Tarih: 27.02.2013 11:56

Kürtler'e Yönelik İslamî Söylemler

Facebook Twitter Linked-in

Hakim paradigmaya göre din öyle şekilllendirilmiştir ki, o yanlışı, zihinlerde silmek epey çaba ve zaman alacaktır.Dindar entellektüel Kürtler, dinin taşlarının yerli yerine oturmasına çalışıp, hakim konumda olanların, elinde alet konuma getirilen ve Allahın ayetlerini az bir fiyata satma girişimlerini elinden almaya çalışmaktadır. Çünkü İslamiyet, üst tabakadan ve egemenden ziyade avamın, alt tabakanın, sömürülenin ve ezilenin dayanak noktasıdır.

[Hem İslâmiyet, havastan(egemenden) ziyade, avâmın(ezilenin) tahassungâhı(dayanak noktasıdır) olmuştur. Vücub-u zekât(zekatın farzlığı) ve hurmet-i ribâ(faizin haramlığı) ile, havassı, avâmın üstünde müstebit(baskıcı) yapmak değil, bir cihette(yönüyle) hâdim(hizmetkar) yapıyor; “Milletin efendisi, onlara hizmet edendir. İnsanların en hayırlısı onlara en faydalı olandır.” diyor.Hem Kur’ân-ı Hakîm lisanıyla; “Akıl etmiyor musunuz?” (Bakara:44),“İyice düşünmüyorlar mı?” (Nisâ:82),“Hiç tefekkür etmezler mi?” (En’âm:50) gibi kudsî(kutsal) havaleler ile aklı istişhad ediyor(şahid gösteriyor) ve ikaz ediyor ve akla havale ediyor, tahkike(araştırmaya) sevk ediyor. Onunla, ehl-i ilim ve ashab-ı akla(aklını kullananlara), din namına makam veriyor, ehemmiyet veriyor. Katolik mezhebi gibi aklı azletmiyor(görevden almıyor), ehl-i tefekkürü susturmuyor, körü körüne taklit istemiyor.]  (bakınız:Said Nursi, 29. Mektup 7. Kısım 2. İşaret )

Bu misal açıklayıcı olacaktır; "Vucudun" sıhhati, nasıl "organların" ve uzuvların sıhhatine ve sağlığına bağlıdır. Maddi olarak ta, "ümmet" bedeninin sıhhatli olabilmesi için vucud organları mesabesindeki "millet" ve kavimlerin sıhhatli ve sağlam bünyeye sahip olmalarına bağlıdır. İslamiyette bu vücudun ruhu hükmündedir. Hele "Kürtler" dünyanın Mezopotamya, Müslümanların Elcezire dedikleri bölge ve çevresinde yaşadıklarından, dünyanın ve ümmetin "kalp" damarları hükmünde olan Dicle ve Fırat üzerinde bulunuyorlar. Ümmet vücudunun sağlıklı ve ve mutlu olabilmesi için, kalp organı mesabesindeki Kürt kavminin; 1-Cehalet( bilgi ve kültür düşüklüğü), 2-Fakirlik( ekonomik refah azlığı) ve 3-İhtilaf( Cemaat, tarikat, parti vs. esastaki çekişme ve ayrılıkları) gibi hastalıkları tedavi ederek, 1-Bilgi, marifet ve fazilet ile donanma, 2-Ekonomik atılım yaparak ticaret, sanayi ve yatırımlarda hamle yapma ve 3-Ortak Müştereklerde bir araya gelip ittifak kurarak, sağlıklı bir kalbe kavuşup, vücut mesabesindeki İslam milletlerin ittifakı üzerine kurulu "İttihadı İslam" hedefi, gerçekleşmiş olacaktır. inşaallah...

 

“İslamiyette milliyetçilik yoktur. Kürtler, geç kalmış milliyetçiliği yaşıyorlar”

Peki, gerçekten Kürtler milliyetçilik yapıyorlar mı? Bunun yanlış olduğunu çok tahatlıkla tespit edebiliriz. Eğer Kürtleri şu anda yöneten irade, hiç milliyetçilik yapmayan insan merkezli olsaydı veya ümmet şuuruyla hareket eden bir yapı yürürlükte bulunsaydı, bu söylemde doğruluk payı olabilirdi. Halbuki, mevcut sistem ve yapı bir milliyetçilik üzerine kuruludur. Diğer milletler Türklük eğitiminden geçirilerek, ırkçılık tarifine girebilecek asimilasyoncu bir eğitim ve davranış biçimi söz konusudur...Hatta bu milliyetçilik eğer sadece kendi milletinin yararını düşünüp, diğerlerine zarar vermeseydi, yine tolere edilebilir ve musamaha ile bakılabilir bir yanı olurdu. Halbuki, tarihinin ve mevcut uygulamaların şehadetiyle diğer etnik bütün farklılıkları inkar etmiş ve bu mümkün olmadığından asimile yolunu seçmiştir. Yani bir etniste, diğer etnisiteleri keni içinde eritme mekanızmasına dönüşmüştür.

O halde mevcut yapıya eleştiri getirmeyen ve onun düzelmesi için çaba sarf etmeyenlerin buna dindarlar da dahil; Kürtlerin, bu mevcut uygulanmakta olan gayrı fitri, ontolojiye, fıtrata ve yaradılışa aykırı olarak milletlerinin tanınmayıp inkar edilmesi ve dillerinin yasaklanıp eğitim ve öğretimde kullanılmasına izin verilmemesi ve binyıldan fazla Kürdistan denen coğrafyalarının adını, Doğu ve Güneydoğu olarak isimlendirilerek değişrilmesi ve fitri yaşam alanları olan bu coğrafyada, kendi yönetimlerine izin verimemesi, haksızlığını, istibdadıni ve tahakkümünü kabul etmemek, hangi dine ve felsefeye, hangi demokrasi ve insan haklarına göre yanlış ve kabul edilemez bir milliyetçilik olarak değerlendirilebilir?

Ve bu, "Bir kişi kendisi için istediğini kardeşi için istemese iman etmiş olamaz" prensibi çerçevesinde doğru görülebilir mi? İşte bilfiil yaşanan bu uygulanan milliyetçiliğin istibdadını kaldırmak ve düzeltmek, Kürt milliyetçiliği ve ırkçılığı tarifine girer mi? Çünkü "Unsiuriyetin(ırkçılığın) şe'ni başkasını yutmakla beslenir" tarifine göre, kim yutuyor yani asimle edip dönüştürüyor? Şu aşamada Kürtler teorik olarak, ırkçı düşünceye sahip olsalar bile, bunu uygulayacak, yani başkasını inkar edip asimle etme ırkçılığını yapma kabiliyetinden mahrumdurlar. Yani ırkçılığı, hüküm ve kuvvet elinde tutan gerçekleştirebilir. Yoksa fitri tezahürün üzerindeki baskıların kalkmasını istemek ırkçılığa karşı bir hukuk müdafaasıdır.

(Menfi) milliyetçilik kötü tamam, neden mevcut ve uygulanmakta olan bu başkasını yutan milliyetçiliğe ses çıkarılmıyor da, olsa bile(kanaatime göre yok) hala uygulamda değil de teoride olan Kürtler hedef gösteriliyor. Halbuki en sosyalistinden en dindarına kadar, en demokratından en radikaline kadar, bütün Kürt hamiyetperverlerinin hiç birinde, şu an sistemin uygulamakta olduğu başkasını yutmakla beslenip, diğerlerini asimile etme ve  baskı altına alma gibi bir milliyetçilik ve ırkçılık  anlayışına sahip olmadıklarını, yapılacak bir araştırma neticesinde çok rahatlıkla tespit edilebilir.

Bu durumun anlaşılması için şoyle bir misal verirsek; Mesela hırsızlık islamiyette bir günahtır ve yasaklanmıştır. Ve herkes hırsızlığın kötülüğünü söyler ve kimse hırsızlık ünvanına sahip olup o ismile gezmek istemez. Ama hırızlığın toplumda mevcut olduğunu da biliyor, görüyor ve yaşıyoruz. Tamam, biz hırsızlık yapmıyoruz ve islamiyette hırsızlık olmaz diye rahatlıkla söylemlerimizle ifade ediyoruz.  Ama bununla beraber hırsızlık bir vakıadır ve gerçekleşiyor. Dolayısıyla, aklı başında ve kalbi yerinde müslümanlar ve insanlar; Yahu bu hırsızlık aldı başını gidiyor, hepimiz çok zarar görüyoruz  ve nerdeyse ikini üçüncü dafadır, evimize hırsızlık sırası geliyor diye bu yanlış ve haksız hırsızlık fiiline karşı çıklıdığında ve ona karşı bir mücadele azmi ve iradesi gösterildiğindei denebilir mi ki, “Yahu siz ne yapıyorsunuz? O hırsızı dediğiniz bir musülman evladıdır. İslamiyette hırsızlık yoktur.” deyip geçiştirilerek, buna karşı tedbir alıp engel olmak lazım iken, mücadele sergiliyenleri suçlamak ne kadar yanlış olduğu herkesin malumudur.

Aynen öylede, İslamiyette başkasını yutmakla beslenen ve diğerlerini inkar edip asimile yoluyla yutmaya çalışan milliyetçilik, red edilmiş ve cahiliye taasubu olarak tavsif edilip haram kılınmıştır. Fakat Müslüman neslinden olan bir kısım egemenler, gökten geldiği varsayılan doğmatikler  gördükleri İslamiyet yerine, milliyetçiliği ve ulusalcılığı sistemin baştan aşağıya bütün tabakalarına yerleştiren bir ideolojinin, düşünce ve uygulamalarının  yanşlığını söylemek ve bu zulüm ve haksızlığın kaldırılmasına çalışılırken; “İslamiyette milliyetçilik olmaz, müslüman milliyetçilik yapmaz.” deyip bu haksızlığa karşı çıkanları haklı görmek bir yana, üstelik milliyetçilikle suçlamak, zihinlerin nasıl kirlendiğinin ve mevcut ideoloji, hak ve hakikat yerine, nasıl kendisini merkeze alıp asıl referans yaptığını ve bu yapıya ters düşenleri yanlış olarak algılamak ve algılatmak, adeta karayı ak ve akı kara göstermek gibi bir demegoji ve cerbeze sergilenmektedir.

“Müslümanlar kardeştir.”

Doğrudur, gerçekten ayetin ifadesiyle “Müminler kardeştir”.(hucurat 10) Peki, bir kardeş babanın mirasından hile ve hurda ile bütün malları zimmetine geçirip, diğer bir kardeşe zırnık tattırmasa ve bu nedenle kendi miras hakkını almak için girişimde bulunsa, malı zimmetine geçiren kardeş; “Müslümanlar kardeştir aramızda ihtilaf olmaması lazım” deyip, vaziyeti geçiştirebilir mi?

Aynen öylede, çok ideal olmasa da bir baba mesebesindeki hilafet makamının, lağvedilmesiyele ve osmanlının dağılması sonucu(en geniş hududundan)  Avrupa kıtasından 28, Asya Kıtasından 14, Afrika kıtasından 22, toplam 64 müstakil ülke doğmuştur.(Bakınız:http://digitaldunyam.net/2010/11/osmanli-imparatorlugundan-dogan-ulkeler.html)İranı hariç tutarsak, bu evlatlardan bir büyük abi ve iki küçük kardeş, Kürtlerin miras hakkını zapt etmiştir. Veya 1924 yılında Lozanda paylaştırılmıştır. Lozanda hakikaten tam bir üç kağıt yaşanmıştır. Kürtlerin durumu ne olacak denilmiş, “anasırı islamiye” azınlık olamaz denilmiş ve sonradan anasırı islamiyeye ruh veren “İslami” düşünce ve kurumlar kaldırılmış. Böylece azınlıklara verilen haklar bile bu kurucu unsur olan Kürtlere verilmeden, mualakta bıraklımışlardır. İran tarafında kalan Kürdistan kısmı ise, Sunni Osmanlı Hilafeti ile Şii Safevi Hilafeti arasındaki 1639 Kasrı Şirin anlaşmasındaa bölüşülmüştür. Eğer bir milletin mesela Kürtelerin, kendi milliyetini, dilini ve yönetim erkini yaşması yanlış ise, bu 64 ülke için de, hepsi yanlış mıdır? Eğer herbirisi kendi milliyetlerin doğal ve fitri hallerini yaşıyorlarsa poplem yoktur. Ama kenilerinden olmayan milletleri, baskı altında tutup kendi kimliklerini onlara dayatıyorlarsa bunda problem var  demektir. Yani, mirasta küçük yetim kardeşe, güçüzlüğü için sömürülüp haksızlık yapılmıştır. Halbuki  Yetimlerin malına göz dikmemek gerektiği, ilahi ve evrensel bir hakikattir. Boşuna denilmemiştir; Kürtler bu ümmetin yetimleridir.

Hem ayet; “Müminler kardeştir” diyor. Fakat araları bozulmaz demiyor. Üstelik “kardeşlerin arasını düzeltin” diyor. O halde kardeş, diğer bir kardeşe tahakküme devam ediyor ise, adaletle arasını bulup, düzeltmek gerekir. Nitekim bundan hemen önceki ayette, şahıs olarak değil, grup olarak ta müminler birbirleriyle boğuşabildiğini ve bu problemi adaletle çözme yönetmi çok detaylı anlatılmaktadır.(Hucurat:9)

Asrı saadette, Evs ve Hazreç diye iki kabile vardı medinede… Hz. peygamber ümmet birliğini kurarken, bu kabilelerden birini diğeri içinde eritti mi? Yoksa, bu iki kabile dahil,  diğer toplumsal gruplarla biriliktelik oluşturarak bir üst organizasyon halinde ümmet  toplumunu kurdu?(Medine Sözleşmesi)

Uhhuvet(Kardeşlik) Risalesinde;

“Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine(1000) kadar bir, bir…

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze(100) kadar bir, bir…

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona(10) kadar bir, bir…”(22. Mektup)

(Tablo için kaynak:Mehmet Ali ERDEM, risalehaber.com)

Kardeşliğin birlikteliği,  İnsanlıkta(İnsaniyeti Kübra, Allaha İman) ve İslaimyette uygun sosyal ve siyasal organizasyonla sağlanacağı halde, bu 1100(%99.1) birlikteliğe karşı, 10(%0.9) luk hükmünde olan, laik ve milliyetçi Türklükte aramak, kardeşlik hakikatine aykırıdır.

Bu durum, Allahın tecellisine(uygunsa emeğine), dinimizin hakperest düsturlarına ki, bunlar kabe saygınlığında ve uhud dağı büyüklüğünde olmasına rağmen, bunları küçümseyip, küçük çakıl taşlar hükmünde olan sun’i Türklük çerçevesinde birliktelik aramak, %0.9 luk oranı, %99.1 oranın yerine kullanmaktır. “Müslümanlar kardeştir” demek , milletleri, memleketleri ve  devletleri farklı olsa da, iman ve islamiyet onları kardeş yapmıştır. Yoksa kardeş olmak, bir milletin içinde, diğer milletleri eritme değildir. Hatta İslamiyet, müminler kardeştir mesajıyla, böyle saçma sapan ve haksız anlayışa son vermek içindir.

“Kabirde, Kürt müsün Türk müsün sorulmayacak”

Doğrudur, Kabirde Türkmüsün veya Kürtmüsün diye sorulmayacaktır. Kabirde evin var mıydı yok mudu diye de sorulmayacaktır. Fakat evini yaparken, komşu evin arsasına tecavüz etmiş misin etmemiş misin diye hesabı sorulacaktır. Komşun aç iken tok yattın mı diye sorulacağı gibi... Bunun gibi, Türk müsün diye sorulmayacaktır. Fakat, Türk olup elinde egemenlik varken, Kürtleri sırf Kürt olduğu için, neden fitri haklarını tahakküm altına alıp küçümsediniz diye hesap sorulacaktır. Çünkü madem cahiliye taassubunu islam yasaklamış, onu tekrar diriltip, uygulayanın hesabı elbette sorulacaktır.

Aynen öylede, madem Türklük ve Kürtlük önemli değildir. Ve kabirde veya mahkemeyi kübrada sorulmayacak, Anayasanın 66.maddesinde herkes Türk sayılıyor. Bu doksan yıllık sürenin yarısı kadar da herkes Kürt sayılsın. Bu düşünceyi kesinlikle yanlış buluyorum. Gaye, mevcut yanlışlığı ortaya koymak içindir. İkinci resmi dil, Kürtçe olsun. Nasıl olsa kabirde bundan sorulmayacaktır. Veya madem Türkün Türkçesi Ve Kürdün Kürtçesi kabirde önemli değildir. O halde, ha Türkçe eğitim-öğretim yapılmış ha  Kürtçe (kurmaci, zazaki) anadilinde eğitim-öğretim yapılmış farketmez. Eğitimin hangi dil ile yapıldığı belki sorulmayacak ama, o dilde hak ve hakit mi anlatıdı, yoksa milliyeti bir şahısta putlaştırarak anlatıldı mı diye hesabı sorulacaktır. Hatta Allahın yarattığı bir millete ikram edilen dili, neden kendinizi ilah yerine koyarak yasaklayıp, engellediğinizin hesabı muhakkak sorulacaktır. Hem bu kadar resmi kurum ve TSK’ların isimlerinin ilk kelimesi Türk diye başlıyor; Türk Tabipler Birliği, Türk Ticaret, Türk Telekomünikasyon vs... Kürdistan bölgesinde de bazı kurumların, Tv lerin önüne de Kürd kelimesi gelse ne olur, nasıl olsa Kürt ve Türk’ten, kabirde sorulmayacaktır. İşte bu soruyu, egemen olan Türk resmi zihniyetine önce bir sormak gerekiyor.

Vaya Kabirde milliyeti sorulmaz diyen resmi sistem sözcüleri, önce bu sistemi milliyetçilikten arındırmaları lazım ki, Kürtlere söyleyecek sözleri olsun.  Veya dünyada o kadar milletlerin kendi dilleri ile eğitim yapılıyor, madem kabirde sorulmayacak, bütün dünya milletlerine şu teklifi götürelim; “Eğitim-öğretim dilinizi ya dünyada yaygın olan İngilizce veya dinimizin dili olan Arapça yapılsın.” Denilse, başta Türkler ve Türk resmi sistemi kabul edebilecek mi? Doğrusu aslında, milletler ne dillerini ve ne de milliyetlerini terk etsin, başka milletleri baskı altında tutmayıp, kendi kültürünü dayatmasın yeter…Çünkü Allah milliyeti(hucurat:13) ve dili(rum:22) vermişse, herhalde boşuna değil, kullanılması en tabii olanıdır.

“Mühim olan takvadır.”

Doğrudur gerçekten mühim olan takvadır.  Peki takva nedir? Allahın haram kıldığı  şeylerden ve günahlardan sakınma anlamındadır. Peki, bir millet veya kabile, iman, islam ölçüsü dururken, yani ameli salih olan iyilik ve günahlardan kaçınma olan “takva” yerine kendi milletini esas yaparsa ve bütün sistemi bunun üzerine kurarsa ve diğer milletleri zayıf olduğu için, hak ve hukukunu nazara almassa takvalı olur mu? Üstelik, takva deyince hemen akla gelen şu cümle; ”İnne ekreme kum indallahi etka kum; Allah indinde en üstün olanınız takvada en ileri olanınızdır”  nerede geçiyor ve hemen hangi cümlenin arkasında geliyor? “Vecealnakum şuuben ve kabaile li tearefu; Sizi milletlere ve kabilelere ayırdık ki bir birinizi tanıyasıznız.”(Hucurat:13) Cümlesinden sonra aynı ayet içinde…Peki bir millet( Türk Resmi sistemi) diğer bir milleti( Kürtleri) tanıyıp yardımcı olmuyor ve inkar edip düşmanlık sergiliyorsa, hedeflenen takvadan eser kalır mı? Yani milletlerin takvası, birbirini tanımak ve yardımcı olmak, birbirini inkar etmemek ve düşmanlık yapmamaktır. İşte bu gerçeklerin tersi yapılınca ve takva elden gidince, artık takvadan bahs edilebir mi? Yani inkar edilen ve düşmanlık gören, tanınmayıp ve yardımcı olunmayan tarafa “mühim olan takvadır” demek, takvayı çiğneyeni kayırmak anlamını taşır.

Elbetteki ontolojik olarak herhangi bir milleti olduğu gibi kabul edip, değer ölçüsünü ise, düşünce ve davranış güzelliği olarak nazara alınırsa, takvaya göre hareket edilimiş olunur. O halde bu bazda, takvalı olmak demek millet veya kabile olarak güçlü ve kuvvetli olunduğu halde gücüne ve kuvvetine güvenip diğerlerini ezme ve baskı altında tutma yerine, hak ve dalet ölçülerine göre hareket edildiği vakit takvaya erişilir. Evet,zannedilenin aksine “Allah indinde en iyi olanınız takvada en ileri olanınızdır” gerçeği milletlerin birbirileri ile münasebet ve ilişkilerinden bağımsız değildir. Aslında o ilişkinin sağlıklı olmasının ölçüsünü vermektedir. Hatta öyle bağımlıdır ki birbiri ardınca gelmişlerdir. Yoksa güçlü millet, zayıf milletin hukukuna riayet etmese, inkâr etse veya rızasını almadan ona yeni bir kimlik vermeye çalışsa takva ile bağdaşabilir mi?

“Kürt meselesi, dış tahriklerin oyunudur.”

Peki müslüman Kürt kardeşlerimizi, Kur’an ve sünnet ölçüleriyle veya demokrasi ve insan hakları çerçevesinde değerlendirip, adalet ölçüleri ile davrandık mı ki, sadece dış mihrakların tahrikine suçu havale ediyoruz. Bana göre Kürt meselesi dış tahriklerle değil iç tahriklerle ortaya çıkmıştır. Hatta dış düşünce ve ve felsefesinin yerli versiyonu olarak Kürdistana bakılmıştır. Yani durumumuz Müslüman elbisesi içinde, gayri müslimlik yapmaktır. Hatta gayri müslimler, toplumun tepkisini çekmemek ve idareyi yürütebilmek için bu kadar radikal uygulamalar yapmazdı. Denebilir Kürtler gibi, dindarlar da aynı zulme maruz kalmıştır. Doğrudur. Bir zulmün birine yapılması, diğer zulmü hafifletmediği gibi, mahkeme usulünde, bir zulümden ceza yemek, diğerlerinden muaf olmayı da gerektirmez.

Evet, ben şahsen şimdiye kadar, bir yabancı ile hala Kürt meselesi konusunda konuşmamışım. Ama bu ülkede, devlet yetkililireinden tutun, bütün kurumlarına kadar, medyasından, tutun eğitim sistemine kadar, her taraftan Kürtlern tahrik edildiğine şahit oluyorum. Kürdistana yapısına, sosyolojisine, tarihine ve  kültürüne uymayan cerayanı siz vermişsiniz. Kabul etmediler, karşı çıktılar, hareketlerini zorla bastırdınız. Olmadı, katliamlara giriştiniz. Önmeli aileleri ve kişileri sürgün ettirdiniz. Göçmenleri değişik yerlere, homojenite bozulsun diye iskan ettirdiniz. Olmadı, eğitim yolu ile asimile temeye çalıştınız. Milliyetlerini inkar, dillerini yasakladınız. Sadece onları değil, onlarla olan bütün ortak değerleri de lağv ettiniz yine de problem çıkarmasınlar demektesiniz. Bu düşünce, kendine veya sisteme ait hiç bir hatayı kabul etmeyip, kendini merkeze alıp, manüpüle etmek için dış güçlerin tahrikidir deyip, çözüm kenidinde bittiği halde, topu taca atmaktan başka bir şey değildir. Mücahit Bilicini meteforuyla söylersek; Kürtlernin hareketine gayri meşru diyenin, kendisinin önce tecavüzcü olduğunu kabul etmesi gerekir.





Orjinal Habere Git
— HABER SONU —