallac, 857 yılında İran’ın Tur kasabasında doğdu. Dedesinin, Zerdüşt dininden olduğu söylenir. Tasavvuf eğitimi gördükten sonra Huzistan’da, Tanrıyla birleşme yolunu öğretmek amacıyla konuşmalar yapan Mansur, birçok yandaş topladı ama o kadar da düşman edindi. Kendisini yalancılıkla suçlamaları ve halkı kışkırtmaları yüzünden, Horasan’a gitti; orada beş yıl kalıp görüşlerini yaydıktan sonra Bağdad’a geldi. Müritlerinden dört yüz kişilik bir kalabalıkla Hacca gitti; Mekke’de onu büyücülükle suçladılar. O zaman, yeniden uzun bir yolculuğa çıktı; Hindistan ve Türkistan’da yıllarca dolaştı; 902 yılında Mekke’ye geldi. Arafat’ta, kendisini herkesin aşağılamasını Tanrı’dan diledi. Bağdat’da «kendi cemaati uğruna lânetlenmiş olarak ölmek» isteğini açıkça dile getirdi: «Ey Müslümanlar, beni Tanrı’dan kurtarınız.», «Tanrı, benim kanımı size helâl etmiştir; beni öldürünüz!» diye çağrıda bulunuyordu.(1) Düşmanları onun idamını istiyorlardı; bu sırada “Enel Hak” (Ben Tanrıyım) dediği söylenir. Müritleri tutuklandı. Kendisi de tutuklanıp dokuz yıl süreyle hapsedildi. «Ta Sin el-Azal» ve «Miraç» adlı yapıtlarını, bu tutukluluk yıllarında yazdı. 922 Yılında ölüm cezasıyla yargılandı. Kendisini astılar, sonra başını kesip bedenini yaktılar ve küllerini minareden Dicle’ye attılar. «Mucizeler göstermek, Tanrı’nın gücünü ele geçirip kötü amaçla kullanmak, Tanrıyla insan arasında aşk bağlantısı kurulabileceğini öne sürmek», ölüm cezasının gerekçeleriydi. Mansur’un idam edilmesi sırasında yandaşları, büyük bir ayaklanma gerçekleştirdiler. «Bir kere her vücudun vahdet içinde olduğu fikri kabul olununca, mutassavvıf kendini, hem Müslüman, hem kâfir olarak görür(…) ‘Ben Tanrıyım’ demek, idam cezasını getirdiğinden, Sufizm, darağacını, Hıristiyanların Haç’ı yorumladıkları şekilde tefsir ettiler; yani (başı kesilmeden önce darağacına çekilen Mansur gibi) dar ağacına yükselme, ‘sema ya huruç etmek’tir.(…) Mansur’un asılması -yahut haça gerilmesi- Asılmış Allah efsanesi gibi çok eski misallere, İsa’nın haça gerilmesine benzer. » 2 Doğu yazınında ve düşüncesinde, Hallac-ı Mansur’un etkisi büyük oldu. «Hallac’ın gönlüne düşen ateş, benim de yaşamıma düştü» diyen Feridüddin Attar, «Bîsernâme»’de şöyle yazdı: “Ben Tanrıyım.” Mevlana Celalettin Rumi de mansur’dan etkilenmiştir. Yunus Emre, Nesimî, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal Türk yazınında onun izleyicileridir. Kaygusuz Abdal “Budalanâme”sinde şöyle yazar:
* Muhît-i zevrak menem, Hak menemdür,Hak menem .
* Tamu vü uçmağ menem, cümle mekân bendedir.
* Evvel ü Âhir menem, Gani vü fakîr menem.
*Zakir ü mezkûr menem, küfr ü iman bendedir.
* Cümleye mabud menem, Kâbe menem, put menem.
* Adem’e maksûd menem, işde fulân bendedir.»
Yine «Budalanâme»’de:
* Hâlik’in emri beni kûze-ger balçığı gibi devrânın çarhı üzerine koyup dolab gibi döndürdü…
* Gâh beni kûze dizdi… Gâh saraylara kerpiç eyledi..
* Gâh insan eyledi, gâh hayvan eyledi.
* Gâh nebat, gâh maden eyledi. Gâh yaprak, gâh toprak eyledi..
* Nice bin kerre isimler ve lâkablar urundum.
* Nice bin kene türlü sûretlerden göründüm. »
Hallac-ı Mansur, bazı konularda, çelişik savlar öne sürmüştür; bazan kamutanrıcılıktan yana (panteizm) çıkar, bazan da yalnız seçkinlerin Tanrıya ulaşabildiğini söyler. Ona göre, Tanrıdan başka varlık olmadığı için, «ben filâncayım» demek, Tanrının karşısına ayrı bir varlık olarak çıkmak amacı taşır ve yanlıştır; bu yüzden, « ben Tanrıyım » demek gerekir. Mansur’a göre Tanrı, ışık (nur) olarak görünür. Bu inancın kökleri, binlerce yıllık bir tarihe sahiptir. Eski Mısır’da Tot (Yunanlıların deyişiyle Hermes) inancına göre ruhlar, parlak bir ışık kaynağı olan, ölümsüzlük yeri Zuhal yıldızından koparak, ölümlülük yeri dünyaya düşerler. Dünyada sınavdan başarıyla geçen ruh, Zühal’e geri döner.3
Yine eski Mısır’da, Ptah inancına göre: «Ptah, var olan her şeyi yaratmıştır. Ondan önce var olmak ya da var olmamak yoktu… O zamanlarda ölüm yoktu… Birisi, kendi kendine hareket ederek nefessiz soluk alıyordu. Başka tarafta hiçbir şey yaşamıyordu. Başlangıçta karanlıklar, karanlıkları örtüyordu. Boşlukta birisi, var olma durumuna geçerek ışınım gücüyle yaşamaya başladı. Bundan sonra Ptah, yaratma işlemini gerçekleştirmiştir.4
Mansur’da Hurufilik inancı da vardır. Harflere kutsallık yükleme, onlardan anlamlar çıkarma demek olan Hurufilik, Pitagoras’çılığa ve Yahudi Kabala’sına dayanmaktadır. Bu anlayışa göre, elif harfi, «Allah» adının ilk harfi olup, Tanrı’nın varlığını simgeler. Tüm harfler ve biçimler gibi elif de, noktanın uzantısı olduğundan, Tanrının ilk belirmesi (madde dünyasında görünmesi) nokta biçimindedir. Mansur, Tanrı’nın, Muhammed’in bedeninde sonra da kendi bedeninde belirdiğini öne sürer; bu Hıristiyanlığın Tanrı İsa anlayışıdır. Mansur, Tanrı’nın, Muhammed’in yüreğini nurlandırdığını (yüreğin kutsallığı), yine Muhammed’in ve kendisinin ağzından konuştuğunu (sözün kutsallığı) savlamaktadır. Yüreğin (gönlün) ve dilin (sözün) kutsallığı, Eski Mısırda da kabul edilmiştir: «Ptah, yaratmak istediği tanrılar ve varlıkları, ilk önce kalbinde tasavvur etmiş ve dille (kelamıyla), arzuladığı şeylerin olmasını sağlamıştır. Böylece Ptah’ın değişik görüntüleri olan tanrılar dünyaya gelmişlerdir… Ptah’la birlikte dilin ve kalbin diğer organlardan üstün olduğu ve insan düşüncesinin merkezinin kalp olduğu, onun tasavvurunu, dilin yürürlüğe koyduğu düşüncesi yerleşmiş oldu… Karnak’taki Amon tapınağında Ptolemeler devrinden (M.Ö. 306-168) kalma bir metin, bize Tanrı Ptah’ın, gerçekleşmesi gereken şeyler için ‘Ol’ deyince hemen gerçekleştiğini iletmektedir. Bu da, Tanrı’nın, kalbiyle tasavvur ettiğini kelamıyla yürürlüğe koyduğunu göstermektedir.»5
Hallac-ı Mansur,Şeytan’ı yüceltir. Ona göre, iyiyi tanımak için, kötüyü bilmek gerekir. Şeytan, insanları bu yönde eğitmektedir. Yezidiler, Mansur’a büyük saygı duyarlar. Yezidilerin bir inancına göre: «Hallac-ı Mansur idam edildiğinde ruhu, bedeninden ayrıldı ve suların üzerinde uçmaya koyuldu. Rastlantı sonucu, kızkardeşi, su almaya geldi; testisini Dicle’nin suyundan doldurdu; erkek kardeşinin bu testiye girdiğini farketmedi; eve döndüğünde susadı ve bu testiden su içti. Böylece Mansur’un ruhu, onun bedenine girdi; önce onun erkek kardeşi iken, şimdi oğlu oldu. Bu olaydan dolayı Yezidiler, ağzı tülbentle kapalı olmadıkça hiçbir dar ağızlı kaba, su doldurup bundan içmezler.»6
Yezidilerin daha önce Türkçe’ye çevirdiğimiz kutsal kitapları « Mushaf’a Reş » ve « Kitab-ül Cilve » ile « Şeyh Hâdî’nin İlâhisi » konuya açıklık getirmesi açısından, bu kitaba alınmış bulunmaktadır.
Mansur’un Arapça yazmış olduğu Tavasin, Ayşe Abdurrahman tarafından İngilizceye çevrilmiş biçimiyle, Pakistan’ın Lahor kentinde 1978 yılında yayımlanmıştır. Biz bu İngilizce metni Türkçeleştirirken, Mansur’un özel evrenine ilişkin oldukları ve çevrilemeyecekleri gerekçesiyle Arapça asılları İngilizce metinde korunan sözcükleri, bu ilkeye uyarak, çevirmeden, Arapça asıllarıyla bıraktık.
YAŞAR GÜNENÇ
* HALLAC-I MANSUR’UN VASİYETİ.(s.66).
” Hallaç (r.a.) şöyle dedi: Ey kavmim, Allah, beni benden alınca ve beni ben den yok edince, sonradan olan varlığımın nitelikleri darmadığın oldu. Sultan olan Allah kıdemiyle (ezeliliği ve ebediliğiyle) ortaya çıkınca, sanki benim sonradan ortaya çıkan varlığım, hiç var olmamış gibi oldu. Ve ezelilik ve ebedilik daima baki kaldı. Sonra benim enaniyetim (benliğim), onun enaniyetinde (benliğinde fani (yok) oldu. Ve benim hüviyetim (kendiliğim) onun hüviyetine (kendiliğine) karıştı. Ve nasutiliğim (beşeri varlığım) onun lahutiliğinde (ilahi varlığında) darma dağınık oldu. Sonra, bakındım ve O’ndan başka hiçbir şey göremedim. Ve O’ndan başka hiçbir şey işitmedim. Ve konuştuğumda O’ndan başka hiçbir şey dile getirmedim. Ve dedim ki, “Ene Hüve (Ben O’yum)”. Şayet ben “Ene’l-Hak” (Ben Hakk’ım) deseydim, Hakk’tan ayrılmamış olurdum. Çünkü onun sevgisi üzere ben Hakk’ım. O ise, kendi mülkiyetinde Hakk’tır. Ben sarhoş ve daha sonra da onun sırrı üzerine bulundumsa, benim vecdim onun vücuduyla (varlığıyla) kesinlikle iç içe geçmiş demektir. Ve benim sınırım O’nun varlığı üzere olmuştur.”
* YEZİDÎ’LERİN KUTSAL KİTAPLARI KİTAB’ÜL CİLVE (TANRISAL AÇIKLAMA KİTABI) İLE MUSHAF’A REŞ (KARA KİTAP)(s.71)
Yezîdîlik, Hâricîliğin İbâziyye Mezhebinden türeyen ve zamanla ayrı bir din sayılan koludur. Şeytana tapmakla da suçlanan Yezidîlik, gerçekte vahdet-i vücut (varlığın birliği) inancına sahip bütün tasavvuf tarikatları gibi her şeyi bu arada Şeytan’ı da Tanrı sayan bir inançtır. Melek Tâvus dedikleri Şeytan, yezîdiliğe göre, Tanrı’nın celâl (kızgınlık) niteliğinin varlaşmasıdır. Yezîdilerin asılları Kürtçe olan Kitâb’ül-Cilve ve Mushaf’a Reş adlı iki kutsal kitabı vardır. Kitâb’ül Cilve’nin, kurucu Yezîd’in, geleceğini haber verdiği yeni peygamber Şeyh Hâdî’ye (XII. yyıl) Melek Tâvus (şeytan) tarafından vahyedildiğine inanırlar. Mushaf’a Reş ise Şeyh Hasan bin Hâdî tarafından yazılmıştır. Bu ilginç inanışın temeli iki kitabı olan söz konusu metinler ve Şeyh Hâdî’nin İlahisini yayımlamakla, toplumumuzda çok az bilinen bir inanışa ışık tutmak, Anadolu’nun kültür mozaiğinde yer alan bir rengi sergilemek istedik.
Yaba Öykü Dergisi, S. 76
(1) «Hallac-ı Mansur» (Prof. Dr. A. Schimmel; Çev. Sofi Huri; İstanbul, 1969)
(2) aynı yapıt(eser)
(3) Dünya İnançları Sözlüğü; Orhan Hançerlioğlu (Remzi Kitabevi Yayınları, 1993)
(4) Eski Mısır Kraliyet Tanrısı Ttah; Yrd. Doç. Dr. Mürivet Kurhan (Belleten; Türk Ta rih Kurumu, Ağustos 1994)
(5) Eski Mısır Kraliyet Tanrısı Ttah (Yrd. Doç. Dr. M. Kurhan)
(6) Six Months In a Syrian Monastery; by Oswald H. Parry, B. A. (London; HoraceCox, 1895); s.372
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —