Tarih: 19.04.2013 10:56

İnsanın Aidiyeti ve Mülkiyetle Olan İlişkisi

Facebook Twitter Linked-in

“Gece gündüz bir karınca gibi sadece biriktirdim ve yine biriktirdim. Ama bugün görüyorum ki bu paralar varlığımın düşmanıdır. Yani en yüce şeyleri ve fırsatları feda etme karşılığında birikmiş bu kadar para.” (Ali Şeriati)

Aidiyet duygusu insanın varolma süreçlerinde önemli bir yer tutar. Daha bebelikten başlayan ve ölene kadar devam eden hayat serüveninde insan bu duyguyla mayalanır.

Önce bir anne ve babaya ait olur insan. Bir çevreye ya da bir şehre ait olma duygusu onu perçinler.

Ancak bu duygu aynı zamanda ona bir esaret bilinci aşılar. Zamanla yaşadığı çevrenin içine hapsolur insan.

İdealize ettiği şehir o değildir aslında.

Ve içindeki medineyi dışarıda kuramaz insan.

Kuramadığı medineye de asla hicret edemez.

İnsanın çok boyutlu kişiliğini reddeden modern dünya, beşer tarihini yalanlıyor.

“Çoğul insan yapısını” ret ediyor olması modern dünyanın en büyük yanlışıdır.

Peygamberler tarihi, toplumsal muhalefetin dinamikleri olarak hala dipdiri karşımızda dururken insanı tek boyuta indirgemek ne kadar doğru olabilir.

Modernizmin insanı parçalayan, bölen kendi çoğul varlığından uzaklaştırıp, tanrılaşma çabasıyla sonuçlanan ihtirası,  kibri,bencilliği ve metalaşmayı yükleyip sırtına; insanı tarihin çok daha gerilerine atmış olmadı mı?

Medeniyetin temelleri insanın kendine yabancılaştığı saatlerde atılmıştı ya, işte insan o saatlerden beri tarihin çok gerisinden kendine bakıyor.

Her şeyde biri, birlikteliği bulamayışının, bir başına kalıp, yalnızlaşarak her şeye sahip olma çabası kendine yabancılaşmanın apaçık göstergesidir.

Garaudy, aslında umudun bir ifadesi olarak “henüz insan doğmadı” derken haklıydı.

Oysa Micheal Eflak’ın dediği gibi; tarihte tüm ümmetin hayatı, tek bir adamın (Peygamberin) hayatında özetlendi. Ve bizlerin onun detayı olmaktan başka çaresi yok.

Modern dünya denen çöplükte neyin detayı olduğumuzun ise hiçbir önemi yok

İnsanın parayla, servetle kurduğu ilişkide bütün vahşi, ilkel yüzü ortaya çıkar.

İnsanın meta ile kurduğu öznel ilişki, kendini nesnel bir varlığa evirir. Sahip oldukları kadar değerlidir artık insan ve çevresiyle de böyle bir bağ kurar.

Sevgisi dahi eksiktir. Ya da bir gerçekliği yoktur. Karşılığı beklenilen bir sevginin adresi de belli değildir.

Hatta kendi çocuğu dahi olsa gerçek anlamda onu sevemez. Çünkü başarıya tapar ve onun başarılı olduğu anları sever. Bu gerçek insani bir ilişki değildir.

****

Chuck Palahniuk’un romanından 1999 yılında sinemaya uyarlanan “Dövüş kulübü” filminin kahramanı bu anlamsız servet birikimi ve tüketim kültürü karşısında bir duruş sergiler.

Filmde benim için en unutulmaz sahnelerinden birisinde anlatıcı karakteri; evine, satın aldığı pahalı mobilyalar için ne kadar fazla çalışmak zorunda olduğunu söyler. Nefret ettiğimiz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyoruz. Gerçekte satın aldığımız her şey bizi satın almakta. Çünkü daha fazlasına sahip olmak için daha fazla kendimizden veriyoruz.

Bizler beyaz yakalı, kravatlı köleler en yüce şeyleri feda etmek karşılığında para biriktirmeye devam ediyoruz.

Varlığımız tehdit altında…

Ancak insanın, ait olduğu Medine’yi kurması için yinede umudu var.

Doğmamış her insan için hala bir umut vardır…


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —