İSLAM’A GÖRE İNSAN

Dünya Bülteni/Temel Hazıroğlu

VAN 18.08.2017 10:17:24 0
İSLAM’A GÖRE İNSAN
Tarih: 01.01.0001 00:00
 Allah tarafından insana verilen yüksek değerin yanında, kulluk bilincinden uzaklaşan insanlar için yapılan zayıf, zalim, hırslı, zararda olan vb. nitelemeler de vardır. Bu bağlamda insanın “eşref-i mahlûkat” olma ile “esfel-i safilin” olma arasında bir çizgide hareket ettiğini ifade edebiliriz.
Bir önceki yazımızda modern dünyanın insana bakışını, iş dünyasındaki insanın konumunu ve İnsan Değerleri kavramını ele almıştık. ( Modernite, İktisat ve İnsan )
Bu yazımızda ise İslam’a göre insanı ele alırken İslam’ın temel kaynakları olan Kitap ve Sünnet’teki konumunu inceleyip değerlendireceğiz.
Kur’an-ı Kerim’de İnsan
“İnsan” kelimesi Arapça “ins” kelimesinden türetilmiştir. Beşer, insan topluluğu anlamına gelir ve daha ziyade insan türünü ifade eder. İnsan kelimesinin etimolojik kökenine bakıldığında karşımıza üç farklı kök çıkmaktadır. Bunlardan ilki ünsiyet kurma, cana yakın olma anlamındaki “ens” köküdür. İkincisi ise, unutma anlamındaki “nsy” köküdür. Ayrıca üçüncü olarak da, sevk etmek, kımıldamak, hareket etmek anlamındaki nvs kökü söylenebilir. Üç farklı kökene bakıldığında görülecektir ki, üç kelime de insanın özelliklerini yansıtmaktadır. İnsan hem diğer insanlarla bir arada yaşayan sosyal bir varlık hem unutkan hem de hareket eden bir varlıktır.
Bu çerçevede kelimenin Kur’an-ı Kerim’deki kullanımına bakıldığında, bunun insanın etimolojik anlamını muhteva edecek şekilde olduğu, bununla beraber çok daha övgü dolu bir tanımlamaya mazhar olduğu görülmektedir. Araf Suresinin 189. ayeti eşlerin yaratılış hikmetlerinden birinin de ünsiyet kurmak olduğu ifade edilmiştir. İnsanın unutkan olduğu ile alakalı ayetler de Kur’an-ı Kerim’de çokça mevcuttur. (Casiye, 45/34; Mücadele, 58/19)
İnsanın bu gibi eylemlerini, fıtrat özelliklerini anlatan ayetlerin yanında Kur’an-ı Kerim’de insanı öven, vazifelerini ve sorumluluklarını bildiren birçok ayet de bulunmaktadır. Bu ayetler içinde Fatır Suresi 39. ayet insanın yeryüzündeki görevini anlatmaktadır: “O’dur; sizi, yeryüzünde halifeler kılmış olan. Kim küfrederse; küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfrü Rableri katında ancak gazabı artırır. Kâfirlerin küfrü onlara hüsrandan başka bir şeyi artırmaz.” Burada hilafeti esas itibariyle yeryüzünü imar ve ıslah görevi olarak görmek ve insanın bu görevin gerektirdiği güçlerle donatılmış olduğunu düşünmek yerinde bir tutum olacaktır. Bu noktada söz konusu ayet, en temelde insanın yeryüzünde Allah’ın halifesi olduğunu ifade ederek insanı yaratılan diğer tüm varlıklardan üstün kılmıştır (İsra, 17/70). Bu üstün kılma o derecedir ki, Allah, meleklerden insana secde etmesini, tabii ki saygı gösterme anlamında, talep etmiştir (Araf, 7/11). Bu çerçevede insanın yaratılmışlar arasında en üstün konumda olduğu ifade edilebilir.
İnsanın yaratılışına ait bir ayette ise, Allah, “Sonra onu düzeltip tamamlamış ve ruhundan ona üflemiştir. Size de kulaklar, gözler ve kalpler vermiştir. Ne de az şükrediyorsunuz” (Secde, 32/9) buyurarak insanların kutsiyetini ve özel yaratılışını vurgulamıştır. İnsanın bu özel yaratılışı da Tin Suresinde, “Doğrusu Biz; insanı ahsen-i takvim olarak yarattık.” (Tin, 95/4) ifadesi ile betimlenmiştir. Kanaatimizce insanın yaratılışının en iyi ve en güzel bir biçimde olması insanın değerinin ve öneminin en net göstergesidir. İnsanın “ahsen-i takvim” (en güzel şekilde) olarak yaratılması buna açık bir işarettir.
Allah tarafından insana verilen yüksek değerin yanında, kulluk bilincinden uzaklaşan insanlar için yapılan zayıf, zalim, hırslı, zararda olan vb. nitelemeler de vardır. Bu bağlamda insanın “eşref-i mahlûkat” olma ile “esfel-i safilin” olma arasında bir çizgide hareket ettiğini ifade edebiliriz. İnsan kulluk bilincini unutmaz ve Allah’a hakkıyla kul olursa en güzel bir şekilde yaratılmış ve ahlaklanmış benliğini eşref-i mahlûkat kılar. Fakat kulluk bilincini unutur ve Allah’a inanmaz, şükretmez ise en güzel şekilde yaratılmış benliğini esfel-i safilin kılar.
Allah’ın kuru çamurdan yaratıp kendi ruhundan üflediği insan, bir yandan emaneti yüklenecek kadar cesur, varlıkların en şereflisi, meleklerin secde ettiği, yeryüzünün halifesi, en güzel şekilde yaratılmış (ahsen-i takvim) bir varlık; diğer yandan ise zayıf, zalim, kan dökücü, bozguncu, sabırsız, tamahkar, doyumsuz, nankör, cimri, hırsına ve tartışmaya düşkün, aşağıların en aşağısı (esfel-i safilin)olmaya aday bir varlıktır. Evet, insan, bu özellikleri aynı anda barındıran ve büyük imtihan sahibi bir varlıktır.
“Nefse ve onu düzenleyene, Sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene, Onu arıtan, gerçekten felaha ermiştir. Ve onu örtüp kirleten ise muhakkak ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10)
Bu çerçevede düşünüldüğünde, Allah’ın, Kur’an-ı Kerim’deki insan tanımlaması özetlenecek olursa; insan, en güzel bir şekilde yaratılmış, kendini sorumlu kılmaya yetecek düzeyde bir özgürlükle donatılmış, Allah’ın ruhundan üflediği ve tüm yaratılmışlara üstün kıldığı bir varlıktır. İnsan, bu konumunu Yaratıcısına bağlı kalarak onun istediği şekilde hayatını idame ettirerek sürdürmeli, kendi bütünlüğüne bağlı kalarak değerini artırmalı ve “eşref-i mahlûkat” olarak yaşamalıdır. İnsan, Allah katında değerlidir ve bütün semavi kitaplarda olduğu gibi Kur’an-ı Kerim’de de en önemli muhatap odur.
Hadislerde İnsan

Hadis, Hz. Peygamber’in sözlerini, fiillerini ve tasviplerinin tümünü tanımlamak için kullanılan ifadedir. Bu çerçevede hadis ravileri aracılığıyla İslam’ın ilk asırlarından bu yana günümüze kadar çokça hadis nakledilmiştir. Bu hadislerin büyük bir çoğunluğu, bir insan olarak Hz. Peygamber’in, Kur’an ahlakı ile nasıl ahlaklandığı hakkında bizlere bilgiler ve örnekler sunmaktadır. Allah, “Muhakkak ki sen; büyük bir ahlak üzerindesin.” (Kalem, 68/4) ayetiyle Hz. Peygamber’in ahlakının büyüklüğünü belirtmiştir. Bu ahlak büyüklüğünü de, “Andolsun ki; sizin için Resulullah’da güzel bir örnek vardır. Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için.” (Ahzab, 33/21) ayetiyle diğer insanlara örnek olarak sunmuştur.
Bu çerçevede Hz. Peygamber de, insana ve insanın geldiği yer olan cenneti arayışına dair çokça söz söylemiş, fiilde bulunmuştur. Hz. Peygamber, insanların yaratılışına dair, “Her doğan, fıtrat üzerine doğar.” (Buhari, Tefsir (Rum), 2) diyerek insanın fıtratının ahlaka, yani yaratılışa yatkınlığını vurgulamıştır.
İnsan, doğduğu andan itibaren Allah’a iman hususuna fıtraten bir yakınlık duymaktadır. Hilkatte eş ve eşit olmak bir yakınlık duyma konusunda da kendini gösterir. İnsanların doğduğu andaki bu eşitliği bozacak, doğallığı yitirecek, kullar arasına nifak sokacak hiçbir şey de söz konusu değildir. Hz. Peygamber, bu durumu Veda Hutbesinde şu şekilde açıklamaktadır:
“Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınızdır (en takvalınızdır). Ey insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah Teâlâ katında en üstününüz, Allah Teâlâ’dan en çok korkanınızdır.” (Müsned-i Ahmed b. Hanbel, 5/411)
Etnisite bağlamında hiçbir insanın hiçbir insana benzemediği ve farklı, kendine has nitelikler barındırdığı gerçeğinin Hz. Peygamber’in Veda Hutbesinde dile getirilmesi İslam’ın insanları ele alışını ortaya koymakta ve bu konuda önemli ipuçları sunmaktadır. İnsanlar arasında üstünlüğün olmadığı ve ilişkilerde kibrin yer almaması gerektiği yine hadisi şeriflerde yer almaktadır. Örneğin:
“Sizin şu soyunuz–sopunuz kimseye üstünlük ve kibir taslamaya vesile olacak şey değildir. (Ey insanlar!) Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Hepiniz bir ölçek içindeki birbirine eşit buğday taneleri gibisiniz. Hâlbuki hiç kimsenin kimseye, din ve takva müstesna, üstünlüğü yoktur. Kişiye kötü olması için; başkalarını yermesi, küçük görmesi, cimri, kötü huylu, had ve hududu aşmış olması yeter.” (Müsned–i Ahmed b. Hanbel, 4/158; İbni Kesir, 4/218)
Yukarıdaki hadis, bu minvaldeki önemli hadislerden biridir. İnsanları tanımlarken “Ölçek içindeki birbirine eşit buğday taneleri gibisiniz.” ifadesinin kullanılması ve kibrin, küçük görmenin, cimriliğin, kötü huyluluğun yerilmesi İslam’ın insan anlayışını, eş ve eşitlik anlayışını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bir başka dikkat çekici husus, eşitlik ile alakalı hadislerin ikisinde de insanların bir ve beraber olarak telakki edilmesidir. İlk hadiste “Rabbiniz tektir.” ifadesi, ikinci hadiste ise “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız.” ifadesi, eşitlik ile beraber en önemli ilkelerden birinin de birlik olduğunu göstermektedir. Zaten İslam’ın en önemli ilkesi “tevhit” ve onun sosyolojik karşılığı “vahdet” yani birlik ilkesidir. İnsanlar arasındaki her türlü hiyerarşi, toplumsal sistemle alakalı her türlü konu “tevhit” ilkesinin açılımı “vahdet” ve “eşitlik” ilkesi ile beraber ele alınmalıdır. Toplumsal sistemler üzerine düşünülürken söz konusu bu iki ilkenin önemli referans noktası olması gerektiği düşüncesi asla akıldan ırak tutulmamalıdır.
Modern dünyanın insanı bir kaynak, meta, nesne olarak tanımlanmasına karşın Kur’an, insanı ahseni takvim üzere yaratılmış, Allah’ın ruhundan üflediği ve tüm yaratılmışlara üstün kıldığı bir varlık olarak tanımlamıştır. Hadisler ise tüm insanları eşit zeminde, “tevhit/birlik” bağlamında ele almıştır. Bu durum da göstermektedir ki, modern dünyanın insana bakışı İslam’ın tanımladığı insan karakterinden çok uzaktır. İnsanı basitleştiren ve nesneleştiren bu tavra karşı İslam, insanı varlık olarak yüce kılmıştır. Bu yüzden biz insanı hayatın tüm toplumsalında modernitenin zincirinden kurtarıp İslam’ın nuruyla ele almak zorundayız.