“Kapitalizm Çöküyor Mu?”

John Peterson yazdı..

VAN 13.02.2013 11:33:13 0
“Kapitalizm Çöküyor Mu?”
Tarih: 01.01.0001 00:00
Geçenlerde kapitalizmin avukatı ve kibirli sözcüsü konumundaki Forbes’in internet sitesinde yayımlanan bir yazıda bu soru soruldu. Yazıyı yazan Igor Greenwald’ın deyimiyle: “Kapitalizm yaklaşık 400 senedir batı dünyasındaki egemen ekonomik sistemdi. Genel olarak bakıldığında önceki ekonomik sistemlerin toplamından daha fazla zenginlik getirdiği görülüyor. Ancak hiçbir şey sonsuza kadar devam etmiyor. Süreç tıkanıyor. Gidişat değişiyor. Mevcut sistemler artık işe yaramıyor. Kapitalizm ne zaman çökecek? Peki, sonra ne olacak?”

Greenwald sözlerini sürdürüyor: “Avrupa’da 14.yüzyıldaki bubonik veba salgını sonrasında geçici bir süre için ücretler artarken tarımdan elde edilen gelir düşmüştü. Bugün buna benzer bir süreç işlemiyor. Her biri aynı zamanda tüketici olan işçilerin olanaklarının gittikçe kısıtlandığı göz önünde bulundurulduğunda iyimser olmak pek mümkün görünmüyor. Galiplerin, mağlupların güçlenmek için ihtiyaç duydukları bütün mücadele araçlarını ellerinden aldığı, birinin kazanırken ötekinin kaybetmek zorunda olduğu, bu tip oyunlar genellikle galiplerin umdukları gibi sonuçlanmaz.”

Başka bir deyişle, Avrupa nüfusunun yaklaşık %30-60’ına karşılık gelen, dünya genelinde 75 ile 200 milyon arasında insanın hayatını kaybetmesine ve böylece “ücretlerin artmasına” sebep olan kara ölüm gibi “oyunun kurallarını değiştirecek” bir olay yaşanmazsa işçi sınıfının bu sistemin düzeleceğine inanması için hiçbir neden yok. Bu yorumdaki sinizm bir kenara bırakılırsa, Forbes gibi coşkulu savunucularının bile kapitalizmin devamlılığından şüpheye düşmeleri dikkat çekiyor. 

Son birkaç yılda ortaya çıkan öğütücü krizler sistemin içindeki yapısal çelişkileri açığa çıkararak toplumun bütün kesimlerinden milyonlarca insanın bilinçlenmesine yol açtı. 1800’lü yıllarda henüz sistem üretim araçlarını geliştirerek tarihteki ilerici rolünü oynarken kapitalizmin savunucularında bugünkü karamsarlık gözlenmiyordu. Tam tersine, kapitalist sınıf geleceğe mutlak bir güvenle, gelecek yüzyıllarda dünyayı yönetmeye devam etme planları yaparak bakıyordu. 1950 ve 1960’larda savaş sonrasındaki süreçte, iktisadi koşullar son derece olumsuzken bile, sistemin destekçileri gidişattan yana umutluydu. Ancak bugün durum oldukça farklıdır.

Forbes sitesinde çıkan yazıda kapitalizmin insanlığın toplumsal-ekonomik yapılanmasının yalnızca bir kısmını, günümüzdeki örneğini oluşturduğunun kabul edilmesi önemlidir. Genellikle bizden kapitalizmin “mümkün olan en iyi sistem olduğuna”, “ebedi olduğuna ve ezeli olarak” devam edeceğine inanmamız beklenir. Oysa kapitalizm tarihsel gelişim sürecimin yalnızca bir parçasıdır ve kendinden önceki pek çok sistemin yerine geçmiştir. Mantıksal olarak bakıldığında, her ne kadar yazar bu sonucu belirtmemiş olsa da, günün birinde kapitalizmin yerini başka sistemlere bırakacağı kolaylıkla görünür. 

Sistemin yapısal problemleri yalnızca Forbes’te ele alınmıyor. Stratfor sitesinin jeopolitik strateji analisti George Friedman son dönemde yayımlanan yazılarından birinde şu değerlendirmeyi yaptı: “(…) Amerika Birleşik Devletleri ekonomik yönelimlerinden kaynaklanan, kayda değer jeopolitik sorunlar yaşıyor ve görünüşe göre bu süreç oldukça uzun süre devam edecek. Amerika Birleşik Devletlerinin en ciddi sorunu orta sınıfın yaşam standartlarının kalıcı olarak gittikçe artan oranda düşmesidir. Problemin sonucu olarak 2. Dünya Savaşından beri sürdürülen toplumsal düzen gittikçe bozuluyor. Bu durumun devam etmesi halinde Amerikan hegemonyası zarar görecek.”   

“Amerika Birleşik Devletleri ‘yükselen suların bütün gemileri kaldırabileceği’ varsayımı ile kurulmuştu. Önceki kuşakların yaşantıları bu sözü doğrulayamadı ve sosyoekonomik gerçekliğin gelecekte değişeceğine dair bir işaret bulunmuyor. Yani, ülkenin temel direği yıkılma tehlikesinde. Buradaki problem, sosyal dengelerin bu varsayım üzerine inşa edilmiş olmasıdır. Durum böyle olunca Amerika Birleşik Devletlerinin toplumsal dokusu ve ABD’nin dünya çapındaki muazzam gücü ortadan kalkma tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Birleşik Krallık ve Roma gibi diğer büyük güçler de orta sınıfın koşullarını kalıcı olarak iyileştirmeyi esas amaçları olarak belirlememişlerdi. Amerika Birleşik Devletlerinde orta sınıfın dengesi bozulursa jeopolitik gücü sarsılır.” 

Günümüzde ABD’de yaşayan çoğunluk için “sosyoekonomik gerçeklik” nedir? Çalışma çağındaki Amerikalılardan iş bulabilenlerin oranı son 39 aydır azalıyor ve şu anda %59’a düşmüş durumda. Bu oran 2009 yılı eylül ayından beri en düşük seviye olan %58,7’lerde seyrediyor. Bunun anlamı çalışma çağındaki Amerikalılardan yaklaşık 100 milyon kişinin işsiz olduğudur. Amerikalıların %48’i yoksulluk içinde veya “düşük gelirle” yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Halkın %77’si yalnızca maaşları aldıkları gün “yaşadıklarını” söylüyor. Son dönemde işten çıkarılanların %60’ı “orta düzey gelir sahipleri” olurken aynı dönemde istihdamın %58’ini “düşük gelirli” işlere yerleştirilenler oluşturuyor. Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezinin verilerine göre 2010 senesinde işlerin yalnızca %24,6’sı “iyi iş” olarak tanımlanmış. 

Orta düzey maaşlar son 4 senedir düşüşte; şu anda ailelerin yıllık gelirleri 1.000$ azalmış durumda. Gelir dağılımının en altında yer alanlar, özellikle de gençler, için gidişat hiç de iyi değil. ABD’de yaşayan çocukların %57’si “düşük gelirli” yoksul ailelere mensup. Evin giderlerini karşılayanların 30 yaşından küçük olduğu ailelerdeki yoksulluk oranı %37’yi buluyor. Devlet okuluna devam eden öğrencilerin bir milyondan fazlasının evi yok. Bloomberg verilerine göre 1978 yılından beri okul harçları %1.000, sağlık harcamaları %601 ve gıda fiyatları %244’ten fazla arttı. Geçen yılın verilerine göre üniversite mezunlarından 25 yaş altındakilerin %53’ü ya işsiz ya da vasıfsız işlerde çalışıyor. Yaklaşık 25 milyon yetişkin ailesi ile yaşamak durumunda.   

 Amerikalıların %40’ından fazlasının birikimi 500$’ı bulmuyor. %28’inin acil durumlarda harcamak için bankada hiç parası yok. 20,2 milyon Amerikalı gelirinin yarısını barınma için harcıyor; oranları 2001 yılından beri %46 yükseldi. Elektrik faturaları 5 yıldır enflasyondan daha yüksek seviyede artarken su faturaları son 12 senede üç katına çıktı. Gıda yardımına muhtaç olan Amerikalıların sayısı son 4 yılda %50 artarak 47,7 milyona ulaştı. 1970’lerde her 50 Amerikalıdan biri bu yardıma ihtiyaç duyarken bu oran günümüzde her 6,5 Amerikalıdan birine yükselmiş durumda. Yani ABD nüfusunun yarısı ile Kolombiya Bölgesi nüfusunun toplamı kadar insan gıda yardımı alıyor.      
Bu mecrada pek çok defa ifade ettiğimiz üzere Amerikan rüyası inandırıcılığını yitirdi; işçiler ve gençler artık bilinçleniyorlar.  

Friedman’ın “orta sınıf” kavramı işçi sınıfının çoğunluğuna, yani toplumun büyük bir kesimine, karşılık geliyor. Mr. Friedman toplumsal dengelerin bozulma ihtimalini vurgularken Mr. Greenwald “bu tip oyunlar genellikle galiplerin umdukları gibi sonuçlanmaz” diyerek endişesini belirtiyor. İkisi de toplumda büyük kitlesel değişimlerin, yani devrimin, mümkün olup olmadığını sorguluyor. Her şeyin bir sınırının ve “kırılma noktasının” olduğu unutulmamalıdır.

Borçlanmanın ve “mali uçurumun” “üstesinden gelme çabaları” yalnızca yoksulluğun artması ve ayrımın şiddetlenmesi ile sonuçlanabilir. Birkaç hafta önce otomatik kesintilerin ertelenmesinin sonucu olarak ortaya çıkan, kesintilerin şimdi yapılmasını isteyenler ile ertelenmesini isteyenlerin gülünç “hesaplaşmasına” tanık olduk. Ne şekilde olursa olsun bilyonlarca dolar kesintinin olanca şiddetiyle yaklaştığı kesin. Sosyal güvence, tıbbi bakım sigortası, yoksullar için sağlık yardımı ve diğer pek çok alandaki hizmetin ortadan kalkacağı biliniyor. 

Aralık ayında borçlanmanın artmasına ilişkin olarak basında yürütülen tartışmalarda sosyal güvencenin “maaşlardaki vergi muafiyetinin” ortadan kalkacağı yani 163 milyon işçinin evlerine daha az ücretle döneceği, açıkça ifade edildi. Bu vergilendirme ile birlikte insanların alım gücünün iyice azalacağı muhakkaktır. Öte yanda zenginler ve şirketleri kârlarını rahatça arttırmayı sürdürecek. Zenginlerin durumlarının düzelmesinin “aşağıya sızma etkisi” ile herkesi olumlu etkileyeceğine dair görüşler son 30 yılda inandırıcılığını kaybetti.

Şirket kârlarının GDP oranlarının her zaman yüksek çıkmasına rağmen maaşlar daima düşük kalıyor. Sübvansiyonlar, şirketlerin vergi kaçırması, dış yatırımcılara uygulanan kolaylıklar ve çeşitli yasal boşluklar sayesinde en varlıklı Amerikalıların her sene ortalama 3 trilyon $ vergi kaçırdığı tahmin ediliyor. Bu oran ABD’nin senelik bütçe açığının üç katına tekabül ediyor.  

“İstihdam sağlayanların” ve “endüstri liderlerinin” bankalardaki, üretime katılmayan trilyonlarca dolar nakit parası değerlendirilmiyor; sonuçta iş arayan milyonlarca insan işsizlik batağına iyice saplanıyor. Gelir dağılımının en üstündeki %1’in varlığı en alttaki %95’in toplam kazancına eşit. ABD’nin en zengin 400 ailesinin serveti toplumun %50’sinin geliri ile aynı miktarda. Wal-Mart’ın altı mirasçısının “serveti” tek başına dahi en alt gelir seviyesindeki Amerikalıların toplam gelirinin %30’undan fazladır. En yoksul %50 ülkedeki varlığın sadece %2,5’ine sahip.   

Bizler krizin faturasını işçiler ve yoksullar değil patronlar ödesin diyoruz! Eğer kapitalistler toplumu herkesin çıkarına uygun olarak idare edemiyorsa işçiler bu görevi elbette üstlenebilirler!

Amerikan işçi sınıfının mücadele etmesi şart; bunun için yeterli güce sahip. Bundan daha önemlisi bu mücadele sonunda galip gelmek zorunda; bunu elbette başarabilir. 

Indiana ve Michigan’daki “Çalışma Hakkı” aldatmacası işçi hareketleri için, sendikalar işçiler ile patronlar arasındaki çıkar çatışmasının bilincine varıp sınıf perspektifli siyaset üretmezlerse başa gelecekleri gösteren, bir uyarı niteliği taşıyor. Hem “Çalışma Hakkı” karşısında örgütlenmedeki yetersizlik hem de on yıllardır işçi sınıfının siyasi cepheleşme sürecinde yaşadığı öncülük noksanlığı yüzünden bugün bu haldeyiz. Fakat Los Angeles limanındaki 8 günlük grev, Wal-Mart “Kara Cuma” protestoları ve fast-food sektöründe çalışan yüzlerce işçinin New York’ta yaptıkları yürüyüş gibi örnekler işçilerin sömürü düzenine teslim olmayacaklarını gösteriyor. İlerleyen zamanlarda mücadele mutlaka yükselecektir.

Peki, önümüzdeki dönem ne getirecek? Mr.Friedman bu soruya kaçamak cevap veriyor: “Benden daha zeki ve şanslı insanlar çözüm yolunu bulacaktır.” Dünyayı sınıfsal perspektif yerine jeopolitik bakış açısı ile yorumladığı için pek çok öngörüsü olmasına rağmen çıkış yolunu gösteremiyor. Mr.Greenwald’ın çözüm yolu ise şaşırtmıyor: kapitalizmi kendinden kurtarmak istiyor. Ancak, kapitalizmi düzenleme çabasının yanardağ patlamalarını “düzenleme” çabasından farklı olmadığını gözden kaçırıyor!

Forbes’e verilecek yanıt bellidir: kapitalist sistem gerçekten çöküyor. Eğer yerine sosyalizm konulamazsa insanlık son bin yıldır görülmeyen karanlıkta bir çağa girecek ve toplumlar gerileyecek. Kapitalist sistemin son nefesini eceliyle vermeyeceğini burada vurgulamak gerekiyor; onu tarihin çöplüğüne göndermek için örgütlü işçi sınıfının mücadelesine ihtiyaç var.  

Soldaki pek çok grup geleceğe dair karamsar fakat biz Marksistler iyimseriz. Genel gidişatı göz önünde bulundurarak, her gün yaşanan kapitalist dehşete rağmen, insanlığın geleceğinin iyi olacağını söyleyebiliriz. 

Kapitalist sistemde üretim araçları ve teknoloji tahayyül edilemez boyutlarda gelişmiş olabilir fakat bir sosyoekonomik sistemin devamlılığı üretim araçlarına ve çoğunluğun yaşam koşullarına sağladığı katkı ile ölçülür. Kapitalizm ihtiyaçlara artık cevap veremiyor. En parlak günlerini geride bıraktı; artık çöküş döneminde.

Sadece sosyalizm insanlığa yaşam güvencesi sağlayabilir. Toplum, kâr amacının prangasından kurtulup gerçek gücünü elde ettiği zaman kültür, sanat ve bilimde eşi benzeri görülmemiş ilerlemeler kaydedilecek; gezegende yaşayan halkların yaşam standartları yükselecek. Uğruna mücadele edilen gelecek işte budur.